"Şişedeki Mektup" projesi nasıl oluştu?
Kıbrıs'la ilgili çok fazla fikrim çok az bilgim olduğunu fark ettim. Kıbrıs üzerine kitaplar okumaya, bilgi edinmeye başladım. Kitaplarda yazıların altlarını çizdim, notlar aldım, ceplerim not kağıtlarıyla doldu.
Buradan anlaşılmıyor, çok karmaşık. İstanbul'dan, Türkiye'den görmek çok zor. Bunun başka yolu yok, en iyisi gideceğiz, Kıbrıslılarla konuşacağız dedik.
"Alternatif" bir tür belgesel mi çekeceksiniz?
Hem içerik, hem görsel açıdan alternatif olacak. Türkiye'de her gün gündem değişiyor, 40 yıldır değişmeyen tek gündem maddesi, Kıbrıs. Ama Kıbrıs'la ilgili sürekli aynı kişiler konuşuyor, aynı şeyler söyleniyor.
Sürekli aynı kişiler aynı fikirleri söylüyor; ama bu adada 200 binden fazla insan yaşıyor. Acaba o insanlar ne düşünüyor? Türkiye'de kimse bilmiyor, umursamıyor da...
Ben bunları öğrenmek, başka insanlara da göstermek istedim. Kıbrıs'taki herkesin kendi fikirlerini anlatmasını istedim. "Şişedeki Mektup" bir tür sözlü ve görüntülü tarih çalışması olacak.
"Şişedeki mektup" ayrıca görsel açıdan da alternatif oluşturacak. Bizim kuşağımız belgesel izlemez, belgesel sıkıcı bir şeydir. Türkiye'de hemen herkes siyasetten uzak, apolitik.
Hem gençlerin politikaya ilişkin bir şeyler öğrenebileceği bir belgesel çekmek hem de bunu onların ilgisini çekebilecek şekilde yapmak istedim. Ekip olarak çeşitli belgeselleri izledik, bu belgesellerde sıkıldığımız yerleri not ettik. Bunları yapmayalım dedik.
Ekipte kimler var?
Biz okulda birlikte olan, ilk kısa filmlerini birlikte çeken, mezun olduktan sonra ilk profesyonel işlerini birlikte yapan bir ekibiz. Sinemaya severek başladık. Bir süre sonra başkalarının projelerini çekmek sıkıcı gelmeye başladı.
Biz de hafta içi "iş"imizde çalışırken hafta sonları sevdiğimiz bir şey yapmaya karar verdik ve projemiz için çalışmaya başladık.
"Şişedeki Mektup" ismi nereden geldi aklınıza?
Belgeseli ve Kıbrıs'ı düşünürken gözümde denize atılmış bir şişe ve içinde bir Kıbrıs haritası canlandı. Mektup, Kıbrıs'ın kendisi. Kıbrıslıların yazdığı bir mektup.
Sinemayı seçmeniz tesadüf müydü?
Bilinçli bir seçimdi. Anlatmak istediklerimi sadece resimle, müzikle, edebiyatla aktaramazdım. Her sosyo-ekonomik dönemin kendisine ait bir sanatı vardır. Sinema, çağımızın sanatı.
En sevdiğiniz yönetmenler?
Bugünlerde Michael Moor'u hem belgeselleriyle, televizyon programlarıyla hem de yazdıklarıyla beğenerek izliyorum. Yılmaz Güney'i, Eisenstein'ı beğeniyorum. Öğrencilik yıllarımda İtalyan yeni gerçekçiler, "Bisiklet Hırsızları", "Almanya Sıfır Yılı", "Açık Şehir Roma" gibi filmler hoşuma gitmişti.
Ama bunlar başka bir dönemde, başka koşullarda çekilmiş filmler. Çekildiği dönemde Yılmaz Güney'i ya da İtalyan Yeni Gerçekçileri izleyenler, bugün izlemezler. Sıkıcı gelir.
Solcuların kültür merkezlerinde, ilkin mutlaka Potemkin Zırhlısı izlenir. Eisenstein iyi bir adam, bizden ama, halk o filmleri izleyemez. Onların da izleyebileceği, içi de boş olmayan, magazin olmayan filmler çekilmesi gerekiyor. Becerebilirsem, öyle filmler çekmeye çalışacağım.
İlk defa mı geliyorsunuz Kıbrıs'a? Nasıl buldunuz?
Aziz Nesin öyküsüne benziyor Kıbrıs! Konuştuğum insanlar, "Aziz Nesin öyküsünde olduğu gibi, burada da böyle böyle" diyorlar. Türkiye'yi de benzetirdik Aziz Nesin öyküsüne, Kıbrıs daha çok benziyor.
Yabancılık hissetmedim ama, insanlarda bir farklılık var. Kıbrıslıtürkler kendi aralarında konuşurken kavga mı ediyorlar, ciddiler mi, şaka mı yapıyorlar anlayamıyorum. Konuşma tarzları, seçtikleri kelimeler, hareketleri çok farklı.
Ciddi bir konuyu tartışırken bile, şaka yapıyormuş gibi duruyorlar. Akdeniz, bir ada, sıcak kanlı, içi dışı bir... Biz binaların arasına sıkışmış durumdayız.
Türkiye'de Kıbrıs'ta yaşayan Türklerin kötü ya da komik konuştuğu düşüncesi hakim. Oysa, öyle bir şey yok. Onlar farklı konuşuyorlar. Burada başka bir dil konuşuluyor. Belki benim konuşmam da size komik geliyordur, onu bilemem.
İtalya'daki duruma benziyor bu. 1950'den önce, İtalya'da herkes farklı bir İtalyanca konuşurdu ve kendilerine İtalyan demezlerdi. Napolili, Romalı derlerdi. 1950'de ulusal televizyon yayına başlayınca, herkes aynı İtalyanca'yı konuşmaya başladı. (BB)
* Sevgül Uludağ'ın Yeni Düzen Gazetesinde 14 Mart'ta yayımlanan röportajını özetleyerek alıntıladık.