Fukuyama 8 Ekim'de The Wall Street Jurnal için yazdığı ve 10 Ekim'de Radikal gazetesinde çevirisi yayınlanan "Hâlâ tarihin sonundayız..." başlıklı makalesinde, tezinin geçerliliğini koruduğunu öne sürüyor. ABD'ye yönelik saldırılar ve ardından ABD ve İngiltere'nin Afganistan'a yönelik operasyonlarının, kendisinin "tarihin sonu" olarak değerlendirdiği dönemin temel
siyasî, ekonomik ve kültürel paradigmasını değiştirmediğini vurguluyor.
Fukuyama'nın ısrarı, çok güvendikleri gökdelenlerinin ve beşgen binanın vurulmasının kapitalist özgüvende yarattığı derin yaralar için birebir ilaç.
Huntington'ın "medeniyetler çatışması" tezlerinin bolca tartışıldığı ve bu zehirli anlayışın neredeyse kabul görmek üzere olduğu böyle bir dönemde, neo-liberallerin yinelemekten zevk aldıkları "Tarihin sonu geldi, artık rahatız" sırıtmaları, yerini derin bir paranoyaya bırakmış durumda.
Kissinger bile...
Saldırı ve "misilleme" konusunda ismi sık sık anılan Kissinger'ın söz konusu durumun bir medeniyetler çatışması olmadığı, İslam'ın kendi içinde (radikallerle batı-yanlıları arasında) bir çatışmanın var olduğu konusundaki yorumları da pek kâr etmiyor. Küresel kapitalizmin genişlemesi -ya da "derinleşmesi" mi demeliyiz?- sürecinde ortaya çıkan bu derin darbe, kapitalizmin elitlerinde de bunalımlara neden oluyor.
Aslında, "medeniyetler çatışması" tezinin temel vurguları kültürel etmenler. Adaletsizlik, katliamlar, açlık salgınları ya da doğanın yıkımından ziyade, bildiğimiz kaba anlamıyla etnisite ve ulusal-dinsel kültür oluşumlarına dayanıyor. Huntington, tezlerini birkaç rasyonel neden ve pragmatik ilkeyle açıklamaya çalışsa da, batı-merkezli kaba bakış etkisini hemen hiç yitirmiyor bu tezde. Eğer aşırı ortodoks değilse,salt ekonomi-merkezli yaklaşan bir kafa için zihin açıcı önermeler bulunabilir; ama kaba oryantalizm "orient"te yaşayan birisini gülümsetecek kadar aşikâr.
Tir tir titremece...
Huntington, makalesinde bu medeniyetler çatışmasının yaratacağı sonuçlardan pek de memnun olmadığını bazı ifadeleri kullanarak belli ediyor. Bu durum, bir önceki dönemin popüler "tarihin sonu" tezinden sonra, rahatça kasasını doldurmak ya da kendi geleceği dışında hiçbir şey düşünmek istemeyen birileri için pek rahatsız edici. Tarihin sonuyla rahatlayan ve kendine alan açan açgözlü beyinler ve hırslı ruhlar; atışan medeniyetlerden birinde olmak zorunda kalacakları için tir tir titriyor (merak etmesinler,uzaya kaçarlar!).
Fukuyama, tam da bu noktada tarihin sonu iddiasının hâlâ geçerli olduğunu söylüyor. Tabii, ABD'ye yapılan saldırıların ve bunun yaratacağı sonuçların önemini göz ardı etmeden... 'Tarih' derken neyi kast ettiğini de şöyle açıklıyor:
"Benimki, liberal demokrasi ve kapitalizm gibi kurumlarla tanımlanan, insanlığın moderniteye doğru yüzyıllar süren ilerlemesine gönderme yapıyor. İşte, bu ilerleme bitti."
Gerçek değişmiyor
Fukuyama'ya göre, ABD'deki saldırılar ya da Afganistan'daki operasyonlar, dünya politikalarına hâkim olabilecek tek geçerli sistemin liberal ve demokratik batı sistemi olduğu "gerçeğini" değiştirmiyor. Buna direnen sosyalizm, faşizm, monarşiler; 1990'lara kadar tasfiye edilmişti, şu anda da durum farklı değil.
Huntington'ın tezlerine göre, medeniyetler çatışmasındaki en önemli öznelerden olan İslam ülkelerindeki insanların önemli bir kısmı, Fukuyama'ya göre liberal batının değerlerine göre yaşamak istiyor. İslam'ın kültürel, ekonomik ve siyasî örgütlenmesinin liberal batı değerlerine alternatif oluşturamayacağına göre, hâlâ tarihin sonundayız.
Pragmatik bir bakış açısından evet. Gerçekten de, ne ABD'deki saldırılar ne de "anti-terörist" ittifakın operasyonları, kısa vadede küresel kapitalizmin talanını ortadan kaldıracak gibi duruyor. Hatta silah ve uyuşturucu alanı, küresel ekonomik durgunluğun önünü açabilir ve küresel ekonomide görece bir rahatlama olabilir. İslam'ın değerlerinin, Batının değerlerinin yerini almaya gücünün yetmeyeceği de ortada. Ama diğer yandan unutulan bir-iki "ufak tefek" nokta var.
Adaletsizlik teması
Birincisi, Bin Ladin'in eylem sonrasındaki konuşmalarında İslamî vurgu kadar etkili olan bir "adaletsizlik" vurgusu var. Bin Ladin'in örgütünün bu eylemi yapıp yapmadığı ya da Bin Ladin'in "adaletsizliğe hayır" çığlığını içten atıp atmadığı değil önemli olan. Önemli olan, küresel kapitalizmin efendilerinin tarihin sonunu ilan ettikleri dönemi de içeren çok uzun bir süredir açlıktan kırılanların, sefalete mahkûm olanların çığlıklar atıyor olmaları.
Bu çığlıklar şimdi "Oh, onlar da yaşadı!" ve "Amerika Afganistan'a saldırıyor, ama onların dünyaya çektirdiklerinin yanında 11 Eylül ne kalır?" gibi sorularla kendini ortaya çıkarıyor olabilir.
Bu durum bu seslerin her zaman böyle ("batılı, insancıl, özgürlükçü" vs. devlet adamlarının ağzından konuşacak olursak) "vahşi" olduklarını göstermez. Ama onların hep öfke dolu olduklarını gösterir. Şimdi, özellikle İslam ülkelerindeki sesler İslamcı diye tabir edilen kesimden yükseliyor. Ama hep öyle değildi. Bana kalırsa, İslam ya da İslam'ın savunusu da o kadar önemli değil. Bu, açlık ve sefaletin, kendilerini bundan muaf sayan batılılara tuttuğu bir ayna.
Eylemin o kadar fazla "hümanist" tepkiyle karşılaşmaması, aksine ABD ve müttefiklerinin Afganistan'a saldırılarının yuhalanması tek bir şeyi gösteriyor:
Adaletsizlik, bu uçurum, bu umursamazlık artık katlanılabilir gibi değil. ABD ya da Avrupa da bunu yok sayamaz; sayamayacağını gördü.
"Teröre ölüm, yaşasın liberal ekonomi" sloganları atan devlet adamları kendi halklarından aynı sloganı duyamıyorlar -özellikle şu anda "yalaka" pozisyonunda bulunan devletlerde. Kapitalizmin sevinçten havalara uçtuğu 1990'ların başında ortaya atılmış olan "tarihin sonu" iddiası, artık tek geçerli sistemin liberal-kapitalist ekonomik ve kültürel örgütlenme olduğu yönündeki küstahlığın kabul edilemez raddeye gelip gökdelene toslamasıyla iddiasını yitirdi.
Henüz çökmedi ama...
Evet, henüz çökmedi, küresel kapitalizm hâlâ derinleşiyor ve bir savaşla ya da saldırıyla yıkılmaz. Hatta bundan güçlü de çıkabilir. Ama "tarihin sonunda" beliren yaşam biçimi dayatmasının kendisini artık geçmişteki kadar rahat ifade edebilmesi olanaksızlaştı.
İkinci nokta da şu: O haşmetli gökdelenlerde ya da uçaklarda ve hatta devasa kentlerde kendilerini rahat hissedemeyecek olmaları. Bunun yarattığı ve yaratacağı tahribatı görmek biraz zaman alacaktır kuşkusuz.
17 Ağustos depreminden sonra Marmara Bölgesi'nde (ve medyanın da etkisiyle tüm Türkiye'de) hissedilen o derin güvensizlik duygusu, şimdi tüm dünyadaki "gelişmiş" bölgeleri sarsıyor. Kameralar, güvenlik görevlileri, her türlü teknolojik zırh ve bilumum donanıma sahip kalelerde yaşayan, çalışan, buradan işlerini kontrol eden vs. Hiçkimse bu kalelere güvenemeyecek artık.
Alet edavatla korunma ve ötesi
Varoşların hemen dibine dikilen ve koruma amacıyla etrafı duvarlar ve kameralarla çevrilen lüks sitelerde yaşayanların huzur içinde uyumaları olanaksız. Ya da olanaklı olması için daha da fazla güvenlik talep etmeleri gerekecek. Ve sonra daha da fazla güvenlik. Bu taleplere verilecek yanıtlar, batının liberal değerlerine aykırı olmak zorunda değil mi?
Evet, teknolojik alet-edevatla da koruma sağlanabilir, hem de en gelişmişleriyle, ama onların gücü de bir yere kadar yeter. Bu, 11 Eylül'deki eylemle kısmen görüldü. Daha fazla güvenlik gerekli; önce yasal düzenlemeler, sonra kültürel kodlama -ve genetik müdahalelerin de işe yarayacağı düşünülürse- bu, liberal felsefenin iflâsı demektir.
Daha doğrusu, iflâs etmişti zaten; bu iflâsın ilânı demektir. Bu korkulan süreç tam olarak faşizme denk düşmüyor ama, daha ilginç bir tablo çıkabilir karşımıza: Faşizmi artık belirsizlik anında istikrar isteyen "alt sınıf" talep etmez; orta ve üst sınıf kendi standardının düşmesine razı olur, "altlaşır" ve bugün alt sınıf dediğimiz kesim de sınıfsal tahlillerin içine sığmayacak kadar yok sayılır. Bu yeni ve daha büyük bir çatışma alanının açılması anlamına geliyor.
Liberal değerlerini korumak ve yaymak amacında olan kapitalizm, dünyanın önemli bir kısmına sefalet yaşatıyor. Liberal yasalarını koruyarak,aynı zamanda da kendisini koruması ne kadar olanaklı? Fukuyama'nın bu denli rahatça ortaya attığı tezin dillendirilmesi pek kolay değil artık. O tez 1990'ların başındaki sarhoşlukla ortaya atılmıştı; Fukuyama özür dileyeceğine ısrar ediyor!
İllüzyon ve genel ruh hali
Kuşkusuz, Fukuyama'nın söylediklerinde şu açıdan da haklılık payı var: Dünyadaki devletlerin çoğu, batılı değerlere uygun bir örgütlenmeye gitmeye çalışıyor. 8 Ekim tarihli makalesinde bunu söylüyor. Devletler hâlâ Batılı değerlere göre kendilerini ayarlamaya çalışıyorlarsa, bu durumda tarihin sonunun devam
ediyor olması gerekli.
Bir neo-liberale yakışacak, hoş bir illüzyon. Eğer tarihin tek öznesi devletler olsaydı, doğru olurdu. Ya da devlet boyunduruğuna girmiş her birey ve topluluk, devletlerine itaat etselerdi...
Sorun, küresel kapitalizmin ulus-devletleri tasfiye etme sürecine girmesi ve ulus-devletlerin bu durumu kendi tebaalarına dayatmasıdır zaten. Ama gerçekten de her yerden buna uygun sesler mi yükselecek? Küresel kapitalizm karşıtı eylemler veya 11 Eylül saldırısını yaratan ve bu saldırının yarattığı ruh hâli, münferit vakalar mı?
Devletlerin ve şirketlerin bu savaşı istiyor olması, gezegenimizin mevcut durumunda önemlidir ve etkilidir, ama hâlâ tek istek bu yönde değil! 11 Eylül'deki saldırının ardından -sonradan utanma ve kızarma numaraları yapsalar da- insanlarda beliren şaşkınlıkla karışık sevinç duygusu ve çoğunluğun Afganistan'a yönelik saldırılara karşı çıkması, Fukuyama'ya bir şey anımsatmıyor, herhalde.
Devletler, şirketler ve onların sözcüleri ne kadar ısrar ederlerse etsinler, herkes tarihin sonunun geldiğine kâni değil. Herkes Fukuyama'yla, sefalet, açlık, adaletsizlik, kölelik ve AIDS gibi belaların kaderi olduğu noktasında hemfikir değil
Akşamdan kalmış olma sancısı
Bir bakın, gerçekten de, kim inanıyor bu savaşın özgürlük, adalet ve müttefik devletlerin ağızlarında gevelemekten sıkılmadıkları "değerler" için yapıldığına -Afganistan'ı Rambo'nun tepindiği çorak arazi sanan ahmaklaştırılmış Amerikalılar dışında?!
Tarihin sonu zaten hiçbir zaman gelmemişti. Kapitalizm, zafer sevinciyle fazla içip sarhoş naralar attığı bir on yıllık geceden uyandı o kadar. Şimdi de, akşamdan kalmış olmanın sancısıyla, saçmalıyor. (NU)