Ağdalı Bir Film, ağdacı bir kadının, Emine'nin, bir gününü anlatıyor. Emine'nin gittiği evleri, pişirdiği ağdaları, yapıştırdığı bacakları, koltuk altlarını ve bu yapışkan sıcaklığın içerisinde geçen muhabbetleri konu alıyor. Bilen bilmeyen gelsin.."
Bardaki izleyici grubu
Böyle bir bilgi notu mailime geldiğinde aslında hiç ilgimi çekmedi. Yani çalıştığım çeviri bürosu barın karşısında olmasaydı, ben de son anda fikir değiştirip bir akrabanın düğüne gitmekten vazgeçmeseydim ağdalı bir filmi izleyemeyecektim. Filmin başlamasına 15 dakika kala bara gittik ve en güzel köşeyi kaptık.
İçeride bizden başka beş altı kişi vardı. Gelenlere şöyle bir göz gezdirdim. Barın değişik bölümlerine oturmuş birkaç genç kız bizim gibi bekliyorlardı. Hiç tanıdık yoktu.
Filmin başlama saati geldiğinde barın içi aniden dolmaya başladı. Bir ara üşenmedim saymaya başladım, 76'dan sonra saymayı bıraktım, çünkü bar gittikçe kalabalıklaşıyorduk.
Barda film izlemenin keyfi
İzleyici profili ilginçti. Ben bu filme yalnızca kadınlar gelir diye düşünmüştüm, ama sanki erkekler çoğunluktaydı. Üstelik izleyiciler yalnızca gençlerden oluşmuyordu. Entelektüel diye tarif edebilecek, orta yaşın üstünde hatta yürümekte güçlük çeken (yaşlı demek istemiyorum, benim de yaşım ilerledikçe en hassas yaram bu oldu) izleyiciler vardı.
Barda film izlemenin ayrı bir keyfi vardı. Bira ve meyve suyumuzu aldık. Ah birde sigara içilmese... Bu arada bize plastik bardaklar içinde ağda dağıttılar. Dağıtıcılardan bir tanesi benim masterden arkadaşımdı.
Çaktırmadan "ne yapacağız" diye sordum. "Yiyebilirsiniz sadece ağdalaşmış şeker" dedi. Neyse içim rahatladı. Bu arada tatlı bir kız her seferinde sesini biraz daha yükselterek "ağdalı filme hoş geldiniz" dedi ve bu çağrıların akabinde film başladı.
Yasak meyve ve Havva Ana
Filmin baş kahramanı Emine kötüce bir kuaför salonunda ağdacılık yapan, 45 yaşın üstünde güzelce bir kadındır. Film Emine'nin eski bir hikayesinin anlatımıyla başlar. Hikaye şöyledir:
Cennette yasak meyveyi yiyene kadar insanların tuvalet ihtiyacı olmazmış. Yemek yerlermiş, sonrasında da içlerindeki pislik buhar olup uçarmış. Ne zaman ki Havva Anamız yasak meyveyi yemiş, bu özelliğini kaybetmiş ve tuvalet ihtiyacı duymuş.
Ama cennet o kadar güzelmiş ki pisliğini hiç bir yere yapamamış. Tabii pisliğini de hiç bir yere atamamış, çaresiz koltuk altlarına ve bacak arasına sürmüş. O vakitten sonra da yaratan tarafından cezalandırılan insanlık kıllanmış.
Ağdacı Emine
Tıpkı ağrılı çocuk doğurma cezasının kadına verilmesi gibi, bu kılları aldırmak da kadının "yasak meyve" yemesinin ceza olmuş. Zaten kahramanımız Emine'de dünyaya bir daha gelse, yine ağdacılık yapacağını, kadınları pisliklerinden temizleyeceğini söylüyor.
Sözüm meclisten dışarı, teşbihte hata olmaz bizim oralarda bir laf vardır, "erkeğin kıllısı Ali'den, kadının kıllısı Ayı'dan" derler.
"Ağdalı Bir Film" bu hikayenin anlatımıyla başlıyor ve Emine'nin bir evde ağda yapmasıyla sürüyor. Küçük tüpün üzerinde kaynatılan ağda, sandalyede oturan kadın o kadar tanıdıktır ki, zaten filmin güzel tarafı da burasıdır. Bir film izliyor duygusuna kapılmasınız, sizin yanınızda olan bir olayı seyreder gibisiniz.
Kaş aldırmak zor zordur!
Emine bir taraftan ağda yapar, bir taraftan da kocasını çekiştirir, "el içine çıkmaz ki, yabani işte" falan gibi şeyler söyler. Diğer kadında "aman benimki de aynı der".
Koltuk altı, yarım bacak, kaş ve bıyıklar alınır. O an izleyicinin akıldan geçen ilk şey şu olur: "Kadınların hepsi birbirine mi benziyor acaba?" Benim aklımdan hiç geçmediğini söylersem yalan olur.
Laf aramızda kaşları aldırmak çok zordur. Bir kez iple aldırdım, iki saat başım ağrıdı. Bıyıklarımı ilk aldırdığımda da ağladığımı hatırlıyorum. Neyse "bunlara niye katlanıyoruz / katlanıyorsunuz" diye sormayın. İlk günahı işleyen ve kadını- tabii ki erkeği de, cennetten kovduran kadındır.
Emine'den ağda incelikleri
Bu sorulara kafamda yanıtlar bulurken film de devam ediyor. Ağdacı Emine bir yandan çalışırken bir yandan da işinin incelikleri hakkında bilgiler veriyor. "koltuk altına jilet vurmayın, azdırırsınız"; "kaşlarınızı kendiniz almayın, küstürürsünüz" falan gibi şeyler söylüyor.
Evin yaşlı kadınına, "teyze senin bir ihtiyacın var mı" diye soruyor. O da "aman benim nişanlım mı var ki ağda yaptırayım. Bizden geçti kızım, yaşlandık artık" diyor.
Durum anlaşılıyor. Meğer kadınlar bu kadar eziyete bizi anlamayan adamlar için katlanıyor. Emine parasını alıp tam çıkacakken, evin sahibi kadın bir çanta dolusu eski kıyafetle geliyor ve "Emine bunları çocuklarına giydirirsin" diyor.
Fakirlik işte... Gözü kör olsun. Ağdacı Emine bir anda sessizleşip silikleşiyor. Ağda yapmaya geldiğindeki güveni bırakmış bir şekilde oradan ayrılıyor.
Emine'yle ikinci karşılaşmamız çalıştığı kuaförün ağda odasında oluyor. Bir kadına yarım bacak ağda yaparken görüyoruz. Bu ağda odaları da vallahi her zaman düzensiz ve pistir.
Ağdacı'nın beyaz atlı prensi
Yıllar önce genç bir kıza ağda yaptırmaya giderdim ve her seferinde çok mutsuz dönerdim. Zavallı çocuk öğle saatlerinde o kadar yoğun olurdu ki, çalıştığı oda da, kendisi de ter kokardı.
Kızın bir bacağı diğerine göre daha kısaydı ve uzun süre ayakta kaldığında çok acı çekerdi. Bir gün nişanlandı. "evleneceğim ve bir daha çalışmayacağım" diye de çok mutlu oldu. Filmi izledikten sonra o kızın beyaz atlı prensinin, bizimkiler gibi kurbağaya dönüşüp dönüşmediğini pek merak ettim.
Artık filmin sonlarına yaklaşıyoruz. Emine yarım bacak ağdadan sonra, genç bir kıza "paket" ağdası yapıyor bu kez. Emine'den yeni bir şey öğreniyoruz: "Paket" ağdanın, kıllar çok fazla uzayınca çok acı veren bir ağda yapma şekli olduğunu.
Kısa zamanda çok şey anlatan film
Bu durumda kılları ya fazla uzatmayacağız, ya da daha az acısın diye bez ile aldıracağız. Filmin sonunda Emine televizyon karşısında, bir taraftan kanalları değiştirirken, bir taraftan da bir şeyler atıştırıyor. Film de burada bitiyor.
Eh ne olacak ki zaten kısa filim. O anda bardaki yoğun alkış sesiyle anlarsınız ki, izleyici filmi pek sevmiştir. Kalabalık, barın karanlık salonunu bir uğultu halinde terk ederek kendi dünyasına dönüyor.
Filmle ilgili sadece iki kelam edebiliriz. Birincisi oyuncuların sahiciliği, ikincisi kısa zamanda bu kadar çok şeyi anlatabilme becerisidir. Ne diyelim. Biz film eleştirmeni değiliz, ama yapanların eline sağlık.
Ağdalı Bir Film hakkında
Eda Acara'nın 60'lı yaşlarındaki ağdacı bir kadının bir gününü anlattığı senaryosu "Ağdalı Bir Film/ A Movie with Wax", 34. Alcine Kısa Film Festivali sırasında İspanya'nın Alcalá de Henares kentinde toplanan jüri tarafından 2004 NISI MASA Avrupa Kısa Film Senaryo Yarışması'nda ödüle değer bulunmuştu. Kısa filmi Ezgi Sarıtaş, Bilge Demirtaş, Özlem Sarıyıldız, İdil Soyseçkin sinemaya uyarladı.
Acara ODTÜ Sosyoloji Bölümü mezunu. Filminin senaryosunu gerçek olaylardan yola çıkarak yazan Acara, diyalogların da gerçek hayattan beslendiğini söylüyor. (PT/AD)