Aralık 2020'de terörün finansmanının önlenmesi adı altında kabul edilen 7262 Sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun, Af Örgütü'nün son raporlarına göre kâr amacı gütmeyen birçok kuruluşun önemli faaliyetlerini engelliyor veya durduruyor.
Diğer yüzlercesinin de meşru çalışmalarını zayıflatma tehlikesi oluşturuyor. Kanuna getirilen ek düzenlemeleri ve kanunun etkilerini inceleyen bir mini yazı dizisi hazırladık.
Mini dizinin ilk günü KAOS GL Avukatı Kerem Dikmen, ikinci günü STK'lar konusunda uzmanlaşan Avukat Deniz Yazgan'ın görüşlerini aktaracağız.
"İçeriği de denetlemek istiyorlar"
KAOS GL Hukuk Koordinatörü Avukat Kerem Dikmen yönetmelikte birden fazla değişikliğin olması ve daha detaylı incelenmesi gerektiğini vurgularken, iki değişikliğe dikkat çekiyor:
Birincisi salgınla birlikte aslında fiilen uygulanagelen ve artık kalıcılaştırılmaya çalışıldığını gördüğümüz dernek yönetim kurullarının elektronik ortamda da toplantı yapabilmesi ve kararlarını elektronik ortamda da alabilmesi.
Yönetmelikte buna ilişkin bir ibare var fakat kullandırılacak sistemlerin Bilgi Teknolojileri Kurumu tarafından onaylanmış sistemler oluşunu zorunlu kılıyor.
Bu aslında devletin, İçişleri Bakanlığı'nın, dernek yönetim kurullarındaki salt karar bazlı denetimini değil, içerik bazlı denetimini de yapma hevesini açığa koyuyor.
Çünkü muhtemeler o toplantılarda ifade özgürlüğü çerçevesinde yapılacak tartışmaları da artık İçişleri Bakanlığı öğrenmek, bilmek istiyor.
Tabii ki dernek yönetim kurulu toplantıları üyelerine açık, ancak bunun genel olarak yurttaşı izleme motivasyonu olduğunu belirtelim.
Dernekler "toksik yapılar" olarak görülüyor
Avukat Kerem Dikmen, bir diğer önemli başlığı ise şöyle açıyor:
Bu da derneklere yapılacak denetimler. Biliyorsunuz dernekler kanununda bir değişiklik yapılmıştı. Değişiklik kanunun adı da "Kitle İmha Silahlarının Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun"du.
Bu kanun, bir atıf zinciri halinde "Terörizmin Finansmanı Hakkındaki Kanun"a atıf yapıyordu, o da Terörle Mücadele Kanunu'a atıf yapıyordu.
Biliyoruz ki, birçok insan hakları üzerine çalışan dernek, sırf insan hakları alanındaki faaliyetleri nedeniyle terör propagandasıyla suçlanabiliyor, bunun örneğini Büyükada davasında yargılanan birden fazla derneğin yönetici ve temsilcilerinden biliyoruz.
Çeşitli gözaltı örneklerinden biliyoruz. Dolayısıyla devlet nezdinde sivil toplum kuruluşları, özellikle insan hakları üzerine çalışan kuruluşlar bir risk analizi yapılmayı gerektiren "toksik, kriminal yapılar".
Bu bakış açısı, yönetmeliğe yapılan bir numaralı ekte kendini göstermiş durumda. Orada da kanuna paralel şekilde dernek denetimlerinin, risk analizine göre yapılacağı söyleniyor.
"Yetkilerin hukuksal temeline oturmuyor"
Avukat Dikmen, "Genel Müdürlükçe derneklere yönelik suçtan kaynaklanan mal varlıkları değerlerinin aklanması ve terörizmin finansmanıyla mücadele kapsamında risk analizi yapılır' deniyor ve bu analiz sonucunda da risk grupları yüksek, orta ve düşük olarak belirlenen derneklere göre denetim yapılacağı, analiz için belirlenen kriterlerin de elde edilen yeni bilgiler doğrultusunda gözden geçireleceği ve değerlendirileceği ifade ediliyor" vurgusu yaparken bunu şöyle açıyor:
Ancak buradaki temel problem, kanundaki değişikliğin varlığı esasında.
Kanundaki bu durum, 31 Aralık 2020 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan değişiklik kanunda yer aldığı müddetçe, yönetmelik en ideal şekliyle hazırlansaydı bile ortada bir hukuksuzluk durumu, toplantı örgütlenme özgürlüğüne aykırılık durumu var olmaya devam edecekti.
Fakat, yönetmelik değişikliği özellikle bu risk analizinin neye göre yapılacağı, risk gruplarının neye göre belirleneceği, özellikle risk analizi için belirlenen kriterlerin kim tarafından ve hangi ölçütlere göre belirleneceği konusunda hiçbir bilgi içermiyor.
Kaldı ki mülki idare amirine göre ve yeni sistemde aslında İçişleri Bakanı'na verilen yetkinin hukuksal temeline oturtmuyor, ayrıca risk analizine ve derneklerin denetlenmesine ilişkin usül ve esasların da genel müdürlükçe belirleneceğini söyleyerek yasal güvenceden yoksun kılmaya devam ediyor.
Bunun dışında bu denetim sırasında bilirkişi yapılmasıyla ilişkili düzenlemeler var. Ancak bu bilirkişinin belirlenmesi, hangi sebeplerle bilirkişi incelemesi yaptırılacağı ve bilirkişilerden elde edilen raporlardan derneklerin itiraz olanaklarının ne olduğuna ilişkin herhangi bir belirleme yok.
Bu haliyle yönetmelik, kanundaki hukuksuzluğu biraz daha ayrıntılandırmış, biraz daha kılcallara yaymış oluyor.
"LGBTİ+ dernekler potansiyel hedef"
Avukat Dikmen, düzenlemeyle birlikte kanunu sıkça hedef gösterilen LGBTİ+ dernekler açısından ise şöyle yorumluyor:
Şimdi ne kanun ne yönetmelik görünen kısım olarak "ben buradaki risk analizini, falanca sahada çalışan derneklere uygularım, filanca sahada çalışan derneklere uygulamam" gibi bir değişikliğe gitmemiş.
Zaten hiçbir kanun ya da hiçbir yönetmelik bunu söylemez, ama biz biliriz ki devlet bu tür yaptırıma yol açacak uygulamalarını kimi yurttaşlara uyguladığı gibi kimi yurttaşlara uygulamadığı gibi, kimi derneklere uygularken kimi derneklere de uygulamaz.
Kimi medya kuruluşlarına uygularken, kimi medya kuruluşlarına uygulamaz bunu pratikten biliyoruz.
Her ne kadar LGBTİ+ dernekler açısından bu kanun ya da yönetmelik bir vurgu içermese de bunun o dernekler açısından sonucunu anlamak için bizim genel iklime bakmamız lazım.
Genel iklime baktığımızda ne görüyoruz: Devletin en üst kademesinden en altı kademesine kadar LGBTİ+ kuruluşunun kriminallize edildiği, onu sembolize eden gökkuşağı bayraklarını sırf taşıyanların bile gözaltına alındığı.
Gözaltına alınan, tutuklanan LGBTİ+ bireylere karşı kötü muamelenin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Görevleri anayasada tarif edilmiş üst düzey kamu görevlileri nefret söylemleri yayıyor ve bu nefret söylemlerine karşı harekete geçen sivil toplum ya da barolar gibi yarı kamusal özneler karşı soruşturma ataklarına maruz bırakılıyorlar.
Şimdi bu genel çerçevede düşünüldüğünde tabii ki devlet tarafından en fazla zayıflatılmak istenen hak örgütü kategorisi olan LGBTİ+ hakları örgütleri, dernekleri kanun ve yönetmeliğin en büyük potansiyen mağdurlarıdır.
Zaten her yıl denetleniyor LGBTİ+ dernekleri, bu denetleme protokolü yıllık olarak devam edecek, onların LGBTİ+ örgütlerin yaptığı bütün faaliyetler kriminalize edilmeye devam edecek.
Etki kısmına geldiğimizde şuna bakmak lazım, LGBTİ+ dernekler Türkiye'de üye tabanlı çalışmıyor ve finansal kaynakları büyük ölçüde Türkiye Cumhuriyeti tarafından da yasal olarak değerlendirilen fon sağlayıcı kuruluşlara başvurarak sağlanıyor.
Dolayısıyla bir derneği ya da dernekleri bu şekilde terörize etmek, onları kriminalize etmek, onları dipsiz bir kuyuya dönen denetim zincirine hapsetmek o dernekleri hem çalışamaz hale getirecek hem de o derneklerin genel kitleyle bağ kurma araçları olan web siteleri, etkinlikleri, toplantıları sabote etmek anlamına gelecek.
Bu bakımdan devletin hedef tahtasına oturtmuş olduğu LGBTİ+'lar, onların hak savunucusu olan dernekler bu kanunun potansiyel en büyük hedefi olacaktır.
(PT)
*YARIN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI KONUSUNDA UZMANLAŞAN AVUKAT DENİZ YAZGAN'DAN DİNLEYECEĞİZ.