Birleşmiş Milletler'in kararına uyarak Kore'ye asker göndereceğini açıklayan ilk ülke oldu Türkiye. Ülkenin dört bir köşesinden 5 bin genç, bilmedikleri bir ülkeye, "devlet için savaşmaya" gönderildi. Bando-mızıka eşliğinde, askeri törenle uğurlandılar savaşa. Henüz 21 yaşındaydılar.
Binlercesi, evinden çok uzakta yaşamını yitirdi, diğerleri toprağına geri dönmenin mutluluğunu yaşadı. Ama, dönüşleri hiç de umdukları gibi muhteşem olmadı. Kimisi, eve dönüş paraları olmadığı için limanda mahsur kaldı, kimisi kendisini çırılçıplak atıverdi sokaklara.
Kahramanlık hayalleri kısa sürmüştü, savaşın izleri ise hiç silinmedi belleklerinden. Onlar için eve dönüş mutluluğunun bedeli, savaşın fiziki ve psikolojik izlerini ömür boyu taşımak oldu.
Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü'nde Savaş'tan 50 yıl sonra hazırladığı "Kore Gazileri" konulu mastır tezi yapan Gülsema Dalgıç, Kore Gazileri hakkında konuştuk. Bugün İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nde doktora yapan Dalgıç'ın bu çalışması, Türkiye'nin Afganistan'a askeri destek vermeyi kararlaştırdığı bugünün gündemine hiç kuşkusuz ilginç göndermeler yapıyor.
İstanbul, İzmir ve Aydın'dan 25 gazi ile çalışan Dalgıç, gazilerin "gazilik imajına" sahip çıkmaya çalıştığını vurguluyor:
"Yaşamları boyunca oraya gidişlerini meşrulaştırmaya çalışmışlar. Bunun aksi, kullanılmışlık hissi oluyor ve onları mutsuz ediyor. Kimse 'ben kullanıldım' demek istemez."
Gaziler, savaşa gidiş nedenlerini nasıl açıklıyor?
* Türk askeri nasıl Afganistan'ı bilmiyorsa, onlar da Kore'yi hiç bilmiyordu. Birliklerinde Kore'ye asker gönderileceği belirtilip gönüllü asker istendi. Ama, askerlikte gönüllülük pek olmaz aslında. Emir gelir, ayrıca, müthiş bir propaganda vardır. Gidersiniz, bunu meşrulaştırmak, "kullanıldım" dememek için, "gönüllü gittim" dersiniz.
* Gidişlerini, babalarının da gazi olmasıyla, cesur olmalarıyla, arkadaşlarının da gönüllü olmasıyla açıklıyorlar. Birisi, Kore'ye gidenlerin ailesine maaş bağlanacağını duyduğunu, ailesinin rahatı için gittiğini söyledi.
* Çoğu, ikinci görüşmede itiraf ediyor ya da laf arasında ağzından kaçırıyor aslında gitmek istemediğini. "Emir kuluydum ben, mecburdum" diyenler oluyor.
Yolculukları nasıl geçmiş?
* Hiç bilmediğiniz bir yere devlet sizi gönderiyor ve tatile değil savaşa gidiyorsunuz. Tabii, bilinmezin heyecanı korkusu var. Ama savaşın ne olduğunu bilmediklerinden, neden, nasıl, ne kadar korkacaklarını da bilmiyorlar.
Peki savaş?
* Türk askeri Kore'de çok kayıp verdi. Pek çoğunun şoförlüğü yoktu. Birkaç günlük eğitimden sonra trafiğe çıktılar. Kazalarda ölen, yaralanan çok oldu. Silahları tanımıyorlardı. Kırıkkaleleri bırakıp, M1'leri aldılar ellerine. Üstelik yalnız kaldılar. Amerikalıların onları Kunguri Savaşı'nda ölüme terk ettiğini hala söylerler.
Korkuyu anlatanlar var mı?
* Çatışma çok çetin geçti. Ve korku en yoğun şekilde yaşandı: "O kadar çok korktum ki, tırnaklarımla toprağı kazıp başımı sokacak bir yer açtım kendime. Titremekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Sadece başımı toprağa sokabildim" dedi bir gazi. Korkuyu anlatanlar çok fazla.
Ölmek ve öldürmek?
* Gazilerin hepsi ölüme çok yaklaşmış. Arkadaşlarının ölümünü anlatırken, kendi ölümlerini anlatırcasına detay veriyorlar, şehitleri yüceltiyorlar. Bir insanı öldürdüklerini kabul etmiyorlar. Ateş ettiklerini ama sonucunu görmediklerini söylüyorlar.
* Tek bir gazi bir esiri öldürdüğünü kabul etti. Orada aklını yitirdiğini, delirdiğini anlatıyordu, "Bir esiri trrr diye taradık" dedi ve konuyu değiştirdi. O zaman da eylemi tek başına yüklenemedi ve "taradık" diyebildi.
Savaşta hayatı nasıl anlatıyorlar?
* Değişim sırasında, kuralar çekilirken hepsi kendi isminin okunması için dua ediyor. Ama, geri dönenler de mutsuz oluyor. Arkadaşlarını orada bırakıyorlar, vicdan azabı çekiyorlar. Eski hayatlarına uyum sağlayamıyorlar.
* Şimdi en çok oradaki davranışlarıyla övünüyorlar. Güney Korelilere davranışlarını diğer ülke askerlerinin davranışlarıyla kıyaslıyorlar. Korelilerin kendilerini çok sevdiğini, sivillere yemek ve ilaç verdiklerini anlatıyorlar. Bu biraz da oradaki savaşı meşrulaştırmak için. Hem kendilerini, hem devletin davranışını meşrulaştırmak istiyorlar.
* Aynı şey şimdi Afganistan'da yaşanıyor. Afganistan halkını Taliban'dan kurtarmaktan bahsediliyor. Uçaklardan yemek ve ilaç yardımı atılıyor. Amerika gözyaşları içinde çocuklardan topladığı 1'er dolarla savaşı meşrulaştırmaya çalışıyor. Sonuçta orada insanlar ölüyor, canlar gidiyor.
* Türkler'in kendilerini Korelilere yakın hissetmesinin bir başka sebebi de, kendilerini diğer ülke askerlerinden ayırmaları. Diğer askerler "Batı"dan... Koreliler kendilerini Batı'dan ayrı tutuyor. Biz de Doğu'ya yakınız, mazlumuz, açın halinden anlarız. Bu nedenle Kore'ye daha yakınız.
Peki ya geri dönüş?
* Savaştan çok etkilendiğini hepsi kabul ediyor. Hala toparlanamadıklarını, kabuslar gördüklerini, 50 yıldır savaşla birlikte yaşadıklarını anlatıyorlar. Karısını düşman sananlar, yastığının altında silahla uyuyanlar, kurşunlandığını görenler var. Yani, hiçbirisi savaş psikozunu üzerinden atamadı.
* Gazilerin dönüşleri hiç de muhteşem olmadı. Giderken bandoyla mızıkayla uğurlanan askerler, dönüşte bırakın rehabilitasyonu muayene bile edilmiyor. İzmir'deki bir gazi, gemi limana yanaştığında üzerinde hiç kıyafet olmadan sokağa fırlıyor. Uzun süre toparlanamıyor. Ancak, devletten hiçbir yardım görmüyor. Devletin yapması gerekenleri, gazilerin eşleri, yakınları üstleniyor.
* Hepsi Kore'den zengin döneceğini düşünüyordu. Çünkü devlet, Kore'ye gidenlere maaş vermeyi vaat etmişti. Gaziler orada maaşlarını "savaş doları" olarak aldılar. Amerika, sadece savaş bölgesinde geçerli olan özel paralar bastırmıştı. Zengin döneceğini düşünenler beş parasız indi limana.
* Eve gidecek parası olmadığı için limandan ailesini aramak zorunda kalanlar oldu. Bazıları da otobüs şoförlerine durumlarını anlatıp para vermeden evine döndü.
* Kahramanlık hayaliyle gidenler, halkın kendisini tanımamasından, devletin unutmasından yakınıyor. Devlet için yaptıklarının hatırlanmasını istiyorlar.
* Kore gazileri, uzun süre maaş alamadı. İzmirli bir gazi demişti ki, "bizim gazilerimiz, bizim şehitlerimiz diye politika yaparlar. Ama bizim kanlarımız, şehitlerin kanları yarın öbür gün öteki dünyada onların yüzüne sıçrayacak, bulaşacak."
Bugün savaşı nasıl değerlendiriyorlar?
* İlk gün söylenenlerle bugün söylenen ve yaşananlar çok farklı. Çalışmam boyunca en çok bu farklılığa tanık oldum. Yaşadıklarını bir süzgeçten geçirmişler, meşrulaştırmışlar, kendi kimliklerini kurmuşlar ve bunu bozmak istemiyorlar. Çünkü, o kurmacaya katılmazlarsa mutsuz oluyorlar. Gerçeklerle olduğu gibi yüzleşse geleceği nokta "Ben kullanıldım" olacak. Bu çok kötü olur.
* Bugün pek çok kişi, Avrupa Birliği'ne girmek istemiyor. O gün de NATO'ya girmeyi istemeyenler vardı. Pek çoğu, NATO'nun ne olduğunu bile bilmiyordu. Ama bugün, kendilerini NATO'ya girmek için savaşmış sayıyorlar. Amerika'nın değil, NATO'nun yanında savaştıklarını söylüyorlar. Türkiye'nin kendileri sayesinde NATO'ya girdiğini anlatıyorlar. Ama, hala NATO'nun ne olduğunu farkında değiller.
* Savaşı daha çok, "Komşumuz Kore'ye birisi tecavüz ediyordu. Gittik, komşumuza yardım ettik" ya da, "Bir yılan geliyordu, yılanı ülkemize gelmeden durdurmak gerekiyordu. Biz gittik, yılanı durdurduk" gibi tanımlamalarla anlatıyorlar. O yılan, tecavüzcü komünizmdi ama, komünizmin ne olduğunu da bilmiyorlar.
* Sadece bir kişi komünizm ilerliyordu, biz komünizme karşı savaştık dedi.
* Bir gazi, "belki Kore savaşına girmeseydik daha iyi bir konumda olacaktık. O kadar çok dolduk ki; kendimiz olamadık, başarmamız gerekenleri başaramadık" dedi. Şimdi oyuncakçılık yapıyor ve savaşın etkisinden hala kurtulamadığını itiraf ediyor.(BB/NU)