"Medyanın tekelleşmesi ve örgütlülüğün yok olmasıyla birlikte özlük hakları giderek azalan gazeteciler zaten 'işten atılırım' endişesiyle işlerini yapamaz haldeyken bir de üzerine 'Tutuklanır mıyım?' korkusu yaşıyorlar."
24 Şubat 1954'te Basın Kanunu'nun değiştirilmesine ilişkin yasa tasarısına basın temsilcilerinin görüşlerinin eklenmesinin ve yasanın o anki son şeklini almasının üzerinden 58 yıl geçti.
Son olarak "5953 Sayılı Basın Mesleğinden Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun" halini alan kanun, gerçekten gazetecilerin özlük haklarını koruyor mu?
Gazeteciler, ifade özgürlüklerini koruyarak, otosansüre başvurmadan halka haber verme görevlerini yerine getirebiliyor mu?
Örgütsüz, sendikasız ve her an işten atılabileceği hatta tutuklanacağı korkusu yaşayan gazeteciler, işlerini doğru yapabiliyor mu?
Bu soruları, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Hukuk Danışmanı Avukat Meliha Selvi'ye sorduk.
Tablo karanlık ancak bir "çıkış yolu" da var...
"İnternet gazeteciliğine ceza var ama hak yok"
Sarı Basın Kartı, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nce belli şartları ve yasal bekleme sürelerini yerine getiren gazetecilere veriliyor. Birçok gazeteci ya Basın Kanunu'na göre sigorta yapılmadığı için ya da uzun bekleme sürelerini yerine getirmediği için bu kartı alamıyor. İnternet gazeteciliği içinse zaten böyle bir düzenleme yok. Kartın devlet kurumunca verilmesini ve internet gazeteciliğine bu hakkın hiç tanınmamasını nasıl yorumlarsınız?
Kimin gazeteci olduğuna devlet karar veremez. Bu nedenle Sarı Basın Kartı'nı, devletten bağımsız meslek örgütleri vermeli. Bu, basın özgürlüğü açısından da elzemdir.
Ayrıca, devletin akreditasyon uygulaması da yanlış. Sarı Basın Kartı'nı meslek örgütlerinin vermesi buna da bir çözüm olabilir.
Gazeteciler akreditasyon sorunu nedeniyle, bir dönem Başbakanlığa, önceki dönemlerde de Genelkurmay Başkanlığına alınmadılar. Bu sorunun aşılmasının bir yolu da basın kartını kimin alacağına meslek örgütlerinin karar vermesi olacak.
İnternet gazeteciliğinin de mutlaka mevzuat kapsamına alınması gerekiyor. Kanun, fiili uygulamanın gerisinde, meslek örgütleri mutlaka bu konuyla ilgili çalışma yürütmeli. İnternet gazeteciliği ceza hukukunda var, gazeteciler bu nedenle ceza alıyorken, hakların düzenlediği kanunlar onları da kapsamalı.
"Sorunlar yasada değil örgütsüzlükte"
Basın yasasının şu anki işlevi ve kullanımını gazetecilerin özlük hakları açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Gazetecilerin çalışma hayatında yaşadıkları sorunlar, özlük haklarının düzenlendiği Basın İş Kanunu'ndan değil onun yorumlanmasından, uygulamadan ve basındaki tekelleşmeden kaynaklanıyor. Ve tabii gazetecilerin, sendikasız, örgütsüz çalışmaları da bunda önemli bir etken.
Sendikanın aktif olarak örgütlü olduğu Anadolu Ajansı'ndaki gazeteciler de son günlerde, sendikanın kurumdan yok edilmesi adına ciddi bir baskıyla karşı karşıyalar.
Basın Kanunu da aslında, gazetecinin habere ulaşması ve haberi yayınlayabilmesinin güvencesi olması gerekirken, aksine gazetecileri cezalandırmanın aracı olarak işletiliyor.
Şu anki baskı ortamı bu uygulamaları da belirliyor ve kanun, hem gazetecilerin baskı altına alınmasının hem de özlük haklarının yıpratılmasının bir yolu haline geliyor.
Bu şekilde de iktidarın istediği biçimde haber yapılmasının önü açılıyor, en büyük zararı da gazeteci değil, halkın haber alma hakkı ve dolayısıyla demokrasi görüyor.
"Sendikalı gazeteciler işten çıkarılıyor"
Gazetecilerin hem işe dönüş davaları gibi özlük haklarıyla ilgili hem de kendilerine açılan ceza davalarıyla ilgili olarak, şu anki tabloyu nasıl tanımlarız? Kazanımlar açısından gazeteciler ne durumda?
Özlük hakları yönünden baktığımızda, özellikle son yıllarda TGS'nin örgütleme çalışması yaptığı kurumlarda, sendikalı gazetecilerin birer birer işten çıkarıldığını görüyoruz.
Gazeteciler aleyhine açılan davalar da katlanarak artıyor.
Gazetecilerin özlük hakları yönünden de onlara açılan ceza davaları yönünden de baskının hızla ve katlanarak arttığını gözlemliyoruz.
"Gazeteciler yıpranıyor!"
Ekim 2008'deki değişiklikle "Yıpranma Hakkı" olarak bilinen ve gazetecilerin erken emekli olmasını sağlayan düzenleme kaldırıldı. Bunun geri getirilmesi için Meclis'e verilen teklifler geri çekildi. Neden önemliydi bu yıpranma hakkı?
Yıpranma payı hakkının kaldırılması gazetecilere büyük bir darbe oldu. Çünkü gazetecilik çok ağır koşullarda yapılan bir meslek, uzun çalışma saatlerinin yanı sıra her türlü iklim şartında sokakta yoğun bir fiziksel efor harcanırken, bunun yanında düşünsel bir faaliyet de yürütülüyor.
Hem fiziki hem zihinsel bir yıpranma söz konusu.
Yıpranma hakkı, gazeteciye tecrübesi arttıkça mesleğini sürdürmesi için daha bağımsız hareket edebilme hakkı sağlıyordu.
Ömür süreleriyle ilgili yapılmış araştırmalara göre de gazeteciler, eğitimli çalışanlar arasında en erken ölüm yaşına sahip meslek grubu.
"Kanun değişikliğiyle özgürlük gelmez"
Üçüncü yargı paketindeki değişiklikler arasında, Basın Kanunu da sıralandı. Değişikliğin gazetecilere açılan davalarda azalma yaratacağı söylendi. Ancak biz biliyoruz ki gazeteciler Basın Kanunu nedeniyle değil, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında hapsediliyor...
Getirilen her kanun değişikliğine endişeyle yaklaşıyoruz çünkü hepsi özgürlükleri biraz daha budamak için kullanılıyor. Kanun değişikliğiyle özgürlük gelmez.
Gazeteciler fikri üretimleri nedeniyle, mesleklerini yaptıkları için TMK'dan tutuklanmalarını ve "terörist" yakıştırması yapılmasını kınıyorum.
Bu davaların da tutuklulukların da hukuka uygun olmadığı kanaatindeyim. Bunları düzeltmek için de kanun değişikliğine değil yorumda ve uygulamada düzeltmelere ihtiyaç var.
"Baskı arttıkça tepki de artar"
Gazetecilerin özlük hakları ve ifade özgürlükleri kısıtlanırken, halkın haber alma hakkı bundan nasıl etkilenir?
"Halkın haber alamaması" sonucunu doğurur. Gazetecilerin "korkması" isteniyor, "haddini bilmeyenin" başına neler geleceğini bugüne kadarki uygulamalarda gördük.
Özlük hakları tırpanlandıkça, iş güvencesi azaldıkça, gazetecilerin aklında sürekli "işten atılırım" korkusu oluyor.
Gazete yönetiminin bakışına uygun haberler yazmaya doğru bir otosansür oluşuyor. Gazeteci artık "atılmayacağı" şekilde haber yapıyor. Haber yapmamak değil haber yapmak asıl sorun oluyor.
Olup bitenler, şöyle olumlu bir sonuç da doğurabilir: Gazeteciler, en "dikkatli" davrandıklarında bile işten atılma veya tutuklanma gibi sonuçlarla karşılaştıklarını gördüklerinde, "Artık yeter" diyerek, baskıları göz ardı ederek haber yazmaya başlayabilirler.
Baskının arttığı ortamlarda tepkilerin de arttığını biliyoruz... (AS)