Akademisyen Damla Topbaş’ın “Erkeklik Krizi” isimli kitabı İletişim Yayınları aracılığı ile okurla buluştu.
Damla Topbaş kitabında "erkeklikten" muzdarip olanların sesi olmayı hedeflediğini söylüyor ve görünen o ki bunu da başarıyor.
Kitap, erkeklik krizini deneyimleyen ve duygularını ifade edecek dili veya onlar adına konuşacak sesi olmayan erkekler için bir rehber niteliğinde.
Kitabında "erkeklik krizini" ve erkeklerin aldatılma deneyimlerini feminist bir yaklaşımla ele alan akademisyen Topbaş, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet normlarına ve bireyler üzerindeki etkilerine dair önemli bir bakış açısı sunuyor.
Evlilik birliği içerisinde aldatılmış 10 heteroseksüel erkek ve romantik ilişkisinde aldatılmış 10 heteroseksüel erkek ile derinlemesine görüşmeler yaparak araştırmasını tamamlayan Topbaş, “Erkeklik Krizi”ni ve detaylarını bianet’e anlattı.
Topbaş, “Annem görüşmelerde başıma bir şey gelir diye çok korkuyordu. “O kadar erkekle konuşamazsın”, “bu araştırmayı tamamlayamazsın” diyerek yoluma taş koyan ‘erkek hocalar’ da çoğunluktaydı. Sanırım bu süreçte beni en çok destekleyen kişi tez danışmanım Doç. Dr. Kurtuluş Cengiz oldu” diyor.
“Erkeklik Krizi’nin kaynağı ataerkil toplumsal cinsiyet düzeni”
Erkeklik Krizini tanımlar mısınız? Neden “aldatılma” üzerinden ele aldınız?
Erkeklik krizi, eleştirel erkeklikler çalışmaları alanında, politik, akademik ve popüler söylemde kendisine sıklıkla yer bulan bir kavram.
Erkeklik krizine ilişkin ilk tartışmalar erkeklerin toplumsal cinsiyet normlarını ifa edemedikleri durumda deneyimledikleri başarısızlık halini rol çatışması üzerinden ele alıyor.
Bu kavram, daha sonraları, erkeklik kimliğinin ve performansının istikrarsız yapısına işaret ederek erkeklerin mikro düzeydeki deneyimlerini ele almak için kullanılan bir analiz çerçevesi sunuyor.
Görece daha az değinilmekte beraber, ekonomik krizler gibi makro süreçlere ve savaş ve pandemi gibi kriz sonrası durumlarda erkeklerin erkeklik kimliklerinin nasıl etkilendiğine odaklanılarak analizler geliştiriliyor.
Biliyorum, bu noktaya kadar kavramı tam olarak tanımlamadım. Zira, literatürde erkeklik krizine ilişkin üzerinde mutabakat sağlanmış bir tanım yok. Bu nedenle kavram aşırı kullanıma maruz kaldığı gibi aynı zamanda tanım itibariyle de müphem.
Örneğin, gerici/muhafazakâr olarak addedilen feminizm karşıtı müttefikler de erkeklik krizi kavramına başvuruyor ve bu kavram üzerinden erkekleri ‘erkek olmalarına izin verilmeyen bir kitle’ ve ‘yeni mağdurlar’ olarak öne sürüyorlar.
Ben çalışmamda erkeklik krizini erkeklik kimliğine ve erkekliğin performatif yönüne içkin bir kriz olarak ele aldım.
Bu krizin kaynağı ise yüzyıllardır kadınları erkeklere kıyasla daha sarih biçimde sömüren ataerkil toplumsal cinsiyet düzeni. Ancak, sosyo-politik ve ekonomik çalkantı dönemlerinde bu krizin daha fazla açığa çıktığını, bu dinamiklerin eril iktidarı sarstığını ve hatta onu dönüştürmeye zorladığını da iddia ediyorum.
Krizi, aldatılma deneyimi üzerinden ele almamın nedeni, heteroseksüel ilişkilerdeki bu deneyimin hem mikro düzeyde kadın-erkek ilişkileri hem makro düzeyde Türkiye’nin toplumsal cinsiyet rejimi içerisinde erkeklik krizini tartışabilecek bir zemin yaratmasıydı.
Böylece mahrem addedilenin yapısal ve politik olduğunu ve dahası ataerki ile ayrılmaz biçimde iç içe geçtiğini gösterdim.
Kısacası, erkeklerin aldatılmaya verdikleri tepkileri ataerkil normlar, hegemonik erkeklik ve AKP dönemi mahremiyet siyaseti ekseninde gelişen bir erkeklik krizi deneyimi olarak ele aldım.
“Çevrem beni araştırmayı yapmaktan vazgeçirmeye çalıştı”
Araştırmanızı yaparken hangi yollara başvurdunuz? Kaç kişi ile görüştünüz?
Nitel araştırma yöntemini benimsedim. Evlilik birliği içerisinde aldatılmış 10 heteroseksüel erkek ve romantik ilişkisinde aldatılmış 10 heteroseksüel erkek ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdim.
Toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ilişkisel boyunu göz önünde bulundurarak ve bu kriz deneyimini tarihsel olarak ayrıcalıklı konuma sahip bir toplumsal cinsiyet kategorisinin perspektifiyle sınırlı tutmamak adına araştırmaya kadınları da dahil ettim. Kadınların katılımı Türkiye’de kadın erkek ilişkilerindeki dönüşümü de ortaya koydu.
Katılımcıların çoğuna tanışıklık ağım üzerinden ulaştım. Bu bile oldukça zordu çünkü insanlar bir erkeğe “Hiç aldatıldın mı?” demeye dahi çekiniyorlardı. Keza çoğu zaman yakın çevrem beni araştırmayı yapmaktan vazgeçirmeye çalıştı.
Hatta annem görüşmelerde başıma bir şey gelir diye çok korkuyordu. “O kadar erkekle konuşamazsın”, “bu araştırmayı tamamlayamazsın” diyerek yoluma taş koyan ‘erkek hocalar’ da çoğunluktaydı. Sanırım bu süreçte beni en çok destekleyen kişi tez danışmanım Doç. Dr. Kurtuluş Cengiz oldu.
“Aldatılmak erkekleri üç şekilde etkiliyor”
Dedektifle de görmüşsünüz anlatır mısınız?
Evet katılımcı bulmak adına bir dedektifle de görüştüm. İnternet üzerinden İzmir’deki dedektiflik bürolarını araştırdım ve tek tek aradım. Zira, eşlerinin peşine dedektif takan erkeklerin varlığından haberdardım.
Kendimi ve araştırmamı görüştüğüm dedektiflere tanıttım ancak içlerinden yalnızca bir kişi yardımcı olabileceğini söyledi ve beni görüşmeye davet etti. İzmir’de bir iş kulesinde olan ofisinin altındaki bir kafede görüşmeyi kararlaştırmıştık ancak görüşmeye kısa bir süre kala beni ofise davet etti.
O an aklıma gelen ilk şey balkondan, rezidanslardan atılarak öldürülen, çoğu kez faili meçhul -ki biliyoruz ki fail erkek- cinayetlere kurban giden kadınlar oldu.
Ofise tek başıma çıkmak istemediğim için bir erkek arkadaşımı arayıp yanıma çağırdım. Burada aslında bir erkeğin yarattığı korkuyu başka bir erkeğin sağlayacağı güvenlik duygusu ile ikame ediyordum.
Erkek arkadaşımla birlikte ofise çıktık ve kapısında Doç. Dr. unvanı olan kendisini dedektif olarak tanıştıran orta yaşlarda bir erkek ile karşılaştık. Kendisi üniversitelerde bu konu üzerine dersler verdiğini iddia ediyordu.
Yanımda çeşitli ‘erkek müşterilerini’ arayarak çalışmamdan bahsetti ve yardımcı olmalarını rica etti. Sadece üç kişi bu teklifi kabul etti.
O kişilerle mülakatlarımda bu takip hizmetinin oldukça maliyetli olduğunu ve aldatılan erkeklerin dedektif tarafından ‘Kadını iyi yapamazsan aldatır seni tabii’ şeklinde erkeklik üzerinden yargılandıklarını gördüm.
“Kadınların özgürleşmesi erkekleri derinden korkutuyor”
Peki aldatılmak erkekleri nasıl etkiliyor?
Aldatılmak erkekleri en temelde üç şekilde etkiliyor: Birincisi, bu deneyim ataerkil toplumsal cinsiyet düzeninde erkeklik kimliğinin toplumsal meşruiyetini yaralıyor.
Türkiye gibi namus kültürlerinde bir erkeğin namusu, cinsel mülkiyeti olarak gördüğü kadının bedenini ne denli kontrol edebildiği ile ölçülüyor.
Bir anlamda erkeğin kadının arzularının da bekçisi olması gerekiyor. Ancak bunun mümkün olmadığını görüyoruz, arzular başına buyruk. İkincisi, heteroseksüel erkeklerin aldatılma deneyimi erkeklik performansını kesintiye uğratılıyor.
Bu performansın bir yönü ‘erkekliğe geçiş’ olarak tanımlanan bir kadına ‘sahip olmayı’ ve onun üzerinde kurulan tahakkümü sürdürmeyi içeriyor.
Aldatılma durumunda ‘başarısızlığa’ uğrayan bu performans, erkeklerin bilhassa öteki erkekler tarafından katı biçimde erkeklik üzerinden yargılanmaları ile sonuçlanıyor.
Erkeklikler arasındaki hiyerarşi burada devreye giriyor. Aslında, erkeklerin kalp kırıklıklarıyla baş etmelerine giden yol birçok fail tarafından işgal edilmiş durumda.
Tam da bu nedenle çoğu erkek aldatılmayı çoğu kadından farklı biçimde deneyimliyor. Üçüncüsü, erkekler ‘ikinci cins’ olarak konumlandırdıkları kadınlar tarafından ihanete uğruyorlar.
Araştırmaya katılan erkeklere göre cinsellik gücü ve hazzı içeren eril bir alan, bu alanda kadınlar gibi ‘duygusal’ olarak tanımlanan varlıklar fail olarak pek de yer almaz. Ancak, cinsel faillik sergileyen kadınlarla karşılaşmaları onlara erkeklik iktidarının düşündükleri kadar sarsılmaz olmadığını gösteriyor. Tam da bununla bağlantılı biçimde, kadınların özgürleşmesi onları derinden korkutuyor.
“Eril politika erkek şiddetinden besleniyor”
Kadınları nasıl etkiliyor ve asıl merak ettiğim şey şu aldatılmak kadın ve erkeği farklı mı etkiliyor?
Erkeklere sunulan sınırsız cinsellik hakkı ve cinselliğin skor anlayışı üzerinden bir erkekleşme biçimi olarak dayatılması ataerkil bir imtiyaz. Bu imtiyaz erkeklerin partnerlerini aldatmasını bir anlamda kültüre dahil ediyor.
Böylece, kadınların aldatılma deneyimi söz konusu olduğunda birçok toplumsal failin sesi birleşip “Erkektir yapar” ataerkil inanışını yeniden üretiyor.
Yani, ataerkil düzen erkeklerin partnerlerini aldatmalarını çoğu durumda hoş görüyor. Biliyorsunuz, Türkiye’de zinanın yeniden suç sayılmasına ilişkin tartışmalar devam ediyor. Ancak zina suç sayılırken dini nikâhla birden fazla kadınla evlenmenin önünde bir engel görünmüyor. Dolayısıyla bu oldukça eril ve politik bir mesele.
Söz konusu kadınlar olduğunda mesele ‘zina’ ve ‘namus’ üzerinden ele alındığı için kadınlar için daha yıkıcı sonuçlar ortaya çıkıyor.
Kadın ‘namussuzluk’ yaptığı gerekçesiyle çoğu zaman ailesi tarafından dışlanıyor. Biliyoruz ki erkeklerin ‘kıskançlık’ olarak öne sürdükleri gerekçeler haksız tahrik indiriminin, Eylem Ümit’in (2024) ifadesiyle erkeklik indiriminin/hakkının, kapısını açıyor.
Ek olarak, ataerkil toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, kadının evliliğe ya da romantik ilişkiye daha fazla yatırım yapmasının da temel nedeni.
Bu durum kadınların aldatılmaya verdikleri tepkilerin toplumsal cinsiyetlendirilmiş biçimde farklı şekilde deneyimlemesine yol açıyor. En nihayetinde ataerki, erkeklerin ve kadınların aldatılma deneyimlerini koşullandırıyor.
Kitabınızda duyguların eril politikası diye bir kavramdan söz ediyorsunuz? Bize biraz bunu açar mısınız?
Bu eril Batılı erkek öznenin kendisini rasyonalite üzerinden kurarken, kadını irrasyonel olarak tanımladığı duygular alanına hapsettiği Aydınlanma’dan beri süregelen bir politika. Bu politika erkekler tarafından hangi duygunun yüzeye çıkarılıp çıkarılmayacağını da belirliyor.
Buna ataerkil toplumlarda erkek olmanın en onurlu biçimini belirleyen hegemonik erkeklik idealleri eşlik ediyor. Bu idealler, sert, rasyonel, duygulara teslim olmayan bir erkeklik kimliğini vaaz ediyor.
Erkekler ayrıcalıklı konumlarının tehdit edildiğini düşündükleri anda öfke duygusuna geniş bir alan açıyorlar, zira öfke erkeklikle özdeşleşmiş bir duygu olarak benimseniyor, bu da erkeklerin ayrıcalıklı konumlarını sürdürmelerini sağlıyor.
Bu öfke kadınlara yönelik erkek şiddetini sürdürüyor, erkeklerin eşitsiz toplumsal cinsiyet ilişkilerine yatırım yapmasını sağlıyor. Dahası eril politika bu erkek öfkesinden besleniyor ve güç devşiriyor. Tam da bu nedenle duyguların eril politikası diyorum.
“Erkeklerin de ataerkil kültüre meydan okumaları elzem”
Kitabınızdan yola çıkacak olursak “erkeklik krizi”nin çıkışı var mı?
Erkeklik krizinden çıkış var. Bu çıkış, ataerkil toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine karşı çıkmakla mümkün. Zira hegemonik erkeklik idealleri erkekleri de kurban ediyor.
Aldatıldığında intihar eden erkekler bu durumun bir göstergesi. Butler’ın (2016) dediği gibi, tutkular alanında kırılganlığın güçsüzleştirici bir karakter özelliği olarak ele alınması eril politikayla yakından ilişkili.
Dolayısıyla ben, kırılganlığın özsel kabulünün erkekleri toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine katabileceğini düşünüyorum. Böylece, o kırılganlıklar politik alet edevatlar haline kolayca getirilemezler.
Neticede, krizden çıkış özsel olarak kırılganlığı kucaklamakla, erkekliği dönüştürmekle, pozitif erkekliği benimsemekle ve kadınların eşitlik mücadelesine katılmakla mümkün. Susan Faludi’nin (2019) de ifade ettiği gibi erkeklerin de ataerkil kültüre meydan okumaları elzem.
Son olarak bu haberi okuyanlar kitabınızla ilgili ne öğrensin istersiniz?
Bu kitapta orta sınıf heteroseksüel erkeklerin aldatılmayı ataerkil toplumsal cinsiyet normları dahilinde bir erkeklik krizi olarak deneyimlediklerini ve yaralanan erkeklik kimliklerini onarmak adına ne tür bir erkeklik teçhizatı geliştirdiklerini feminist bir yaklaşımla eleştirel bir şekilde ortaya koyuyorum.
Aynı zamanda, erkeklik krizi tartışmasını Türkiye’nin daha geniş sosyo-politik manzarası içinde konumlandırıyor ve böylece, mahrem addedilen kişisel deneyimler ile daha büyük yapısal ve politik güçler arasındaki derin bağlantıları inceliyorum.
Son mesajınız nedir?
Kitabı yazarken eleştirel erkeklik çalışmaları alanının önemli isimlerinden Stephen Whitehead “Kimin için yazdığınızı unutmayın, toksik erkekliği deneyimleyen ancak duygularını ifade edecek dili veya onlar adına konuşacak sesi olmayanların sesisiniz” demişti.
Bu kitapta “erkeklikten” muzdarip olanların sesi olduğumu düşünüyorum. Dilerim bu ses okuyucuya da ulaşmıştır.
(EMK)
Kaynakça
Butler, J., Gambetti, Z., & Sabsay, L. (Eds.). (2016). Vulnerability in resistance. Durham: Duke University Press.
Faludi, S. (2019) Stiffed: The Betrayal of the American Man. New York: HarperCollins
Ümit, E. A. (2024). Haksız Tahrik: Bir Erkeklik Hakkı. İstanbul: İletişim Yayınları