CNN, Fox TV ve BBC. Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece de 20.30'dan 03.30'a kadar aynı kanalları izledim. Bu üç kanal arasında gezinirken, gerek içerik, gerekse görsel sunum, altyazı, yayın akışı gibi sonuç olarak genel yayın politikasını belirleyen unsurları not ettim.
Önce bir kaç temel saptama:
* Savaş, kriz, kargaşa gibi olağanüstü durumlarda medyaya karşı her zamankinden daha uyanık, daha bilgili olmamız gerekiyor. Medya bombardımanından mağdur olmamak için akıl, zeka, bilgi, eleştiri yeteneklerimiz ile kuşku filtrelerimizi iki katına çıkarmalıyız. Her zaman başvurduğumuz farklı kaynak sayısını artırmamız gerekir.
* Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) İngiltere ile birlikte Irak'a saldırdığı bir askeri harekatı iki Amerikalı ve bir İngiliz televizyonundan izlemek aslında o kadar da ilginç bir yöntem değil. Çünkü saldırganla, saldırıyı aktaran aynı milletin mensupları, aynı kültürü paylaşan kişi ve kurumlar olduğunda saldırıya tek gözlükle bakmak tehlikesi var.
* ABD saldırısını, evet CNN, Fox ve BBC'nin yanısıra belki de İsrail televizyonundan izlemek, hem bilgi hem de bakış açısı zenginliği bakımından pek geçerli bir yöntem değil.
* Bu nedenle profesyonellerin, meraklıların ve tabi ki maddi ve linguistik olanağı olan yurttaşların, Irak TV'sini yanında El Cezire'yi de izlemeleri salık verilir. Bu arada Amerikan politikalarına muhalefet eden Fransa ve Almanya medyalarını izlemek de, konuyu daha iyi kavramamızı sağlar.
Elveda nesnellik
* İki Amerikan ve bir İngiliz TV kanalını not alarak izledikten sonra, artık sadece Amerikan gazetecilik mekteplerinde okutulan ve etik bildirgelerde tozlanan bir yaklaşımın nasıl iflas ettiğine tanık oldum: Yaklaşık 12 saatlik yayın boyunca her üç TV de, sürenin neredeyse yüzde 95'ini Amerikan/İngiliz kaynaklarına ayırdı.
* İlk gün Saddam Hüseyin'in 6 dakikalık ilk açıklaması, Irak Enformasyon Bakanı ile Kültür Bakanının toplam 5 dakikayı geçmeyen açıklamalarının yanısıra 3 kanalda Irak yoktu. İşin ilginç tarafı, Saddam Hüseyin'in 6 dakikalık konuşması hakkında belki yarım saatlik yorumlar yapıldı.
* Yani o 6 dakikalık naklen konuşmadan yansıma ihtimali olan Irak bakış açısı da yarım saatlik yorumlarla nötralize edildi. BBC, ki yayın ilkelerinde -Karşı tarafın görüşünü mutlaka alın- der, CNN ve Fox'dan sadece süre açısından biraz farklıydı, çünkü Irak'ın Londra İşgüderi ile BM'deki Büyükelçisi de 2-3 dakika ekranda görünebildi.
* Objektivite, tarafsızlık kavramları için değil ama 'Çatışan taraflara eşit uzaklıkta durma' ilkesinin , özellikle savaş ortamında nasıl da berhava olduğunu görmek hiç de bir şey değil.
* Önce üç ekrandaki alt logoları aktarayım. Her ekranda tabi ki kurumların ana logoları var, ayrıca hepsinde 'Live'(Naklen) ibaresi var, bir de bombardıman başladıktan sonra sağ alt ya da sol üst köşeye yerleştirilmiş özel program logosu var. Alt logo dediğim işte bu:
CNN: Irak Vuruluyor ya da Irak'a Darbe
BBC: Irak Savaşı
Fox: Yüksek Terör Alarmı
* CNN gerek teknik olarak gerekse sürat olarak BBC ve Fox'a göre önde idi. CNN, Atlanta ve Kuveyt'de iki merkez kurarken Beyaz Saray, Pentagon, Bagdat, Doha, Kuzey Irak, Amman ve daha bir çok bölge kentindeki muhabirini devreye sokarak zengin bir yayın akışı sağladı.
Önce yayınla, sonra tekzip et
Ancak bu zenginlik mekan ve muhabir zenginliği. Bakış açısı ve içerik aynı olduğu için, böyle yapay bir zenginlik yaratma ihtiyacı duymuş olsalar gerek. Çoksesli, çokrenkli değildi CNN, sadece çokmuhabirli idi. BBC her zamanki gibi sakin, soğukkanlı, temkinli ve mesafeli idi.
Haberi erken vermek değil, doğru vermek gerektiğini biliyordu. Yine de ilk iki gün 2. Dünya Savaşı ya da Malvinas (Falkland) tarzı habercilik tarihine geçecilecek bir girişimde bulunmadı. Fox ise çoğu zaman uçtu.
* Bu kadar yoğun ve karmaşık bir ortamda BBC-CNN-Fox arasında ve her kanalın kendi içinde, haber açısından çeşitli çelişkiler gündeme geldi. Özellikle CNN ile Fox, hızlı haber vereceğim diye çoğu zaman verdiği haberi ya da yayınladığı altyazıyı silmek, geri çekmek, tekzip etmek zorunda kaldı.
Örneğin Bağdat Radyosunun yayın frekansının Amerikan kuvvetleri tarafından ele geçirildiği öne sürüldü. Sonra yine de Bağdat radyosuna dayanarak Saddam Hüseyin'le ilgili haberler vermeye başladı hem CNN hem de BBC. Fox bu arada sözkonusu radyonun
'İşte Bağdatlılar, beklediğiniz gün geldi' diye yayın yaptığıunı öne sürdü. Taa ki, Bağdat'taki CNN muhabiri Bağdat radyosunun yayınına normal bir şekilde devam ettiğini açıklayana kadar.
Kürt yok, CIA fiyaskosuna da sus
* Türk medyasına da özel olarak yansımayan iki önemli konu: Kürt meselesi ve CİA fiyaskosu. Ankara, resmi politikalarında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Kuzey Irak'a girme isteğinin gerekçesini 'sınır güvenliği', 'olası mülteci akını' ve 'insani yardım' olarak açıklarken, Batı medyası, çok açık bir şekilde, Ankara'nın Kuzey Irak'ta oluşabilecek Kürdistan'dan çekindiğini ve bunu önlemek için bölgeye girmek istediğini belirtti.
İnsan kendi ülkesinin politika ve niyetlerini başka bir ülkenin medyasından öğrenebiliyorsa, yurttaş olarak pek de olumlu bir konumda olmadığımızı anlıyoruz.
Birinci günkü nokta operasyonu, yani toplam maliyeti 40 milyon dolar olan 40 füzenin atılması, hem global hem de Türk medyası tarafından başarı olarak sunuldu. CİA'nın israrı üzerine, planlanan saldırı tarihi öncesinde, Saddam Hüseyin, iki oğlu ve üst düzeyli yetkililerin bulunduğu bir evin saptandığı, bunun üzerine bu eve saldırı düzenlediği söylendi.
Şok ve dehşet
Ne var ki Saddam Hüseyin'in kızlarından birinin evi olduğu söylenen bina bombalanmıştı ama Hüseyin ailesinden hiç kimse vurulmadı. Bu başlı başına bir istihbarat fiyaskosu.
Bu yenilgiyi 'Fırsat Hedefi', 'Esnek Planlama' adıyla sunup 'Kelle Koparma' operasyonu adı altında pazarladı CNN.
Bu saldırının başarısızlığı aslında Cuma akşamı başlaması gereken ve 'Şok ve Dehşet' kod adı verilen geniş çaplı saldırılardan önce yine nokta saldırılarının düzenlenmesine yol açtı.
Saddam Saddam mı?
Araya fazla zaman bırakmamak gerekiyordu. Bu fiyaskoyu örtmek için de, her üç kanal uzun süre, Irak TV'sinde ekrana çıkan kişinin Saddam Hüseyin olup olmadığını tartıştı.
BBC, altyazıda 'Irak TV'si Saddam Hüseyin'in olduğunu iddia ettiği bir konuşma yayınladı' dedi. Çünkü medyatik gerçek gereği Saddam Hüseyin ölmüş olması gerekiyordu. Öldüyse bir sahtesi ekrana çıkabilirdi ancak!
Biri ötekinden daha az propagandacı ya da daha ince
CNN'in tarafgirliğini büyük ölçüde BBC sayesinde görmek mümkün oldu. Fox, ABD ve Amerikalı bakışın dışında hiç bir şey yayınlamazken, CNN işine gelmeyen haberleri sadece altyazı olarak banttan verdi.
BBC ise Perşembe akşamı Suriye, İran, Ürdün ve Suudi Arabistan TV'lerinin savaşı nasıl aktardığını sadece haber bültenlerinin altyazılı çevirisiyle verirken, dünyanın dört bir yanındaki savaş aleyhtarı gösterileri de görmezden gelmedi.
CNN bir ara New York, Times Square'deki gösteriyi olumsuz bir şekilde kısaca verdi ardından hemen 'Ama bakın savaşı destekleyenler de var' diyerek savaş yanlılarının toplantılarını aktardı. Dengeleme...
Fox TV izleyenlerin ise bu gösterilerden haberi bile olmadı. Keza BBC, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Alman Başbakanı Gerhard Schöerder'in açıkalmalarını aktardı.
CNN, Fransa'dan söz etti ama Gare de Lyon'daki Ricin gazına değindi sadece. CNN ABD'nin Michigan eyaletinin bir kentinde yaşayan Irak kökenli Amerikalılarla uzun uzun söyleşiler yaptı. Bu arada ilginç bir cümle ya editörün gözünden-kulağından kaçtı ya da naklen yayın olduğu için sızdı:
CNN Muhabiri, Arap-Amerikalı yurttaşa soruyor:
- Saddam'ın devrilmesini istiyor musunuz?
- İstiyoruz. Saddam Batı'nın adamıdır. Onu oraya kim getirdiyse ve kim desteklemişse, şimdi alsın götürsün!
Bu cümleyi söyleyen sevimli Iraklı açıklamasının ardından kameraya pis pis sırıttı bir de...
Siz kimsiniz?
Fox muhabirleri hep, CNN muhabirleri ise çoğu zaman, ABD'den, Amerikan kara, hava ya da deniz kuvvetlerinden sözederken 'Biz' diyordu ya da birinci çoğul şahış kipini kullanıyordu. BBC muhabirleri ise bu hataya hiç düşmedi.
CNN'de ve Fox'da en az bir kaç kez, merkezdeki sunucu ile savaş bölgesindeki muhabirin soru-cevap seanslarında, merkezdeki sunucunun cehalet ya da beceriksizliği sayesinde bire gerçek çıktı ortaya.
Merkez, muhabir biraz ayrıntılı bir betimleme sorduğunda, muhabir 'Merkez Komutanlığı bize bu konuda bilgi vermememizi salık verdi. Aksi takdirde burada çalışma koşullarımızı sağlayamayacaklarını belirttiler' diye yanıt veriyordu. Hele CNN'in bir muhabiri, konu hoşuna gitmiş olsa gerek, 'Biliyorsunuz, biz haberlerimizle burada çarpışan askerlerimize en küçük bir zarar vermek istemiyoruz' dedi.
Gazetecinin milleti
Şimdi, sadece savaş muhabirliğinde değil gazeteciliğin tüm alanlarında gerçekten de bir ilke var: ' Muhabir, herhangi bir kişinin hayatını tehlikeye düşürecek, yaralanmasına ya da ölmesine neden olabilecek haberi vermez, yayınlamaz'.
İyi güzel de, ilke de 'Kendi milletinin mensupları' diye bir ibare yok ki... Savaş kışkırtıcı yayın yaparken, Iraklıların ölümüne neden olabilecek, hadi diyelim ölümüne neden olmasa bile, bu saldırıları haklı ve meşru göstermeye yönelik haber ve bilgi verirken bu ilkeye uymayacaksın ama işin ucu ABD ordusuna değince, ilkeden sözedeceksin.
Tutarsızlık. Bu, işin sadece bir yanı. Belki daha önemli yanı ise, Amerikan merkez komutanlığının Amerikalı gazetecilere, neyi nasıl yayınlamaları gerektiğini bir süre önce düzenledikleri kamp çalışmalarında öğretmiş olmaları.
Bunu sadece Fox ve CNN'de değil, BBC'de de gördük. Yaşı, kıdemi, hatta ırkı farklı muhabirlerin hepsinin aynı bakış açısına sahip olmaları tesadüf mü?
Propoganda aracı: Altyazı
Altyazı da önemli bir propaganda mecrası olarak kullanılıyor. Altyazı önemli. Çünkü gürültülü mekanlarda ya da izleyicilerin TV'nin sesini duyamadıkları mekanlarda, bu altyazılar ilgiyle okunuyor.
Mesela Bush'un ilk günkü konuşmasında - ki naklen yayınlandı-, ABD Başkanı 'Bu savaş öngörülenden daha uzun ve daha güç olabilir' dedi. BBC, açıklama sırasında bu cümleyi alt yazıda kullandı. CNN de kullandı ama bir kelimeyi keserek kullandı: 'Bu savaş öngörülenden daha uzun sürebilir'.
Medyanın militarizmi
Medyanın militarizmi en çok Fox'da sonra CNN'de en az da BBC'de görüldü. Bombardımanın olmadığı saatlerde, özel programdaki zaman boşluklarını doldurmak için ekranlar adeta silah fuarına döndü.
Bombalar, füzeler, silahlar uzmanların açıklamalarıyla bir savaş reklamı kuşağının unsurlarıydı.
Biraz flu görüntüler, biraz parazitli seslerle ölümcül gerçek olan savaş canlandırılmaya çalışıldı her üç kanalda da. NTV ile CNN Türk'ün dışında çok az izleyebildiğim Türk kanallarında bu dramatizasyon ek fon müzikleri, görüntü ve şemalarla en üst düzeye çıkarılmıştı.
TV'ler sonuç olarak savaşın, Amerikan egemenliğinin cilalanıp satıldığı tezgahlar haline geldi.
Doğrusunu yapmak imkansız değil
Sözkonusu üç kanalı meslekdaşların bulunduğu bir ortamda izlemek önemli bir avantaj oldu benim için. Hızla akan görüntü ve verilen haberlere rağmen sık sık insani müdahalelerle, laf atarak, nida sesleriyle minik de olsa tartışma başlatma olanağı oldu.
Kıyaslama değerlendirme yapabilmenin ilk şartı olsa gerek. Bilgi önemli, analitik ve sentetik yaklaşım da önemli.
Tüm bu olumsuzlukları salt teknik, mesleki sebeplerle açıklamak mümkün değil. Gazetecilik, habercilik son derece ideolojik, siyasal ve toplumsal bir meslek. Savaştan yana iseniz, milliyetçi iseniz Fox gibi ya da CNN gibi yayın yaparsınız.
Savaştan yana olmanıza rağmen, geleneksel gazetecilik ilke ve yaklaşımlarına hiç olmazsa biraz önem verip saygı duyuyorsanız BBC gibi yayın yaparsınız.
Ama hem savaşa karşıysanız, ki bir gazeteci, bir yayıncı ilke olarak savaşa ve her türlü şiddete karşı olmalıdır, hem de iyi gazeteci iseniz, çok da iyi, olumlu, akıllı, sakin, bilgi ve fikir verici bir habercilik, bir yayıncılık yapmak mümkün.
Önce bağımsız ve özgür olmak gerekli. Minimum insani vicdan şiddet, adaletsizlik ve saldırıya karşı çıkar. Savaşan taraflarla herhangi bir organik bağlantınız olmayacak.
Ulusal çıkar, reyting, süsleme gibi anlamsız akımlara kapılmayacaksınız. Saldırgana karşı mağdurdan, ölüme karşı hayattan yana olacaksınız. Gerisi çok zor değil. Bunu eskiden de yakın geçmişte de başarmış yazarlar ya da gazeteciler var.
Mesela Doğu Timor'da John Pilgrim ya da yüzyılın başlarında John Reed, 'Dünyayı Sarsan On Gün'de, ki sonuç olarak uzun bir savaş röportajıdır, bunu yapabilmişti. (RD/NM)