"Düşünsenize Haneke'nin Altın Palmiyeli filmi Aşk, Oscar'da da sürpriz yaparak beş dalda aday oldu ancak tüm Türkiye'de sadece üç sinemada oynuyor. Öte yandan Celal ile Ceren 600 kopyayla sinemaya giriyor..."
Azize Tan 2006'dan itibaren İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın düzenlediği ve geçen sene 31'incisi yapılan Uluslararası Film Festivali'nin yöneticiliğini yapıyor. Kendisine Festival, Filmekimi, sinema ve şahsi tecrübeleri hakkında sorular yönelttim, bir İstanbullu olarak şehirle ilgili duygularının nasıl değiştiğini sordum.
Son yıllarda Filmekimi etkinliğinizi Türkiye'nin çeşitli şehirlerine yaydınız. Aldığınız tepkiler neler oldu? Bundan sonra bu projeyi nasıl geliştirmeyi düşünüyorsunuz?
Son iki yıldır İstanbul dışında İzmir, Bursa, Konya, Trabzon, Gaziantep, Erzurum, Ankara, Diyarbakır, Van ve Batman'a gittik Filmekimi'yle. Beklediğimizin üzerinde bir ilgiyle karşılaştık.
Son zamanlarda sinemada bir tekelleşme söz konusu. Büyük bütçeli yerli ya da yabancı bir film vizyona girdiğinde salonların büyük kısmı bu filmleri oynuyor. Alternatif sinema örneklerini görmek giderek zorlaşıyor. Anadolu'nun farklı kentlerine gittiğimizde, ki özellikle üniversite olan şehirlere gitmeye gayret ediyoruz, bu filmlere ilgisi olan bir kitlenin olduğunu ama bu filmlere ulaşmakta zorluk çektiğini gördük.
İstanbul'daki izleyicilerde artık belli bir doyumdan bahsetmek mümkün. Anadolu seyircisi İstanbul Film Festivali'nin ilk yıllarındaki o sadık sinefil kitleyi hatırlattı bize.
Filmekimi'nin İstanbul dışında da bilinilirliği çok fazla. O nedenle Filmekimi'yle bir şehre gittiğinizde sinema meraklıları mutlaka bizi buldu.
Özellikle İzmir'de sanırım süreyi ve film sayısını artıracağız. Bizim için de İstanbul dışındaki izleyicilerin tepkisini görmek farklı bir deneyim oldu. İlerleyen yıllarda Filmekimi'nin gittiği şehir sayısını artırmak ve kaynak bulabilirsek her şehirde bağımsız yapımların sürekli gösterileceği sinemaların kurulmasını sağlamaya çalışacağız.
İstanbul Film Festivali ilk yıllarında sinemeseverler için eşi bulunmaz bir vahaydı. Son yıllarda artan benzer etkinlikler ve internet sanki bu tekeli kırmış durumda. Bununla başetmek için neler yapıyorsunuz? Festivalinizin yeni alanlarından bahseder misiniz?
İstanbul Film Festivali'nin seyircisiyle çok organik bir bağı var. Sadık kitlemizin yanında yıllar içinde yeni seyirciler kazanmayı başardık. 32 yılın tecrübesiyle çok iyi programlar oluşturmaya gayret ediyoruz.
Aslında Anadolu'daki izleyicinin karşılaştığı, alternatif sinema örneklerini sinemalarda izleyememe sorunu İstanbullu izleyici için de söz konusu. Bu filmleri takip eden kitle yine festival zamanı buluşmaya başladı. Kalan zamanlarda ne yazık ki bu filmleri ya internetten indirmeyi ya da korsandan izlemeyi tercih ediyorlar.
Düşünsenize Haneke'nin Altın Palmiyeli filmi Aşk, Oscar'da da sürpriz yaparak beş dalda aday oldu ancak tüm Türkiye'de sadece üç sinemada oynuyor. Öte yandan Celal ile Ceren 600 kopyayla sinemaya giriyor.
İstanbul, artık ulaşımın giderek zorlaştığı bir şehir. Eğer film size yakın bir sinemada oynamıyorsa ya da siz tam gitmeye niyetlenmişken bir haftanın ardından sinemalardan kalkıyorsa o zaman festival yine bir vaha haline geliyor. Farklı ülke sinemalarını ve yönetmenleri takip eden kitle aradığını yine festivalde buluyor.
Bunun dışında her yıl izleyici için farklı bölümler oluşturmaya gayret ediyoruz. Örneğin bu yıl İstanbul Bienali ile ortak hazırladığımız bir bölümümüz var.
Geçtiğimiz yıl Devrimin Filmini Çekmek adlı bölümde yakın coğrafyamızdaki devrim hareketlerinin sinemadaki izdüşümü üzerinden son derece güncel bir tartışma başlatmaya çalıştık. Geniş bir yelpazede, deneysel filmlerden komediye, çocuk filmlerinden belgesellere geniş bir seçki sunuyoruz.
Her şeye rağmen son yıllarda sansür/otosansür veya fanatik gruplarla yüzleşmek zorunda kalmış olduğunuzu tahmin ediyorum. İlginç anekdotlarınız mutlaka vardır...
Tınaz Titiz'in Kültür Bakanı olduğu dönemde başını Elia Kazan'ın çektiği bir grup sanatçı festivalde sansürü kınamış ve o yıl festivallerin sansürden muaf tutulması karar bağlanmıştı. Bu muafiyet ne yazık ki sadece yabancı filmleri kapsıyordu. Ancak şu anda durum daha da kötü.
Gösterdiğimiz filmlerin tüm sorumluluğu festival yöneticileri olarak bize ait ve herhangi bir şikayet durumunda, ki bu şikayetler çok keyfi olabiliyor, zorluklar yaşanabilir.
Geçen yıl LGBT filmlere özel bir bölüm ayırdığı için !F'e yapılan ağır eleştiriler aslında durumun vahametinin bir göstergesi. Benzer durumları bazı filmler için biz de yaşayabiliyoruz ve işin acı tarafı sizi eleştiren bu fanatik gruplar çoğunlukla filmleri görmemiş oluyor. Sadece konusu, ismi ya da fotoğrafı yüzünden filmlerle ilgili önyargıya sahipler.
Zaten son dönemlerde gençlerimiz hayatın kendisinden bile korunması gereken, en ufak şeyden akıl ve ruh sağlıkları zarar görecek bireyler olarak algılanıyor. Türkiye'de tahammül sınırlarının bu kadar azalmış olması kaygı verici.
Uluslararası İstanbul Film Festivali dünya çapında gün geçtikçe dikkat çekmekte olan Türkiye sineması için bir vitrin vazifesi görüyor. Ulusal yarışmada verilen Altın Lale yurt içinde de fazlasıyla saygın bir ödül haline geldi. Bu konudaki çabalarınızı ve son yıllarda gelişen yerel sinema konusundaki fikirlerinizi bize aktarır mısınız?
Yerel sinemanın gelişmesinde festivalin de katkısı olduğunu düşünüyorum. Bugünün sinemacıları için bir okul görevi gördü festival uzun yıllar boyunca.
Şimdi de sizin bahsettiğiniz gibi hem Altın Lale yarışmasıyla hem de festival kapsamındaki zengin Türkiye sineması bölümüyle bu filmlerin ulusal ve uluslararası alanda daha görünür olması için çalışıyor.
Festivale gelen 300'ün üzerindeki yabancı konuğun çoğu, ki bunların arasında yabancı basın, festival seçicileri, dağıtımcılar, yapımcılar ve sektörün önde gelen kurumlarının temsilcileri var, Türkiye'de sinema alanında neler olup bittiğini takip etmek için geliyorlar.
Bu nedenle, yarışma dışında da Yeni Türkiye sineması ve belgesellerle birlikte 50'ye yakın film gösteriyoruz ve o yıl ülkemizde sinema alanında neler yapıldığını hem kendi izleyicimize hem de gelen yabancı konuklara toplu olarak sunmaya çalışıyoruz.
Bunun dışında, bu yıl sekizincisini düzenleyeceğimiz Köprüde Buluşmalar aracılığıyla artık Türkiye'den filmlere daha proje aşamasında destek vermeye başladık. Proje Geliştirme Atölyemiz, Türkiye-Almanya Ortak yapım Fonu ve Yapım Aşaması atölyeleri aracılığıyla Türkiye'den film projelerine farklı aşamalarında destek vermeye, uluslararası ilişkiler kurabilmeleri, fon yöneticileriyle tanışmaları ve ortak yapımcılar bulabilmeleri için rehberlik etmeye gayret ediyoruz.
Kadir Balcı'nın 2010 yapımı Turquaze filmi gurbet konusuyla ilgili çok başarılı bir yapımdı. Kısa da olsa gecekondu mahallesindeki komşu rolünün hakkını verdiniz. Sinema aşkınız nasıl başladı ve şu an hangi mertebede, bizimle paylaşır mısınız?
O rolü filmin Türkiye'deki yapımcısı arkadaşım ve şimdi iş arkadaşım Gülin Üstün ayarlamıştı. Sohbetlerimiz esnasında bir filmde oynamayı ne kadar istediğimden bahsetmiştim. Şaka bir anda ciddiye bindi.
Çok küçük bir roldü ama repliğim bile vardı. Şimdi önüme gelen yönetmene rol vermesi için yalvarmaya başladım. Aramızda profesyonel bir iş ilişkisi de olduğu için şimdiye kadar pek yanaşan olmadı.
Mart ayında Kutluğ Ataman'ın filminde bir rolüm olacak galiba. Bu sefer replik yok ama olsun ben sette olmaktan büyük keyif alıyorum. Zaten festivalde çalışmaya da böyle başladım. Festivalde çok filme gidince öğrenci harçlığım yetişmiyordu, ben de bari çalışayım da filmleri para vermeden izlerim diye düşündüm ve altyazı çevirileri yaparak başladım.
Sinema aşkımın iki müsebbibi de annem ve teyzemdir. Annem her çarşamba okulu kırmama izin verip sinemaya götürürdü. Festivalle de teyzem sayesinde tanıştım. Akşam 9.30 seanslarında orijinal dilinden film seyrederek bugünlere geldim.
Beyoğlu sinemaları tek tek kapanıyor. Üstelik hepsi geçmişte festival mekanlarıydı. Bu konuda İKSV olarak bir şeyler yapılması düşünülüyor mu?
Bu konuyla ilgili bazı projelerimiz var ve bunları gerçekleştirecek kaynak arayışındayız. Bu durum bizi de son derece zor durumda bırakıyor. Kapanan sinemalar hem şehrin belleğinde doldurulmaz boşluklar açıyor, hem de giderek daha küçük salonlara mahkum oluyoruz.
Sinemanın o görkemli günlerini hatırlatacak tek salon kalmadı İstanbul'da, ne kadar hazin. Her şeyi yıkıp ya da yukarı taşıyıp yeniden yaparsak aynı duyguyu yaratabilirmişiz gibi geliyor ama ne yazık ki sonuç bundan çok daha farklı oluyor.
Emek sineması ve Cercle d'Orient bloğunun bir kültür adasına dönüştürülememiş olmasının kaçan büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Özellikle de buranın kamu mülkü olduğu düşünülünce. Böyle projeler için uygun mekan ve kaynak bulmak da zaman alıyor.
Emek sineması durumunda yüzde 50 kamu, yüzde 50 özel sektörün işbirliğiyle gerçekleştirilecek bir proje yapılması önerimiz kabul görseydi toplumun Emek sinemasıyla ilgili hassasiyeti sayesinde bu proje için kaynak yaratmak mümkün olabilirdi. Oysa son mahkeme kararıyla durum iyice çıkmaza girdi. Başka mekanlar da o kaynak arayışında aynı heyecanı yaratmıyor.
Organizasyon konusunda benzerleriyle kıyaslanamayacak, neredeyse kusursuz festivallere imza atsanız da gösterimlerin yapıldığı salonlarındaki havalandırma kalitesi konusunda sinema işletmecileriyle işbirliğine girmeniz gerektiğini düşünüyorum, ne dersiniz?
Salonların havalandırma dışında da sorunları olabiliyor ama özellikle Beyoğlu'ndaki sinemaların bu konuda yatırım yapacak bütçesi yok. Her yıl festival öncesi sinemaların özellikle teknik anlamda bakımının yapılması ve iyileştirilmesi için sinemalarla işbirliği yapıyoruz ancak salon sahibi olmadığımız için bu iyileştirmeler de sınırlı oluyor.
Dünya festivallerini takip etmek için çok seyahat ettiğinizi biliyorum. İstanbulu diğer merkezlerle kıyasladığınızda neler görüyorsunuz? Bir İstanbullu olarak şehrin geçirdiği evrimi nasıl karşılıyorsunuz?
Şehir başdöndürücü bir hızla değişiyor. Bizim çapımızdaki festivallerin çoğunun bir festival merkezi var, bizse her yıl acaba bu yıl festivali Beyoğlu'nda yapmaya devam edebilecek miyiz endişesiyle yaşıyoruz.
Taksim'deki çalışmalar da bizi doğrudan etkileyecek. Nisan ayına kadar trafiğin biraz daha düzene girmesini umuyorum. Biz de aksımızı biraz kaydırdık Nişantaşı ve Feriye sinemalarıyla ve Kadıköy Rexx sinemasıyla artık Beyoğlu dışında da merkezler oluşturmaya çalışıyoruz. Festivalin 30. yılında bundan sonraki en büyük hedefimizin bir festival merkezine sahip olmak olduğunu yazmıştım. Umuyorum bu projemizi hayata geçirebiliriz.
Önümüzdeki aylarda yapılacak 32. İstanbul Film Festivaliyle ilgili sinemaseverleri heyecanladırabilecek bir haberi bu röportaj vesilesiyle paylaşmanız mümkün olur mu? Teşekkürler.
Henüz programla ilgili bilgileri paylaşmadık ama gelecek yönetmenlerden birini söyleyeyim. Geçen yıl Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülünü kazanan ve bana göre son dönemin en heyecan verici yönetmenlerinden Meksikalı Carlos Reygadas bu yılki konuklarımızdan olacak ve tüm filmleri festival kapsamında gösterilecek. Kendisi de bu kapsamda bir sinema dersi verecek. (MT/AS)