Geniş Açı Dergisi'nin her ay bir sanatçıyı bir çalışmasıyla birlikte tanıttığı sayfasında, geçtiğimiz ay Canan Şenol vardı. Hepimizin kanını donduran, irkilten, erkeklerden nefret etmemize yol açabilecek bir konuydu çalışmasının konusu: Ensest.
Şenol, "Bir Varmış Bir Yokmuş" (Es war einmal) adlı çalışmasını, Barbie ve Action Man oyuncakları kullanarak hazırlamış; çalışma Almanya'da sergilenmiş ve Alman polisi tarafından sansürlenmişti.
Geniş Açı'da yazanlara göre Şenol, "Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum" adlı yapıtında, bir babanın kızına cinsel istismarda bulunmasını ve bu durumu gözetleyen erkek kardeşin aynı istismarı küçük kıza uygulamasını konu ediyordu.
Şenol, tüm duvarları camdan olan sergi mekanında, yapıtlarının çevresini pembe boyayla kapatıp sadece gözetleme delikleri açarak, eserlerinin ancak bu gözetleme delikleri aracılığıyla görülebilmesini sağlamıştı.
Canan Şenol, yıllar önce Mor Çatı'da karşılaştığı bir kadının babasının ensestiyle başlayan, abisinin tacizleriyle devam eden ve evlendiği adamın şiddet ve tecavüzleriyle süren hayat hikayesini dinlemiş.
Şenol'un Geniç Açı'da sergisini anlattığı yazı da, bu hikayeyle başlıyor ve karşılaştığı başka olaylarla sürüyordu:
"Çok yakın bir akrabamızın oğluna tecavüz ettiğini, annemden öğrendim. Üstelik karısı bu durumu görmüş ve sesini çıkartmamıştı. Annemin bunu bana anlatması, olayı tüm akrabaların bilip görmezden gelmesi, bu tür olayların aile içinde nasıl örtbas edildiğinin, aile denen kurumun, ne yaşanırsa yaşansın korunmaya çalışıldığının göstergesiydi.
Bir sistem vardı ve aile, devlet, toplum, din gibi iktidar odakları tarafından kutsanmıştı. Hiçbir koşul ve durumda, o sistemin bozulmaması gerekiyordu. Ekonomi, politika, din, devlet ve toplum, özel hayatı içine alarak varlığını devam ettirebilir çünkü."
Canan Şenol'a ulaştığımda, 34 yaşında, bir kız çocuk annesi, sorgulayan, düşünen, düşündüklerini, öfkelendiklerini sanatıyla yansıtan feminist bir kadın buldum karşımda... Yağmurun herkesin evini, işyerini bastığı korkunç İstanbul günlerinden birinde buluştuk. Çantasından, diğer çalışmalarının kataloglarını çıkardı, her bir katalogda yeni sorular sormama yol açan başka bir çarpıcılıkla karşılaştım.
Anlattığı hikayelerin her biri; kadınların din, devlet ve aile içerisinde yaşadıkları baskının, gördükleri ikinci sınıf insan muamelesinin sanatçı gözüyle ve üslubuyla sorgulanışı, sohbetimizi daha bir zevkli kıldı.
Umuyorum ki, Şenol'un çalışmalarını daha sık görme fırsatımız olur ve yokmuş gibi gösterilen nice şiddet biçiminin ortaya serilmesini sağlayan Canan Şenollar da giderek artar...
Seni biraz tanıyabilir miyiz?
Güncel sanatla uğraşıyorum. Yapıtlarımı özel hayatın politikliği üzerinden yola çıkarak gerçekleştiriyorum. Üçe ayırıyorum işlerimi. Devlet, din ve aile ağırlıklı. Genelde bu üçünü inceliyorum. Kullandığım materyaller değişiyor. Kişisel tarihimden yola çıkarak yapıyorum. Çünkü bence bu bir tümevarım. O anda beni ne ilgilendiriyorsa, ne rahatsız ediyorsa, izliyorum. Önce onu seçiyorum. Sonra onu nasıl sunabileceğimi düşünüyorum. Bu bazen video, bazen fotoğraf oluyor. Sonra iş çıkıyor zaten. Yaptığım bütün işleri genellikle böyle bir süreç izleyerek hazırladım.
Konuların din, devlet, aile...
Ben bunlara iktidar odakları diyorum. İktidar odakları bizim özel hayatımızı oluşturuyor. O sistemin dışına çıkmak mümkün değil. Ben o sistemin içinde yer alıyorum. Ne kadar eleştirsem de. O sistemle birlikte kendimi eleştiriyorum aslında.
Nelerle karşılaşıyorsun işlerinin sergilenmesinde?
Sanatçı olarak bir kere, işlerimi sergileyecek mekân bulmakta zorlanıyorum. İnsanlar baktıklarında, "aa ne güzel,iyi," diyorlar. Ama genelde galeriler pek sergileme cesaretini göstermiyorlar. Sergilere çağrılmıyorum. Sergilendiği zaman, örneğin Almanya'da sansüre uğradı. Burada, Kadıköy'de bir internet cafede tabelada bir iş yapmıştım. O, Kadıköy Belediyesi tarafından çevreye zararlı bulunduğu için kaldırıldı. Somut iki tepkiye uğradım. Ama onun dışında zaten pek sergileme olanağı bulamıyorum işlerimi.
Kadıköy Belediyesi'nin kaldırdığı işin neydi?
Hamileydim o zamanlar ve ona, kızıma, hoş geldin demek istedim. Bizim olan internet cafenin camına "nihayet içimdesin" yazdım. Bu yazı iki içeriği de barındırıyordu. Bir kışkırtıcılığı da var tabii. Dolayısıyla çevreden geçenlerin kimisinin hoşuna gitse de kimisi de rahatsız oldu, o apartmanda oturanlar rahatsız oldu ve şikâyet üzerine belediye kaldırdı.
Almanya'da yaşadığınız olay...
2003'te on aylık bir burs kazanınca, kızımı da alıp Almanya'ya gitmiştim. "Aile"den yola çıkarak oyuncaklarla bir çalışma yapmaya karar vermiştim. Aktör ve aktrisleri ararken de "barbie"ler çıktı karşıma. "Barbie"leri hem istediğim şekle sokabiliyordum hem de eviçi kullanılan malzemeye ulaşma imkanı sağlıyordu.
Aile, aile içi şiddet, ensest üzerine bir çalışma hazırladım, "görmedim, duymadım, bilmiyorum" adını verdim. Galerinin her tarafı camdı. Ben özel hayatı anlattığım için ve küçük çocukları rahatsız edebileceği düşüncesiyle bütün cam mekânı pembeye boyadım ve küçük gözetleme delikleri açtım. Çalışmamın konusu özel hayattı. Sanat yapıtı teşhirci izleyici ise röntgenci konumundaydı. Çünkü herkes birbirinin özel hayatını merak ederken, kendi özel hayatını saklamayı tercih eder.
Sergi, "aile içi şiddet"i, "ensest"i, "evlilik kurumuyla ilgili işler"i konu ediyordu. Sergi açıldı. Açılışın hemen ertesinde, Alman polisi gece yarısı evime geldi. Almanya'dayım, Almanca konuşamıyorum, yanımda küçük bir çocuk var. Kızımla beni polis otosuyla sergi mekanına götürdüler. Polis, ensestle ilgili işimi gösterip "Bunu kapatacaksınız" dedi. Ben de küçük kağıtlara "sansür" yazarak kapattım. Dışarıdan bakanın bu serginin neden kapatıldığını bilmesini istedim.
Sonra polis, "Bütün pornografik fotoğrafları kapatın," dedi. Ben de, "Ben pornografik olduklarını düşünmüyorum, hangisi pornografikse siz gösterin," dedim. Çok sinirlendi, "Bütün çıplak barbieleri kapatın," dedi. Bu çok komik, bütün kızlar barbielerle, erkekler de action man'la oynuyorlar...
Sergi bir hafta boyunca sansürlü sergilendi, çok ilgi çekti. Ancak çok rahatsız da edildim. Birçok insan böyle "boktan" bir sergiyi yaptığım için beni tenkit etti. Sokakta sözlü tacizlere uğradım, alışveriş merkezlerinde bana satış yapmak istemediler, kızımın yuvasında kibar olmayan şekilde davrandılar. O arada, gazeteci olduğunu söyleyen ve bana ulaşmaya çalışan bir adam oldu, beni çok rahatsız etti ve polis buna müdahale etmedi. Takip edildim, evime girilmeye çalışıldı...
Danıştığımız avukatlar, "pornografi" sayılabilmesi için, çalışmamda organların görünmesi ve insan kullanılması gerektiğini, sergiye yönelik sansürün yasal olmadığını söylediler. Bir hafta sonra, sergiyi tekrar açtık.
O zaman bana yönelik tepki ve tacizler de arttı. Sergi salonuna, insanlar duygularını yazsınlar diye kağıtlar asmıştık. Yazılanların yarısı iyi sözlerse, geri kalanı da küfür ve hakaret oluyordu.
Sansürün gerçek sebebi ensestti. Çünkü insanlar bunu konuşmak istemiyor. Bunun varolduğunu reddetmek istiyorlar. Komşusunun, yakınının belki de kendisinin yaşadıkları konuşulduğunda, bununla yüzleşmek gerekecek. Bu nedenle, sansürlenmesini istiyor. Polis de böyle çalışıyor.
Ben "özel hayat politiktir" derken, kastettiğim buydu. Toplum ve polis birlikte çalışarak bu sergiyi kapattı. Amaç da aslında buydu. Sergiyi hazırlarken böyle bir sonuç düşünmemiştim, ama sergi sürecinde bunu da tamamlamış oldum.
Sansür de tepkiler de enseste yönelikmiş. Ama sergide başka çalışmalar da var...
Aile içi şiddet ve çocuklara gösterilen şiddet o kadar kanıksanmış ki, normal görülüyor. Aile içi şiddet dünyanın her yerinde sürüyor, ama tepki görmüyor.
Almanya'dayken, "Türkiye'ye kıyasla burası daha iyi değil mi?" gibi önyargılı sorularla karşılaştım. Bu soruları, "Türkiye'deyken buranın daha iyi olduğunu düşünüyordum, ama hiçbir fark olmadığını gördüm" diye yanıtladım.
Almanya'da herhangi bir kadın örgütü ya da kurum destek oldu mu sana?
Olmadı. Buna da şaşırıyorum. Ya ben reklamı iyi yapamıyorum. Ya da ilgilerini çekmiyor, bilemiyorum.
Türkiye'de de bir ses olmadı galiba, bu sansürle ilgili...
Sergi 2003'te oldu. Olay olur olmaz, hem Avrupa'daki hem buradaki sanat merkezlerine, gazetelere falan basın bülteni gönderdim. Çok kısa haberler çıktı basında, o kadar.
Feminist misin? Özel hayat politiktir şiarıyla ortada olan çok az sanatçı var...
Evet. Feministim. Ben kendime feminist dediğimde, insanlar, "Neden kendine feminist diyorsun," diyorlar. Neden demeyeyim. Bu utanılacak bir şey mi?
Son çalışman örtünme üzerine değil mi? Biraz ondan bahseder misin?
Kuran'daki bir sure örtünmenin özelliklerini anlatıyor. İşte başörtünüzü yakanıza kadar çıkartın, ziynetlerinizi saklayın ve ayaklarınızı yere vurarak yürümeyin ki, ses çıkmasın diye. Ben orada şunu diyorum. Örtünenler de sonuçta kadın. Dikkat çekmek istiyorlar. Kendi modaları var. Güzel görünmek istiyorlar. Çalışmamda gerçek örtüler ve saçlar kullandım. Aralarına da rüzgarda sallanınca ses çıkartan ziller koydum. Ziller ayak seslerini simgeliyor. Yani ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın aslında o ayak seslerini kadınlar bir şekilde çıkartıyor.
Örtünmeyle ilgili sergine de ilgi olmadı mı?
Sonuçta çok elit bir tabaka izliyor bunu. Ve gazetelerde hiç yer almadı. Bence çok riskli bir iş bu. Ben de şaşırıyorum tepki olmamasına. Yaptığım işin yapım aşamasında bir oto kontrol uygulamıyorum. Ama sergi aşamasında bazı korkular yaşıyorum. Allah'a şükür ki plastik sanatları seçmişim, kimse ilgi göstermiyor(gülüyor). 1998'de zina ile ilgili bir çalışma yapmıştım. Şimdi çok gündemde. Ona da ses çıkmamıştı.
Sanatçı alarak, anne olarak kadın olduğun için ayrımcılığa uğruyor musun?
Tabii ki. Zaten bizi bir kere kadın sanatçılar diye kategorize ediyorlar. Ben hiçbir sanatçıya erkek sanatçı demiyorum. Ama onlar bize, iltifat etmek istedikleri zaman bile, "Sen kadın sanatçılar arasında en iyilerdensin" diyorlar. Kendisi başka bir yerde yani. Ben ancak hemcinslerimle mukayese edilebilirmişim gibi. Anne olunca da sanki çocuğun yokmuş gibi davranman ve yaşaman bekleniyor. Halbuki imkânsız bir şey bu. Hayatını çocuğunla birlikte yeniden organize etmek zorundasın. O yokmuş gibi yaşayacaksam niye doğuruyorum ki zaten. (BD/BB)