"Fundamentalizm" genel olarak dini hareketlerin, ama özelllikle de İslam dünyasındaki dini canlanma hareketlerinin incelenmesinde başvurulan bir terimdir. Bu adla anılan dini akımlar çok kere siyasi yönü ağır basan hareketler biçiminde ortaya çıkmakla beraber, terim aslında bunların arkasında yatan dinin doğasına ilişkin temel bakış açısıyla ilgilidir. Bu anlamda dini fundamentalizmin özü "temellere dönüş" hareketidir. Nitekim, Amerika'da 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve etkilerini bugün de sürdüren Hristiyan fundamentalizmi modernlik ve sekülerizm karşıtlığıyla temayüz etmiş olup, bütün kötülüklerin kaynağı olarak "laik hümanizm"i görmektedir. Anakronizme düşmek pahasına, İslam dünyasındaki kadim "selefiye" akımının da bizim dünyamızdaki ilk fundamentalist entelektüel hareket olduğu söylenebilir. Mamafih, selefiyecilik, aynı zamanda, fundamentalizmin her zaman siyasi karakteri ağır basan bir akım olmayabileceğinin de bir kanıtıdır.
Ne var ki, fundamentalizmin dini hareketlere özgü bir tutum olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Çünkü, fundamentalizm aslında bir zihniyetin, bir düşünüş tarzının genel adıdır. Bu demektir ki, sadece "dinciler" değil, dünyevi (laik) ideoloji veya dünya görüşlerine mensup olanlar da pekala fundamentalist olabilirler. Kabul etmek gerekir ki, bu tür fundamentalizm dini olanından daha az tehlikeli değildir. Hatta böylesi zaman zaman daha zararlı sonuçlar da doğurabilir. Demokratik bir diktatörlüğün, demokratik olma iddiası taşımayan basit diktatörlükten daha tehlikeli olabilmesi gibi, laik bir fundamentalizm de aynı şekilde dini olanından daha tehlikeli olabilir.
Bunun nedenini şöyle açıklayabilirim: Modern(ist) paradigma, arkasındaki akılcı-pozitivist Aydınlanmacılığın etkisi altında, dinin kendisini aklı dışı ve temelsiz bir batıl inançlar yığını, bir hurafeler toplamı olarak gördüğü için, bağnazlığın da esas itibariyle dini düşünüşün zorunlu bir sonucu olduğunu kabul eder. Modernliğin özünü oluşturduğu varsayılan akılcı-laik düşünce de dini düşünüşle karşıtlık içinde tanımlandığı ve onda bağnazlığa yer olmadığına inanıldığı için, laik düşüncelerle ilişkili bağnazlıkların hiç de "bağnazlık" olarak görülmemeleri pekala mümkündür. Oysa, günümüz dünyasında entelektüel özgürlüğü tehdit eden sadece "dincilik" değildir, muhtelif laik fundamentalizmler de özgür düşünce ve ifadeyi boğucu etki yapmaktadırlar. Hatta denebilir ki, bugün entelektüel özgürlüğün asıl engelleri dinciliğin cenderesi değil (çünkü, ona karşı zaten uyanık ve mesafeliyiz), fakat "çağdaş" ve daha zarif korselerdir.
Dini bir tutum olarak değil de genel bir entelektüel tarz olarak fundamentalizmin özünü hakikatin apaçık olduğuna inanmak ve bu iddiada yanılmış olabileceğini kabul etmemek oluşturur. Bu görüş açısından, hakikat öylesine açık-seçiktir ki onu anlamak için olgulara bakmak bile gereksizdir. Başka bir ifadeyle, bir fundamentalisti olguların kendi iddiasını yalanladığını söyleyerek ikna etme şansınız yoktur. "Yalanlama" olsa olsa bir görüntüdür; gerçekte böyle bir durum yoktur. Fundamentalistin "hakikat"i değil, olgular/gerçekler yanlış olmalıdır veya yanılan gözlemcidir.
Bir fundamentalist eğer tabiatı icabı yumuşak mizaçlı bir kişi ise "hakikate direnenler"e belki sadece acır. Böyle bir kişi bazan kendisi gibi düşünmeyenleri hoş bile görebilir. Öyle değil de sert mizaçlı bir kişi söz konusu ise, onun tepkisi daha militanca olur. Ama her halükarda fundamentalist kendisini ve kendisi gibi düşünenleri "hakikatten nasibini alamamış" kişilerden üstün görür. Onun için, fundamentalistin "ötekiler"e karşı tutumu "acıma", "şefkat gösterme", hatta "hoş görme" de olabilir, ama "tanıma" olamaz. Yani, "ötekiler"in de kendisiyle eşit insan değerine sahip olduğunu ve dolayısıyla aynı saygıyı ve hakları hak ettiğini kabul etmez.
Hakikatin apaçık olduğuna inanılan yerde görüş farklılıklarına, tartışmaya, eleştiri ve muhalefete yer yoktur. Bundan dolayı, fundamentalist inancın bir toplumsal-siyasal programa dönüşmesi onun bireysel bir tutum olarak kalmasından çok daha tehlikelidir. Çünkü, böyle bir programın en sonunda varıp dayanacağı nokta, doğrunun ne olduğuna otorite eliyle karar verilmesi ve "doğru"nun ("hakikat"in) yine otorite aracılığıyla başkalarına dayatılmasıdır. Fundamentalist bir proje düşünceleri "doğru" olan ve "yanlış" olanlar diye kategorize eder; "yanlış" düşünce sahipleri en hafifinden toplumsal ve siyasal süreçlerden dışlanırlar, ama çoğu zaman "düşman" olarak görülüp "uygun biçimde" saf dışı edilirler. Aslında, yanlış inancın suç olduğu yönündeki totaliteryen düşünce modern bir şey de değildir; bu aslında şu bildiğimiz engizisyonculuktur.
Hiçbir modern düşünce fundamentalizmden tümüyle muaf değildir; her düşüncenin fundamentalist yorumu ve fundamentalistleri olabilir. Fundamentalist tutumu teşhis etmenin en kolay yolu, kişinin inançları ile olgular arasında uyumsuzluk olması halinde benimsediği tutuma bakmaktır. Fundamentalistler kendi temel önermelerine sınama ve denemeden bağımsız olarak inandıkları, yani inançlarının olgular tarafından yanlışlanabileceğine ihtimal vermedikleri için, dışarıdan bir gözün "yanlışlama" olarak gördüğü şeyleri tevil etmenin bir yolunu her zaman bulurlar. Bazan meselenin yanlış ortaya konduğunu veya "soru"nun yanlış sorulduğunu söyler, bazan olguların "doğru okunmadığı"nı iddia eder, bazan pratiğin dersini küçümser, bazan da inançlarını yanlışlayan olguları birer komplo olarak görürler.
Yakın geçmişti dünyanın şurasında burasında Marksist siyasal tecrübenin açıkça çıkmaza saplanmasına ve çok büyük insani maliyetlere yol açmasına rağmen, sosyalistlerin büyükçe bir bölümünün, bütün bu başarısızlıkların sosyalist teorinin kendisiyle bir ilişkisi olması gerektiğine bir türlü ikna olmamaları bu tutumun tipik örneklerinden biridir. Keza, solcuları otomatik olarak -tanımı gereği- "iyi" ve hayırhah, buna karşılık başka dünya görüşlerine mensup olanları -ama özellikle de liberalleri- tanımı gereği "kötü", acımasız ve zalim olarak gören ve gösteren bir sol söylem var ki bunun da fundamentalist tutumun bir sonucu olduğu şüphesizdir. Sol fundamentalizmin en bariz kanıtlarından biri de, özellikle liberalizme kaba-saba bir biçimde saldırır ve liberallere uluorta yaftalar takarken, onların gerçekte ne söylemiş olduklarına bakma ihtiyacı hiç duymamalarıdır.
Türkiye'de laik dünya görüşlerinin doktriner sol dışında kalan türleri arasında da fundamentalist eğilimler vardır. Bunların içinde en dikkate değer olanı Kemalist ideolojinin kimi yorumlarıdır. En tipik "fundamentalist Kemalizm" örneğini Türkiye çok yakın geçmişte -"28 Şubat Süreci"nin en ateşli günlerinde- acıyla tecrübe etti. Nitekim, "28 Şubatçılar" mesela sosyal bilimlerin "kafalarını karıştırması"na hiç izin vermedikleri gibi daha da ileri giderek akademik camiayı emireri haline getirmeye kalkıştılar, kendileri gibi düşünmeyenlerin büyük bir bölümünü "düşman" ilan edip safdışı bırakmaya, bir kısmını da "gafil"ler olarak görüp seslerini kamuya duyurmalarına engel olmaya veya en azından itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Sadece sözü edilen dönemde ve o dönemin önde gelen şahsiyetleri bakımından değil, fakat daha genel olarak Kemalizm bakımından başka bir fundamentalizm işareti de, kendi doğrularından şüphe duymamanın kendilerine verdiği aşırı bir kendine güven ve kendi üstün görme duygusuyla, düşman olarak niteledikleri İslamcıları "cahil" sanmaları ve tabiatıyla, "çağdışı" olduğunu düşündükleri o İslamcıların sosyal bilim terminolojisini kullanarak mesela modernizm-postmodernizm tartışmalarına katılmalarını görünce de şaşıp kalmalarıdır.
Elbette Türkiye'deki fundamentalizm örnekleri bunlarla sınırlı değildir. O kadar ki, teorik öncülleri itibariyle fundamentalizme en uzak olması beklenebilecek liberaller arasında bile yer yer fundamentalist eğilimler baş göstermektedir. Nitekim, bir liberal olarak hoşuma gitmese de, kabul etmek zorundayım ki liberalizmi bir tür doğmalar sistemi olarak algılayan veya onu bir tür cemaatçilik olarak görüp başka dünya görüşlerinin mensuplarıyla diyalogu kategorik olarak reddetme eğilimi içine giren "liberaller"e de zaman zaman rastlıyoruz.
Kısaca, Türkiye'de fundamentalizm sandığımızdan da yaygındır ve bu Türkiye toplumu olarak karşı karşıyla kaldığımız en büyük sorundur. Herkesin, fundamentalizmi "dinciler"e özgülemenin verdiği zihin konforundan kurtulup önce kendisine bakması gerekiyor. Belki de hiç birimiz "ilk taş"ı atacak kadar masum değiliz.