Eman Mohammed, Gazze’nin tek kadın fotomuhabiri.
Çok genç, bir o kadar deneyimli, mesleğinde başarılı, tutkulu, pes etmeyen bir kadın.
Üniversitede gazetecilik okumuş. 19 yaşında öğrenciyken fotomuhabirliğine başlamış. Sokağa çıkıp fotomuhabirliği yapmaktaki ısrarı onu gazetedeki işinden etmiş, kararlılığı ise serbest çalışmaya başlamasına vesile olmuş.
Ofiste editörlük yapması için baskı görmüş, tümü erkek olan meslektaşları ona "bir ders vermek için” hava bombardımanının ortasında onu tek başına bırakıp zırhlı araçlarıyla uzaklaşmışlar...
Şu anda 26 yaşında. İki çocuğu var. Fotoğrafları The Guardian, Le Monde, Washington Post, Hareetz, The Observer, Mother Jones gibi medya organlarında yayınlanıyor.
Semiha Es Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu için İstanbul’a gelen Eman Mohammed ile buluşup, fotomuhabirliğine nasıl başladığını, Gazze’de kadın fotomuhabiri olmayı, iki çocuğu varken 7/24 savaşın ortasında çalışmanın zorluklarını, savaş fotoğrafçılığında kadın gözünün farkını konuştuk.
Eman “Özellikle uzun süren çatışmalarda, bir fotomuhabiri olarak, hissetmen gerek” diyor. Fotoğraflarına bakınca daha iyi anlaşılıyor söyledikleri. Çocuk Askerler serisinde elindeki tahta silahla eğitim alan çocuğun suratındaki gülümsemeye, 2008 Gazze Savaşı ‘nda savaşın neden olduğu kayıpların yarattığı acıya, Dust and Ashes 2012 Gazze Savaşı fotoğraflarında yıkık bir şehirde süregelen savaşın ortaya çıkardığı sahnelere ve yaşam biçimine; Molozların Altında Yatanlar’da ise Gazze’den arda kalanlarla hayatta kalma çabasına, yerinden edilmişliğe, yalnızlığa şahit oluyorsunuz.
Ofisten sokağa
Fotoğraf çekmeye nasıl başladın?
Üniversiteye başladığımda bu işi yapmak istediğimi biliyordum ama birçok alanı denedim. Televizyonda yapımcılık, muhabirlik, editörlük… Sonunda fotomuhabirliğin benim için en doğrusu olduğuna karar verdim. Ama yeterince yetenekli miyim, hatta hiç yeteneğim var mı, emin değildim. Etrafa bakıyordum ve sahada çalışanların hepsi erkekti.
Üniversitedeyken yerel bir ajansta çalışmaya başlamıştım. Patronum bana bozuk bir kamera verdi ve onu tamir edersem fotomuhabirlik yapabileceğimi söyledi. Bu bir öğrenci için ancak hayal edebileceği biri işti.
Kamerayı hemen tamir ettim. Aslında bozuk olmadığını sadece basit bir sorunu olduğunu farkettim.
Merak ettim, kamera neydi?
Nikon D70’ti. Çok yavaştı ve çok kullanıldığı belliydi. Ama benim için mükemmeldi.
Ve fotomuhabirlik hayatın böylece başladı?
Önce yaptığım haberler için birkaç fotoğraf çekmeye başladım. Sonra yavaş yavaş fotoğraf sayısını arttırarak söylemek istediklerimi fotoğraflarla anlatmaya başladım. Acaba fotomuhabiri olabilir miyim diye düşünürken, patronum “sen deli misin” demeye başladı.
Neden?
Gazze her zaman muhazakar bir yer oldu. Fotomuhabirliğin kadınlara göre bir iş olduğunu düşünmüyorlar. Fotomuhabirliği yapacağını söylemek “Ben taksi şoförü olacağım” demek gibi…
Ne demek istediklerini anlıyordum ama diğer taraftan kadınların fotomuhabirlik yapmaması için ortada bir neden olmadığının farkındaydım. Bu sonuçta fiziksel kuvvet, kas gücü gerektiren bir iş değil.
Gazze’de farklı bir şey yaptığında, dışlanıyorsun. Buna katılabilirsin, buna karşı çıkabilirsin ama Gazze’nin kültürü bu. Değiştiremezsin.
Senin için nasıl gelişti olaylar? Ailen de mi böyle düşünüyordu?
Ebeveynlerim ben iki yaşındayken boşandığı için beni annem büyüttü. Her zaman kendime güvendim, annem beni cesaretlendirdi. Fotomuhabirliği yapacağımı duyunca toplumun bundan hoşlanmayacağını düşünerek endişelendi ama ne yapmak istiyorsam onu yapabileceğimi söyledi.
Önce muhabir olarak sokağa çıkmaya başladım. Bir taraftan da fotoğraf çekiyordum. Ama bir süre sonra biraz yorucu olmaya başladı. Çünkü ben fotoğrafla ilgileniyordum, patronum ise haber metinleriyle. Bir buçuk yıl kadar bu böyle devam etti.
Patronumun siyasi ve dini uç görüşleri, siyasi hareketlerle ilişkileri vardı. Bu görüşleri haber içeriğine yansımıyordu ama bir süre sonra kadın bir fotomuhabiri çalıştırdığı için baskı görmeye başladı. “Onu niye sokağa bırakıyorsun, ofiste kalsın” gibi uyarılar almaya başladı. Çok fazla tartışmaya başladık ve sonunda istifamı vermemi istediler, yoksa beni kovacaklarını söylediler.
Yani sorun orada çalışman değil, fotomuhabirlik yapmak için sokakta olmandı.
Evet. Patronum kameramı aldı bir dolaba kaldırıp kitledi. Anahtarı almak istiyorsam, ofiste oturup editörlük yapmam gerektiğini söyledi. İstersem ofiste fotoğraf çekebilirmişim… Ama olay elimde bir kamera tutup, çiçek fotoğrafı çekmek değildi benim için. Böylece görüş ayrılıklarımız başladı.
O zamana kadar kazandığım parayla kendi ekipmanımı almıştım. Hepsi ikinci eldi ama gayet iyiydi. Kovulmam, sonraki iş başvurularım için iyi olmayacaktı. Ben de istifa ettim.
Sonra serbest çalışmaya mı başladın?
İstifa ettikten tam iki hafta sonra savaş başladı. 2008’deki ilk savaştı. Savaş sırasında sokakta olan kadın bir fotomuhabir, çifte öfke yaratmıştı.
Sınırlar dışarıdan gelenlere açıktı, yurtdışından gelen kadın fotomuhabirleri ülkeye girip, çok sıkıntı yaşasalar da işlerini yapabiliyordu. Ama ulaşım vs gibi şeyler için çok fazla para harcıyorlardı. Bu yerel halk için bir gelir kaynağıydı ve sorun olmuyordu. Ama Gazzeli bir kadının sokakta fotoğraf çekmesi hoş karşılanmıyordu. Çok daha dikkatli çalışıyordum. Bir süre sonra ülkeye girişler kapandı. Ardından da savaş sona erdi ama benim çalışmaya devam ettim.
Çalıştığın uluslararası kuruluşlarla, henüz yurtdışından Gazze’ye giriş yapılabiliyorken mi tanıştın?
Hayır. Fotomuhabirler için bir internet sitesine kaydolmuştum. Bana e-posta atmaya başladılar. Önce Save The Children örgütüyle çalıştım, ardından Washington Post ve gerisi geldi. Bu çok memnun ediciydi. Savaştan sonra insan hakları örgütleriyle uzun süreli projelerde çalıştım. İkinci savaş başladığında uluslararası basın ve sivil toplum örgütleriyle çalışmaya devam ettim.
"Hiçbir şey duyamıyorsan, bombanın hedefindesin"
Diğer yerel fotomuhabirler bunu nasıl karşıladı?
Çok hoşnut değillerdi. Eski dostlarım düşmana dönüştü.
Kıskandılar belki de?
Aslında kıskançlıktan çok kızgınlardı. Durum daha çok “Ofiste çalışıyorken niye birden sokağa çıkıp serbest çalışmaya başladın ve yolumuza çıktın" gibiydi.
Çok fazla sorun yaşamaya başladım. Sorunlar işle ilgili değil, diğer fotomuhabirlerle ilgiliydi. Artık sınırlarımı test ettikleri durumlara vardı.
Ne gibi?
Savaş sırasında grup halinde hareket ediyoruz. Gazzeli fotomuhabirler olarak genelde iki grup oluruz çünkü iki zırhlı aracımız var.
Bize öğrettikleri en temel şey, eğer hiçbir şey duyamıyorsanız, bombalar size doğru geliyor demektir. O kadar gürültülü oluyor ki hiçbir şey duyamıyorsun.
Bir gün Kuzey’de bir bölgeye gittik. Hava saldırısı vardı. Bir anda hiçbir şey duyamamaya başladık. Herkes araçlara doğru koşmaya başladı. İlk araca gittiğimde dolu olduğunu gördüm ve ikinci araca yöneldim. Kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi. Kapıya vurmaya başladım. Araçta benim için yer kalmadığını söylediler ve gittiler.
Sen ne yaptın peki?
Şok geçiriyordum. Korkudan çok üzgünlük ve öfkeyi birarada yaşıyordum. Bana ders vermek için beni orada bırakıp gittiler! Şehir merkezine doğru yürümeye başladım.
Aslında o bölgeye bir haftalığına gitmiştim. Ama bana böyle bir şey yaptıkları için 22 gün süren savaş boyunca orada kalıp fotoğraf çektim.
Sonradan bu yaptıklarını nasıl açıkladılar?
Temel olarak üç argümanları vardı. Birincisi; bunu bana ders vermek için yaptıklarını söylüyorlardı.
İkinci argüman; bunu beni korumak için yaptıklarıydı! Böylece tekrar ofiste çalışmaya başlayacağımı düşünmüşler. İnsanı öldürtecek cinsten bir koruma anlayışı…
Son olarak, eğer ölürsem benim sorumluluğumu alamayacakları için bunu yaptıklarını söylediler.
Hepsi çok anlamsız bahanelerdi. Bu olay, çalıştığım insanlarla aramda net bir çizgi çekti. Çünkü hiç durmadılar. Hep daha kötüsü olmaya, bu olayların dozu giderek yükselmeye başladı.
Ben de, onlar da kararlıydı. Ne ben onların dediklerini ne de onlar benim sokakta çalışmamı kabul edeceklerdi. Sahada konuşmamaya başladık.
Bir süre sonra ben daha çok feature story (öyküleştirilmiş haber) ve uzun süreli projelerede uzmanlaşmaya başladım.
Sıcak haber takibini bıraktın mı yani?
Hayır. Evinin önünde bir şeyler olurken, dışarı çıkmamak imkansız. İkinci savaşta işim biraz daha zorlaştı çünkü dokuz aylık hamileydim. Ama yine de fotomuhabirliğe devam ediyordum çünkü evde duramıyordum. Belki çektiklerim en iyi işlerimden değildi ama bir anne ve fotomuhabir olarak deneyimimi belgelemem çok iyi oldu.
Bu benim 7/24 bu işi yapma konusunda bilincimi arttırdı. Anne olunca, gazetecilik reflekslerimi kaybetmekten korkuyordum çünkü.
Ben de bunu sormak istiyordum.
Aslında ikinci savaş sırasında ikinci çocuğuma hamileydim. Hamileyken, doğurduğunda rahat edeceğini düşünüyorsun. Anneme bırakırım, hallolur diye düşünüyor insan. Ama iki çocuk olunca, biraz zorlayıcı oluyor.
Yine de tahminimden daha kolay oldu. Çocukları yuvaya gidiyor, ben de çalışmaya devam ediyorum.
"Taşları, bombaları değil, duyguları aktarmak gerekiyor"
Savaş ve çatışma bölgelerinden gelen fotoğraflara baktığımda, erkek fotomuhabirlerin çektiği fotoğrafların çok fallik öğeler içeridiğini düşünüyorum. Silahlar mutlaka havaya kalkık falan... Kadınların savaşı daha farklı bir gözle fotoğrafladığını düşünüyor musun?
Serbest çalışmaya başladığımda bir arkadaşım “Çok fazla fotomuhabir var. En ucuz fiyatı ver ki, işi sana versinler” demişti. Ona şöyle cevap verdim: “Ben kadınım. Dolayısıyla çektiğim her kare diğerlerininkinden farklı olacak. O yüzden ucuz bir fiyat vermeyeceğim. İster alırlar, ister almazlar.”
Özellikle uzun süren çatışmalarda, yaşananları hissetmen gerekiyor. Çünkü fotoğraflarını insanlara yaşananlarla ilgili bir fikirleri olması için yayınlıyorsun. Bir tuğla ya da taş resmi çekersen bu bir şey ifade etmeyecektir. İnsanlarda duygu uyandıracak resimler çekmen gerekiyor ve bu bazen insanı tüketebiliyor.
Çok fazla trajik hikaye var. Sevdiklerini kaybetmiş insanlarla konuşman, yaşadıklarını sorman, kendilerini rahat hissetmeleri için biraz kendi hayatından bahsetmen gerekiyor. Bu çeşit ilişkiler, işin büyük bir bölümünü oluşturuyor.
Gazeteciliğin bir numaralı kuralı, olayları kişiselleştirmemektir. Özellikle de savaşta. Ama ben kendi kurallarımı oluşturuyorum sanırım.
Savaşı yaşarken ve yakınlarını kaybetmiş insanlarla konuşurken mesafe koymak zor olmalı.
Evet, kesinlikle. Kadın fotomuhabirlerin çoğu böyle düşünüyor.
Bir de şöyle bir şey var: zamanlama, uğraş gerektiren zor karelerde tüm erkek meslektaşlarımın aynı yerde toplanıp, o kareyi yakalamaya çalıştıklarını görüyorum. Tam bir karmaşa. Böyle bir durumda ben başka bir yere yönleniyorum. Zaten o kare iyi bir şekilde fotoğraflandı ve kamuoyuna sunulacak.
Kadın olmanın avantajları oluyor mu hiç?
Çok cenaze oluyor. Bir taziye evine gittiğimizde, kadın bir fotoğrafçı görmek ölen kişinin yakınlarını rahatlatıyor. Sonuçta evlerine giriyoruz. Evde kadınlar ve çocuklar oluyor, erkekler değil.
Erkek fotoğrafçılar, kadınların hassasiyetlerini gözetemiyor. Ağıtlar yakılıyor, insanlar ağlıyor, ağlarken başörtülerini çıkarabiliyorlar. O sırada fotoğraf çekiliyor. Sonradan kadınlar o fotoğrafların silinmesini istiyor ama mümkün değil tabii ki. Ben o hassasiyetlere uygun davranıyorum ve bu onları rahatlatıyor.
Diaspora adlı bir projen var. Gazze’de yaşarken sık seyahat edebiliyor musun?
Evet ama biraz zor oluyor. İstanbul’a gelmeden ülkeden çıkabilmek için bir ay uğraştım. Sonra Gazze’den Mısır’a, Mısır’dan ABD’ye gittim. Çocuklarımı orada bırakıp İstanbul’a geldim çünkü ABD’ye geri döneceğim ve bir süre kalıp oradaki projemle ilgileneceğim. Mart’ta başlıyor ama Gazze’ye geri dönüp orada kapalı kalmak istemedim. Ne olacağı belli olmuyor.
O zamana kadar da Gazze’den 11 Eylül’e uzanan bir çerçevede savaş mağdurlarıyla ilgili bir proje üzerinde çalışacağım. Telefon görüşmeleri, e-postalarla uğraşıp insanlara kendimi anlatmam, beni doğru anlamalarını sağlamam ve bazen ikna etmem gerekiyor. Örneğin 11 Eylül’den sağ kurtulan bir itfaiyeciyle görüşeceğim. Sonuçta ben Müslümanım ve başörtüsü takıyorum. Yani projeler için insanların onayını almak bazen zorlayıcı olabiliyor.
İlginç bir karşılaşma gerçekten. Bu projenden kısaca bahsedebilir misin?
Bu projenin adı iWar. Savaşın din ya da ulusla etiketlenemeyeceğini, aslında herkesi yaraladığını göstermeyi amaçlıyor. Bir portre projesi. Savaş mağdurlarını değer verdikleri nesnelerle birlikte fotoğraflayacağım.
Diaspora ise devam eden bir çalışma. Arap ayaklanmalarından sonra ülkelerinden ayrılan mültecileri fotoğraflıyorum. Gözlere odaklandığım siyah beyaz bir portre projesi.
Sadece uluslararası basınla ve insan hakları örgütleriyle çalışıyorsun. Savaşın tarafı olan otoritelerden hiç baskı görüyor musun?
İsrail tarafından pek sevildiğim söylenemez. Makul bir diyalog başlatanlarla bir köprü kurmaya çalışıyorum. Ama aynı zamanda benim de prensiplerim var, ben Gazzeli olarak bu çatışmanın bir parçasıyım. Hükümetlerinin Filistin’e yaptıklarına karşı olan İsrailli arkadaşlarım var.
Ama bu çok ince bir çizgi, oldukça riskli ve gergin. Sonuçta Gazze’de yaşıyorum ve Gazze’yi Hamas yönetiyor. Hükümetin tarafında değilim, onlara karşı da değilim. Neyin doğru olduğunu hissediyorsam ona göre davranıyorum. Yanlış olan şeyleri de söylüyorum. Siyasi olarak aktif olmak istemiyorum. Tarafsız olmam ve hikaye neyse onu anlatmam lazım.
Gazze halkı senin fotoğraflarını ve bu işi yapmanı nasıl karşılıyor?
İlk başta beni sevmediler, ama sonra alışmaya başladılar. Sorunum yerel halkla değil, siyasi hareketlerle. Halk, çatışma sırasında beni evinde ağırlıyor, yemek ikram ediyor.
Diğerleri o kötü bakışlardan atıyor. 2. intifada sırasında, yani ben dokuz aylık hamileyken, biri kolumdan tutup çekti. Bombardımandan hayatta kaldığımı sanmıştı. Ona döndüğümde önce karnımı görüp şok geçirdi, ardından elimdeki kamera ona ikinci bir şok yaşattı. “Kaybol gözümün önünden” der gibi bıraktı beni.
Gazze’de senin dışında fotomuhabirliği yapan kadınlar yok mu?
Bildiğim kadarıyla yok. Kadınlar fotoğraf makinesi alıp fotoğraf çekmeye başladı ama muhabirlik şeklinde değil. Aslında birçok genç kadın bunu denedi ama çok erken pes ettiler. Sabırlı olmak, derin nefesler almak ve devam etmek gerekiyor. (ÇT)