Türkiye bir süredir Ergenekon Davası ile çalkalanıyor. 2009'da ülkemizde doruğa çıkması beklenen krize bir de siyasal bir kriz eklenecek gibi gözüküyor. Ergenekon olayı solun bir bölümünce "devletin içinde egemenler arası bir iç hesaplaşma" olarak görüldü. BirGün gazetesinde manşetten dile getirilen "Yiyin Birbirinizi" yaklaşımı solun hayatın kenarında kalmasının başka bir örneği olarak eleşitirildi. Buna karşılık sol liberal çevreler bu konuda başlarda hemen bir iyimserliğe kapılarak AKP'nin statükoyu sarsacağını ve askeri-bürokratik baskıcı-emredici otoriter yapıyla bunlar etrafında şekillenen devletçi ideolojiye darbe indireceğini düşündüler.
Sonuçta toplumun bir bölümü Ergenokon yapılanmasına karşı durup bunu demokratik açılımın umut verici bir etabı olarak görürken diğer bir bölümü; ulusalcı, kemalist reflekslerle bilinen geleneksel duruşlarını gösteren çevreler, bu gelişmeleri laikliğe ve Cumhuriyetin temel kurumlarına karşı bir mücadelenin adımı olarak değerlendirdiler.
Bunların dışında kalan bağımsız aydınlar ve yazarlar ise Ergenekon gerçeğinin derin devlet ve silahlı çeteler arası ilişkiler ağı içinde ele alınarak uzunca süredir sahnelenen alışılmış entrikaların ve provokasyonların hukuk devleti gücüyle engellenmesini savundular ve gerçek demokrasinin sağlanması açısından bu soruşturmaya, AKP'nin laiklik karşıtı beklentilerini ayrı tutarak, tarihsel süreç açısından olumlu baktılar. Ancak Ergenokon soruşturması sırasındaki hukuki gariplikler, genişleyen tutuklamalar, ilgisiz gibi görünen olay ve kişilerin yan yana getirilmeleri bu soruşturmaya karşı kamuoyunda güvensizlik duyulmasına yol açtı. Kısaca ülke siyasal anlamda ekonomik kriz yanında başka bir tartışmaya doğru süreklenmeye başladı.
Soruşturmanın hukuki dayanaklarının anlaşılması hiç şüphesiz suçluların ortaya çıkartılması, adam öldürme, bombalama gibi gözle görülen işlenmiş suçların faillerinin bulunmasına hizmet edecek ve bu tür eylemlerde devlet adına hareket edenlerin artık bir daha tekerrür etmeyecek şekilde engellenmesini sağlayacaktır. Bu konuda olgunlaşacak tepkiler ve duyarlılığın artması demokrasinin derinliği açısından elbette önemli. Bu olayın çeteleşme, cinayet, sabotaj gibi iddianamede detaylarıyla işlenen genişletilmiş örgütsel bağlantılarının ortaya çıkartılması dışında yakın tarihimizin en ciddi siyasal hesaplaşmasının da konusunu teşkil etmesi, yeni bir siyasal sürecin de başlangıcında olduğumuz iyimserliğini uyandırmaktadır.
Taraflar
Ancak burada kafaları karıştıran, bu hesaplaşmanın hangi taraflar arasında başlayan bir süreç olduğunun hukuk ve demokrasi ilkeleri açısından verilecek yanıtıdır. Bunun için biraz geçmişe bakıp, devlet-siyaset yapılanmasıyla içi içe çalışan yakın tarihimizdeki darbelerin hatırlanması yeterli: 27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül-28 Şubat müdahalelerini yaşatan sosyal kırılma, sınıfsal çatışma, yönetenler açısından siyasi boşluk, statükoculuk, korumacı zihniyet, ordunun ağırlığı, halksız siyaset, devlete tabilik gibi sıralanacak sosyolojik ve tarihsel etkenlerin hazırladığı etkileşim halkalarına bakıldığında içinde bulunduğumuz karmaşık yapının anlaşılırlığı nispeten kolaylaşır.
Unutmayalım ki, bu ülkede ihtilal yapılması için ana muhalefet liderinden onay isteyenler; demokrasiden umudunu yitirip silahlı bir müdahale ile toplumcu bir devrim yapmak isteyen sivil-asker oluşumlar; sınıfsal çatışmaların tırmanmasından ürkerek statükonun devamını üstlenen işbirlikçi darbeci zihniyetler de olmuştur ve siyasetin bir türlü normalleşemediği bir toplumda bu tür müdahaleler siyasal hayatımızın “olağanlaştırılması” adına çözüm olarak görülmüştür.
Yaşam tarzı dönüşüme uğrayan, modern siyasal yönetim araçlarını çalıştırmakta sorunlu olan; derinleşmemiş bir hukuk sistemini uygulamakta zorlanan; demokratlık, sınıfsal haklarını, eşitlik, adalet, özgürlük temelinde toplumsallaştıramamış olan; örgütlülük, hoşgörü, eğitim, kültürel donanımlar gibi beceri ve özellikleri yeteri kadar içselleştirmemiş bir toplumda kakofoniyi andıran bir karmaşadan kurtulmamızın çok güç olacaktır.
Taban mücadelesi
Yaşananları anlaşılır kılmak için bu güne kadar toplumsal hafızamıza yerleşmiş ön kabullerden kurtulup, eksikliklerimizin üstüne nesnel bir analizle gitmeliyiz. Bu bağlamda öncelikle, içinde yaşadığımız toplumun demokrasi tarihinin önümüze getirdiği engelleri aşmak zorundayız. Demokrasiyi devletin vatandaşına sunduğu bir lütuf olarak değil tabandan gelen mücadelelerle güçlenerek meşrulaşmış, eşitlikçi ve özgürleştirici haklara dayanarak işleyen toplumsal yaşamın temel ekseni olarak göremediğimiz sürece bu tarz yasa dışı eğilimlere engel olamayız.
Öte yandan, Ergenekon soruşturmasının beklenen sonuçları itibarıyla mevcut iktidarın tarihsel karşıtlarına karşı bir üstünlük kazanma, meşruluğunu güvence altına alma, siyasal ağırlığını toplumun inanç sistemlerindeki beklentileri üzerine kurma iradesi gibi tartışma götürür eğilimleri olması bu davadan umulan sonuçların zayıflamasına neden olmaktadır.
AKP iktidarının meşruluğunu geleneksel yapıya karşı savunma güdüsünün uzantısı sayılacak olan bir hukuk savaşı siyasi mevzilenme açısından kendisini güçlü kılacak kamusal desteğinin de temellerini oluşturmakta, kaçınılmaz şekilde siyasal güçlenme manevrasına dönüşmektedir. Sonuçta AKP iktidara gelmesiyle başlayan siyasetin yeni güçlerine karşı duyulan güvensizlik, böylesine bir temizlik harekatında olması gerekenin tersine hafızalarda silinmeyen endişelere yol açmakta, soruşturma amacıyla yürütülen kimi operasyonlar toplumda şüphe ve tepkiyle karşılanmaktadır. Toplumun sosyal altüst oluşunun şekillendiriği yeni şehirli sınıfların biçimlendirdiği siyasallaşma ile bu süreçten tedirginlik duyan geleneksel sosyal katmanların destek verdiği eskimiş otoriter-kurtarıcı yapıların çözüm arama tarzları arasında derinleşen kırılımın bunun en temel nedeni olduğunu söylemek gerekir.
Bu kırılımın açığa vurulması, şimdiye kadar faaliyetleri derin devlet güçlerince gizli bırakılmış suç örgütlerinin üzerine gitmekten çekinmeyen AKP iktidarının bir yandan elini güçlendirirken diğer yandan inandırıcılığını kanıtlanması açısından demokrasi açılımında da beklentilerin yükselmesine yol açmaktadır.
Aydınlatılamayan Susurluk olayı, Hizbullah-derin devlet ilişkileri, Üzeyir Garih cinayeti, Danıştay-Cumhuriyet baskını, Hrant Dink cinayeti gibi bir sürü kirli işlerin faillerinin AKP iktidarına tahammül edemeyen bir takım muhaliflerle bir arada yargılanmaya başlanması bu sürecin hukuk yönünü zayıflatarak siyasal bir mevzilenme ve gündem yaratma arzusunu akıllara getirmektedir. Bunun yerine Cengiz Çandar'ın dediği gibi Ergenekon iddianameleri “sadece araçlara değil, ‘amac'ı ortaya çıkaracak şekilde hazırlandığı ve iddialar maddi bulgularla desteklendiği ölçüde ikna edici ve etkili” olabilecektir.
Demokrasi platformu
Bu gelişmelere ana muhalefetin bakışının ise atılan adımların hukuk ve demokrasi açısından yeni bir yapılanma, tehditlerden arınma, siyasal anlamda temizlenme fırsatı olarak görülerek hukuka sahip çıkılması yerine taraflardan birini şartsız savunmak olması karamsar olmayı gerektiren diğer bir unsurdur.
Bu entrikalar ve siyasi hesaplaşmalar zincirinden bu tarz yaklaşımlarla kurtulmamız ve demokrasiyi sağlam bir zemine oturtmamız mümkün değildir. Parlamento dışında kalmış kişi ve kurumların bu hesaplaşmaları doğru tahlil edip, aldatılmak istenmediklerini yüksek sesle söylemeleri gerekiyor. Dava süreci içinde bir demokrasi platformunu sol oluşturmalıdır. Halksız siyasetin oyuncularına kendi çıkarlarına göre gündem yaratma, haber kirliliği yayma, beyin yıkama fırsatı tanımazsak, bunun için el birliği ile gerçek demokrasinin bilincini yaymaya, siyasal muhalefetin asli unsuru olduğumuzu her alanda göstermeye çalışırsak bu hesaplaşmaların yapay çizgisinden ülkemizi kurtarabiliriz. (AG/EÜ)