Ben daha neye uğradığımı anlamadan, kendimi gardırobumun önünde televizyona çıkan bir feminist ne giyer diye düşünürken buldum. Bir yandan da ev arkadaşlarımı uyandırıp, "Çabuk bir Gülbence programı bulun, neler oluyor oralarda bilmem lazım," şeklinde şuursuz cümleler kuruyordum.
Yedi sekiz denemenin ardından o sabah zaten giymeyi düşündüğüm kot pantolonum ve tişörtümle televizyona çıkmaya hazırdım! Olay şuydu, Gülbence programında konu maçolukmuş. İş bu sebeple Nihat Doğan maçoluğu temsilen programa katılacakmış, arada yeni çıkan albümünün de tanıtımı olacağını ben sonra öğrendim ya neyse. Bendenizden de feminist olmam münasebetiyle maçoluğun ne meşum bir şey, maçoların da ne melun insanlar olduğuna dair fikirlerimi ifşa etmem isteniyordu.
Ben sorumlu bir feminist olduğum için Nihat Doğan'ı ciddiye alıp Ekşi Sözlük'ü de dahil eden Google arama motoruyla başlayan müthiş bir hafiyelik yaptım. Nihat Doğan, bildiğiniz gibi değil, bir derya, bir deniz. "Bakire olmayan kızla evlenmem", "ben varoşların prensiyim", "delikanlının Allahıyım," minvalinde savurduğu cümleler yeterince fikir vermişti bana.
Altyapı çalışmasını da tamamlayıp, annemden başlayarak Gülbence programına çıkacağımı bir iki kişiye söyleme gafletinde bulundum. Annem, konuyu merak etmeye bile gerek duymadan, "Düzgün giyin, öyle paspal paspal çıkma yetmiş milyonun karşısına," diyerek hevesimi yerle bir etti.
Yetmiş milyon lafı gerçekten vücutta bir heyecan dalgası yaratıyormuş. Gelin görün ki, artık çok geçti. Ben ikinci darbeyi ATV'nin makyaj odasında, "Siz de üstünüzü değiştireceksiniz değil mi, yan odada giyinebilirsiniz," diyen ATV emekçisi kızkardeşime öyle bakakalarak yaşadım zaten. Sabah beni arayan Asuman Hanım beni makyaj odasında Allah için ezdirmedi. Hatta abartıp "Kızımız zaten güzel, makyaja da ihtiyacı yok aslında," diyerek üç yıllık şefkat ve iltifat ihtiyacımı da doyurdu.
Makyaj odasıyla başlayan sosyal gözlem sürecimin içine ATV çalışanlarının sosyal haklarını öğrenmek, mesai ücreti alıp almadıklarını, sendika üyesi olup olmadıklarını sormayı sıkıştırarak ve dolayısıyla da iyice uzaydan gelmiş durumuna düşerek geçirdim.
Veee işte o büyük an geldi, bulunduğumuz odaya Nihat Doğan girdi. İtiraf edeyim önce tanımadım. Benim hatırladığım Nihat Doğan küçücük bir oğlancağızdı. Cam şakırtıları arasında "Kırdın kalbimi, gel al gönlümü," diye yanık yanık bağırıyordu. Ve hatta bugünkü Deniz Akkaya'yla hiç ilgisi olmayan en bi gerçek Deniz Akkaya o klipte oynuyordu. Neyse kendisiyle tanıştırıldık. Ardından Gülben Ergen'le tanışma şerefine de erip mikrofonum da takılınca, "Allahım benim ne işim var burada?" hisleriyle programa çağrılacağım anı beklemeye başladım.
Gülben Ergen, "Şimdi çok önemli bir konuğum geliyor," diyerek beni anons ettiğinde sigara içiyordum. Sigarayı nereye atacağımı bulamadım. Yine itiraf ediyorum, yere atıp, çıktım. Nihat Doğan ve Gülben Ergen karşımda, yanımda da Seniha'yla birlikte sorularımı beklemeye başladım. Sol kolumu koltuğa dayamıştım, fakat sağ kolumun bir gün başıma bela olacağı hiç aklıma gelmezdi.
Ben sağ kolumu nereme koyacağımı düşünürken, ilk soru geldi, "Maçoluk nedir sizce Beyhan Hanım?" Güya hazırlıklıyım, zihnim sağ kolum ve maçoluk arasıda gidip gelirken, "Erkeklerin kadınlar üzerinde hak sahibi olduklarını zannedip, kadınları baskı altına alıp istedikleri gibi yaşamalarını sağlatmaya çalıştıkları...." diye başlayıp sonunu bağlamayı nasıl başardığımı hatırlamadığım bir cümleler silsilesi sundum ortalığa.
İlk darbeyi atlattığımı sanıyordum ki, seyircileri unutmuşum, beyefendinin biri çıkıp, "Hamfendi moçoluğu yanlış tarif ediyor. Ben maçoyum ama öyle değilim," diyerek sol kroşeyi savurdu. Ben usul adap bilmediğimden bu saldırıyı Gülben Ergen, mikrofonu adamın karısına uzatarak boşa çıkardı. O esnada benim ettiğim her cümleye müdahil olmaya çalışan Nihat Doğan, bir ara beni sıkıştırmaya çalıştığını o kadar aleni gösterdi ki, "Sen bi sus da ben konuşayım," cinsinden bir laf ettim. O arada Nihat Doğan önce susup, sonra "Siz feminist misiniz ki böyle konuşuyorsunuz," deyip, benden de evet cevabını alınca gerçekten sustu.
Neyse ki bir ara lafı alıp eviçi emeği filan anlatmayı başardım. Çünkü bu programlarda konuşmak pek mümkün olmuyor. Dakika başı, "Hooop Nihat Doğan bir şarkı söylesin, eee Beyhan Hanım feminizm ne demek? Demek öyle. O zaman şimdi de Seniha'dan bir şarkı dinleyelim," diye sürüp gidiyor. Ara sıra da seyirciler ağızlarına geleni söyleyip, kenardan alkışlama işaretini alınca da alkışlayıp duruyorlar.
Velhasıl kelam, seyirciler arasından bir kadının, hanım hanım, ağzını topla ses tonuyla, "Ben T.C vatandaşıyım, bizim yörelerimiz törelerimiz var, yok öyle erkeğine saygısızlık falan...." diye başladığı cümleye, "Ben de T.C vatandaşıyım ki. Hem kadınlar, yasalar, medeni kanun....." derken kendimi birden bu defa sol kolumu nereye koyacağımı bilemez halde program kapanışında buldum. Çünkü sağımda Gülben Ergen bana belimden sarılmış, eh mecburen ben de sağ kolumu onun beline koymuşum, Nihat Doğan'la Seniha da Caney Caney söylerken, ben hâlâ sol kolum, cebime koysam o da olmaz, Allahım....
Not: Programı üç gün sonra evde yaklaşık on beş kişi seyrettik. Komikti, ben o kadarını söyleyeyim. Annem aradı. Babam onu da örnek verdiğim için kızdı. Annem benden yana çıktı. Arkadaşlarım beğendi. Eski komşularım aradı. Bazıları hâlâ ben olduğuma inanmıyor... (BD/BB)