Yazı, övgü düzeyi yüksek bir yazıydı. Tesadüfen ben de o günlerde o kitabı okumuştum. Çok bariz ve affedilmez bir hata dikkatimi çekmişti.
Şehnâme ve Şerefname
Kitabın bir yerinde yazar kahramanlardan birine kitaplıktaki kitapların ismini saydırıyordu. İsimler arasında "Firdevsi'nin Şerefnamesi" diye garip bir ifade de vardı.
Oysa ilgilisi bilirdi ki; Firdevsi dört ciltlik Şehnâme'nin yazarıydı. Şerefname ise Kürt Tarihiydi, yazarı da Bitlisli Şerefhan'dı.
O zaman o yazar arkadaşa demiştim ki, bana göre edebiyatla uğraşan aynı zamanda araştırmacı olmalı, böylesine bariz hatalar yapmamalı.
Yapan olursa o metinde başka yanlışlar da aranmalı. Samimi olarak o yazar dostum da bana "Açık söyleyeyim, kitabı okumadım. Öner benim iyi dostum, kitaba şöyle bir göz attım. Ve o yazıyı yazdım" demişti.
Kuşkuculuğum
Ve bu dikkat, o gün bu gündür beni kovalar durur. En ünlü ve edebiyat kalesi gibi duran yazarları bile bu gözle okurum dersem işin kuşkuculuğunu varın siz düşünün. Kendim de biraz öyle çalışırım.
Bazen iki sayfalık bir metin için en az on kaynak taradığım olur. Bazen de beş sayfalık bir yazı için üç ay uğraştığım da olmuştur.
Son zamanlarda okuduğum üç kitaptan üç örnek vermek isterim. İlki Abdullah Kaya'nın İletişim Yayınlarından çıkan "Hevriz Ağacı".
Minarenin ayakları
Yazar bir anı roman yazmış. Bir dönemin kendi yaşam örgüsü etrafında panoramasını çizmiş. Kendi şehri Kozluk ve Batman yoğun olarak anlatılmakla birlikte kitapta yer, yer Diyarbakır da var.
Bir yerinde Diyarbakır'ın bazalt mimarisinin en çarpıcı örneklerinden biri olan 500 yıllık dört ayaklı minaresi bir kalemde üç ayaklı minare oluvermiş.
Önce, bir yerde yapılmış yanlışlık olabilir diye düşündüm. Sonra bir kez daha bakınca fark ettim ki o yanlış başlığa da çekilmiş, yetmemiş bir de girişte bölüm başlıklarına da üç ayaklı minare yazılmış.
Eyvanın yıldızları
İkinci örnek, Hasan Kıyafet'in Evrensel Yayınlarından çıkan "Diyarbekir'e Girmek" kitabı.
Yazar kitabın bir yerinde eski bazalt Diyarbekir evlerinden birinde Eyvanda yatarken gökyüzünde seyrettiği yıldızlardan söz ediyor.
Oysa her Diyarbakırlı bilir ki; Diyarbakır Eyvanlarında yatma amacıyla sırtüstü uzanırsanız ancak eyvanın tavanını görürsünüz. Çünkü eyvan Diyarbakır mimarisinde teras değildir. Ancak damda yatılırsa yıldızlar sayılabilir.
Köşkün adı
Üçüncü kitabımız da Ömer Ağın'ın Gendaş yayınlarından çıkan "Alev, Duvar ve TKP" kitabı. Kitabın yazarı içinden çıktığı politik yapının hızlı ve sıkı bir özeleştirel hesaplaşmasını kendi yaşam süzgecinden geçirerek anlatıyor.
Ama yine ciddi teknik yanlışlarla. Mesela bir yerde diyor ki; "Çarbağ (Gazi) köşkünde on gözlü köprüden geçen gelin alayını gördüm".
Yine her ilgili Diyarbakırlı bilir ki, Çarbağ köşkü diğer adlarıyla Kavs ya da Cihannuma köşkü Dicle'nin öte yakasında ve Sultan 4. Murat'ın da doğu seferine giderken konakladığı köşktür.
Oysa parantez içinde verilen Gazi köşkü ise 15. yüzyılda yapılmış Sem'an oğullarından kalma ve Mustafa Kemal'e armağan edildikten sonra adı Gazi köşkü olmuş bir köşktür.
Tren Harran'dan geçer mi?
İkisi birbirine karşılıklı olarak bakarlar ve aralarında da Dicle nehri vardır. Daha da vahimi telefon açıp yazarına Ömer Ağın'a sordum.
Esma Ocak'ın kitabından aldığını söyledi. Açıp Esma hanımın kitabına baktım, Esma Ocak'ın kitabında tabii ki öyle bir şey yoktu. Ve yazar yanlışını başkasına yükümlüyordu.
Ve yazar yanlışı sürdürüyordu Alev, Duvar ve TKP'de. "Kara tren temmuz sıcağında Harran ovasında yılan gibi kıvrılarak Gavur Dağları tünelinden geçti" diyordu.
En basitinden bir kezliğine dahi Diyarbakır'dan batıya trenle yolculuk yapanlar bilir ki; tren Harran ovasından değil Maden dağından ve tünellerinden geçer.
Ben u Sen nerede?
Neden anlattım bunca ayrıntıyı! Ortadoğu Edebiyat günlerinde Öykünün kaynakları panelinde yazar Baki Koşar, yeni kitabı "Kader otelinde bir aşk cinayeti" kitabında Diyarbakır'ın Hançepek'ini bir bölümde anlattığını ifade ederek aynen şunları söyledi: "Hançepek, kimilerinin yanlış olarak bildiği Ben u Sen."
Kenti bilenler çok net olarak biliyor ki; Hançepek Yenikapı ile Balıkçılarbaşı arasında. Ben u Sen ise Urfakapıya doğru şimdiki turistik caddede.
Ayrıca yine kitapta Hançepek, gecekondu mahallesi olarak ifade edilmiş. Daha büyük gaf, bir zamanlar yoğun olarak Ermenilerin yaşadığı mahalle olarak da vurgulamış yazar.
Oysa her Diyarbakırlı ya da Diyarbakır'ı iyi tanıyanlar bunu da bilir: Hançepek bir gecede kurulan gecekondu değil, bizzatihi Diyarbekir'in kendisidir.
Araştırmacı romancılık ve öykücülük
Her şey ne kadar açık değil mi? Bakmak ve görmenin çarpıcı ayrımı. Belki de panelden bir önceki gece üç saat süreyle ta Ankara'dan elindeki sorularla gelen Özcan Karabulut'un, konusu Diyarbakır'da geçen romanı için yanlışa düşmemek kaygısıyla derinlemesine sorgulamasının doğruluğu.
Kim bilir! Benim de onayladığım bir tez, araştırmacı yazarlığın yanına araştırmacı öykücülük, araştırmacı romancılık da olmalı (mı)...(ŞD/NM)