Onlar, Beykoz'daki fabrikaların hemen hepsinin kapatılmak istendiğine dikkat çekiyor ve Beykoz'un bir turizm merkezine dönüştürüleceğini savunuyor.
"Kent Bilimine aykırı demeçler"
Gelişmeleri "bianet"e değerlendiren Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Yönetim Kurulu Üyesi, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası üyesi Celal Beşiktepe ise, bir fabrikanın kent içinde kaldığı için kapatılmasının "bilime aykırı" olduğunu söylüyor:
"Uluslar arası sermaye İstanbul'u, üretim damarları koparılmış, tekel merkezlerinin yönetiminde bir global kente dönüştürmek istiyor. 'Dünya kenti İstanbul' söyleminin altında yatan asıl niyet bu. Oysa, Paşabahçe'nin üretim tarihi böyle bir İstanbul'la örtüşmüyor. Beykoz sırtlarındaki gecekondular tasfiye edilip ranta ve spekülasyona dayalı yeni bir yapılaşma süreci başlayacak."
Şişe Cam yönetimi, fabrikanın "kent içinde kalması" ve "verimsizlik" gerekçesiyle kapatılacağını açıkladı. Kent içinde kalması, bir fabrikanın kapatılmasına gerekçe gösterilebilir mi?
Bunlar, kentlerin kurulmasına ve kent bilimine aykırı demeçler. Çünkü, kentler aynı zamanda üretim merkezlerdir. Kentler yatakhane ya da insanlara rant ortamı sağlayan mekanlar değildir. Uygarlığın ve insanlık tarihinin köklerini ele alalım; dünyanın en eski kenti Çatalhöyük bir üretim merkezidir.
Paşabahçe fabrikası kentin içinde yer alıyor. Tabii ki, kent ortamlarında üretim merkezleri olacak. Kent içindeki fabrikaların kapanması yaklaşımı neyi getirir? Sermayenin bugün İstanbul'da 300 milyar dolara yakın değeri olan üretim merkezlerini şehir dışına atmasını... Oysa, Türkiye'deki 500 büyük sanayi kuruluşunun 300'ü İstanbul'da...
Dünya kenti İstanbul ya da Las Vegas
Yönetimin açıklaması nasıl değerlendirilebilir? İstanbul'un küresel hizmet kenti olarak tasarlanmasıyla Şişe Cam fabrikasının kapatılması arasında bir bağlantı kurulabilir mi?
Bu demeçler, İstanbul'u bir üretim kenti olmaktan çıkarıp küresel sermayenin rant ve finans merkezi haline getirmek isteyen bir anlayışın ürünü. Uluslar arası sermaye İstanbul'u rantın, finans merkezlerinin, elektronik sistemlerin, borsaların, kulelerin olduğu bir global şehir haline getirmek istiyor. "Dünya kenti İstanbul" kavramının altında yatan asıl proje bu. Balkanlar'ın, Avrasya'nın, Orta Asya'nın ortasında, kritik noktadaki İstanbul, bütün spekülasyona dayalı etkinliklerin aktığı bir kent haline getirilmek isteniyor.
İstanbul bir global kente dönüştürülmek isteniyor. Global kent kavramında üretken bir toplum, üretken bir kent yaşamı söz konusu değildir. Bir anlamıyla Las Vegas gibi... Post modern kentleşme denilen şey yani... İstanbul kabuk değiştiriyor. Maslak'tan Beşiktaş'a inen gökdelenleri, TEM otoyolunu gözünüzün önüne getirdiğinizde bunu fark edersiniz...
Küreselleşme ve Paşabahçe
Paşabahçe'yi bu bütünlük içinde ele almak gerekir. Paşabahçe'nin üretken tarihi kimliği böyle bir İstanbul tahayyülü ile örtüşmüyor. Bütün Beykoz sırtlarında gecekondular tasfiye edilerek ranta ve spekülasyona dayalı yeni bir yapılaşma süreci başlatılmak isteniyor.
Dolayısıyla, Paşabahçe'deki direnişi verilecek destek aslında küreselleşmeye karşı bir mücadeleye de destektir.
İstanbul'un bir "global kente" dönüşmesinin sonuçları neler olacaktır?
Bunun hiçbir getirisi olmayacak. İstanbul, üretim damarları koparılmış, üretimden uzaklaştırılmış, tekellerin merkezinden idare edilen bir coğrafya haline gelecektir. Gerek Ortadoğu, gerek Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Afganistan, Irak ya da Balkanlardaki operasyonları açısından baktığımızda, iki temel olgu ortaya çıkıyor:
Bir: Türkiye, güçlü bir silahlı gücü olan, kaynaklarını silaha yatıran bir ülke olacak.
İki: Toplumun geleceğinin elinden alınarak sermayenin direktifleri ve tercihlerinin engelsiz bir şekilde gerçekleştirildiği bir ülke olacak .İşte Türkiye, bu ikinci olgu nedeniyle üretimden uzaklaştırılıyor. Çünkü, insanlığın geleceği, onuru ve üretimi arasında doğrudan bir bağ vardır. Yani, özel olarak İstanbul'a giydirilmeye çalışılan, ama genel olarak Türkiye'ye biçilen rol bu.
Bu süreç nasıl başladı?
12 Eylül'den sonra ilk kez 1984'de, İstanbul Yeşilköy Havalimanı'nın yanında Dünya Ticaret Merkezi'nin kurulmasını öngören planlama belgelerinde "İstanbul Beyrut olacaktır" denildi.
Türkiye'nin liberal politikalara teslim olduğu, liberal politikaların vazgeçilmez uygulamalar olarak kabul edildiği oranda İstanbul kabuğunu hızla değiştirecek.
Büyük kent ya da tüketim merkezi
İstanbul'da "kentleşme" ne durumda?
14 milyon nüfusa sahip olan İstanbul'un bir kentsel nazım imar planı yok. İstanbul, ekonomisini, üretimini, sanayisini, çevresini, turizmini bütünlüklü olarak ele alan, tercihlerini belirleyip Marmara Bölgesi ve Türkiye ile ilişkilendiren bir planlama belgesinden yoksun.
Varolan planlama kurumları 12 Eylül'le birlikte dağıtıldı. Dalan belediye başkanı olduğunda "Plan benim kafamdadır" demişti. Yani, İstanbul'un planı tekellerin ve sermayenin kafasındadır.
Oysa, planlama, toplamsal geleceğimize ilişkin bir öngörü, kestirim demektir. Toplumun geleceğini belirleyen bir açı yok şu anda Türkiye'de. Dolayısıyla, dünyanın en önemli metropol kentlerinden birisi olan İstanbul plansız ve geleceksiz. Bütün azgelişmiş ülke metropolleri de İstanbul'la aynı süreci yaşıyor. Azgelişmiş ülkelerde insanları büyük kentlere yığarak bu kentleri tüketim merkezleri haline getiriyorlar.
Süreç nasıl gelişecek?
Toplumsal meşruiyeti olmayan bir kaçak kentleşme yaşanacak. Yani, yasalla kaçağın birbirine karıştığı bir kentleşme. Toplumsal meşruiyete sahip planlama kararlarına dayanmayan her karar kaçaktır. Örneğin, Maslak-Beşiktaş arasındaki binalar toplumsal meşruiyete dayanmıyor, tamamen sermaye tercihleri... İstanbul'da Taksim'in göbeğindeki Gökkafes herhangi bir planlama kararına dayanmıyor. Birtakım belgeler alabilirler ama, onların hiçbirinin bir planlama kararı yok.
Türkiye'nin geleceğini belirleyecek ulusal, bölgesel ve kentsel planlama süreçlerine ihtiyacı var. 2001-2005 yıllarını kapsayan sekizinci beş yıllık kalkınma planının en önemli bölümü,, bölgesel kalkınma ile ilgili 532, 533 ve 535. maddeleridir.
Bu maddeler, ciddi bir bölge planlamasının artık kaçınılmaz olduğuna vurgu yapmaktadır. Ama Türkiye'de hükümet programları kalkınma planlarında öngörülen hedefleri dikkate almıyor. Dolayısıyla planlaması olmayan yani beyni dağıtılmış olan bu ülkede bir toplumsal beyne, bir toplumsal iradeye ihtiyaç vardır. Yani, Türkiye'nin birikim ve potansiyellerini değerlendirecek bir kurucu iradeye ihtiyaç vardır. Yeni bir Türkiye ancak böyle bir irade ile kurulabilir. (BB)