İşte, çarpık kentleşmenin sakinlerinin, toplumsal şiddetin kaynak unsurlarını (ekonomik, sosyal sıkışmışlık, kendini ifade edememe güçlüğü) kişiliğinde barındıran "taraftarlık" kimliğini meşrulaştırdıkları ve toplumsal şiddetin üretildiği bu futbol sektöründe maalesef bir cinayet işlendi. Beşiktaş - Çaykur Rizespor maçını izlemeye giden genç bir yurttaş yaşamını yitirdi ve diğer genç yurttaş edindiği "katil" kimliğiyle, yaşamını cezaevinde, sosyal yaşamdan yalıtılmış bir "kayıp" olarak devam ettirecek. Bu arada yetkili mercilerden "bu toplumsal bir infialdir", "bu münferit bir olaydır" sesleri gelecek ve medya, spor yazarları sorunla ilgili tartışmaya bir süre daha devam edecekler.
Sosyal eğlence arenasında kan dökülmesi elbette toplumu şoka uğratır, fakat bu olay hergün medyada üçüncü sayfa haberi olarak karşılaştığımız olayları da içeren toplumsal şiddetin sarsıcı bir örneğidir. Oysa ki, bu olay nedeniyle infial içinde olduğu söylenen toplum, kanı, vahşeti, ölümü neredeyse yalnızca bir "imaj"dan, "fantastik" bir gerçek üstü durumdan ibaret olarak algılıyor.
Neden mi? Çünkü bu toplumun gençleri bilgisayar oyunlarında şiddeti kanıksıyor, çünkü bu toplumun bireyleri kan ve vahşetin açıklıkla yansıdığı televizyon programları ve gazete haberlerinde şiddeti kanıksıyor ve çünkü yine bu toplumun bireyleri, yalnızca bir "oyun" olan futbol arenalarında işitilen ve gözlenen, son derece şiddet içeren söylemlerle, davranışlarla ve meydana gelen cinayet ve yaralamalarla şiddeti kanıksıyor. Tabii ki bu "çünkü"leri daha da çoğaltabiliriz.
İsmail Doğan'ın, 2 Kasım tarihinde Bianet'te yayınlanan "Futbol ve Şiddet" başlıklı yazısında ifade ettiği şu tespite katılmamak mümkün değil: "Vasıfsızlığın mesleksizlik olgusunu körüklediği ve pekiştirdiği toplumlarda futboldan estetik, etik, felsefe ve çağdaş boş zaman kültürü adına bir şeyler üretilmesi beklenemez."
Tabii belirtmek gerekir ki, mesele kaynağını toplumumuzdaki işsizlik sorununun ötesinde, çarpık kentleşmeden almaktadır. Kent yaşamına tam adapte olamamış kırsal kültürle birlikte, modern yaşam içinde sıkışmış, kimliğini bulamayan ve kendini ifade edemeyen, aidiyetini kaybetmiş ve kendine yeni aidiyetler yaratan, kurtuluşun ancak rekabetle, güçle edinilebileceğine inanan bireyler, elbette yöntem olarak şiddete başvuracaklardır.
Ataerkil kültürün egemen olduğu stadyumlarda taraftarlık söylemine hakim olan şiddet, işte bu durumun en somutlaştığı alanlardan biridir. Cengiz Alpman'ın 23 Kasım tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanan "'Şiddet' yasasına ilk kurban" başlıklı yazısında, taraftar söylemine verdiği şu örnekler, sorunun kaynağına işaret ederek, insanı kara kara düşündürüyor:
"Esrarla başladı gece / Alkolik mi sandın sadece / Şu çiftliden iki nefes çekince / Dünya oluruz bütün gece."
"Akmerkez'de kızlar bizde açlık var / Şimdiki gençlerde Paul Shark montlar / Ayaklarında Harley bot var / Ananızı ..... tüm garibanlar."
"Beşiktaş'ın manyağıyız / Psikopatın allahıyız / Âlem buysa kral biziz / Gırtlakları biz keseriz / Elimizde şaraplarla / Beylimizde kasatura / Biz ölmeye gidiyoruz / Fenerbahçe mekânına"
Bugün tarihli gazetelerde İstanbul Valisi Muammer Güler'in çaresizliğini gösteren şu ifade dikkat çekiciydi: "Bu tribün kargaşası bilinen bir vakadır. Kanunlara rağmen bir türlü tümüyle önüne geçilememiştir." Sayın Güler, sorunun ise "maalesef tribünlere kapasitesinin üzerinde seyirci alınmasından veya aldırılmasından" kaynaklandığını ifade etmiş ve bu olayın ibret olmasını, daha kalıcı önlemler alınması gerekliliğini vurgulamış. Bu "kalıcı önlemler"i doğrusu merakla bekliyoruz.
Bu vesileyle Umut Vakfı'nın 1996 yılında başlattığı "Silahın Şakası Yok" konulu Futbol Federasyonu Kampanyası gerçekleştirdiğini hatırlatalım.
Sözkonusu kampanya, şiddet olaylarının özellikle spor bahane edilerek ortaya çıktığı, bunun da hem sporseverleri hem de yetkili kişi ve kuruluşları olumsuz etkilediği fikrinden hareketle, şiddetin daha da tırmanmasını önlemek üzere başlatılmış; Umut Vakfı'nın çağrısı ve önderliğinde, Futbol Federasyonu, Spor Yazarları Derneği, Futbol Hakemleri Derneği, Profesyonel Futbolcular Derneği, Milli Takım, Fenerbahçe Kulübü, Beşiktaş Kulübü, Galatasaray Kulübü ve Trabzonspor Kulübü yetkililerinin katkısı ile gerçekleştirilmişti.
O dönemde çok da başarılı olmuştu. Fakat bu olay ve daha niceleri de göstermektedir ki; bir toplumsal sorunun çözümlenebilmesi için, sivil toplum örgütlerinin ötesinde, kanun yapıcının, kamuoyu önderlerinin, tüm toplumsal kurum ve kuruluşların ötesinde, toplumu oluşturan bireylerin de gönüllü işbirliği gerekmektedir. Bu işbirliği ise ancak eğitimle, sosyal sorunların farkında olmakla, bilgilenmekle ve bilinçlenmekle olur ve tabii sonra harekete geçmekle...
Sorumlu ve bilinçli bir toplum dileğiyle...
(YS)