Görsel: pixabay
“Doğmamış çocuğun rızası alınabilir mı?" Cevabı biliyoruz. Alınamaz. Kulağa da oldukça absürt geliyor. Dünyaya gelmek ister misin? Sorunun muhatabı yok.
Kelimenin gerçek anlamıyla henüz yok. Çocuklar dünyaya geldikten sonra rızalarına ne kadar başvuruluyor ki? Başvurulması gereken durumlarda -örneğin yeni tanıştığımız bir çocuğa sarılmak gibi- bile çocuğun rızasının alınması gerektiği düşüncesi yeni yeni yaygın bir kanı haline gelmeye başladı.
Üreme ve rıza konusunu düşünürken öncelikle kabul etmemiz gereken çocuk yapmanın çocuğun çıkarlarıyla bir ilgisi olmayışı. Çoğunluk, tasarlayarak ve isteyerek çocuk sahibi olmanın birincil olarak kişinin kendi çıkarlarını gözetme motivasyonuna dayandığını kabul etse bile, bu onları eylemlerinin ahlakî açıdan sorunlu olduğu konusunda ikna etmeyecektir. Sonuçta bu durum birçok genel kabul gören eylem açısından geçerlidir.
Üreme, diğer genel kabul gören eylemlerden en keskin olarak, sonuçlarının başkasını da etkileyecek olmasıyla ve bu kişinin sonuçlara katlanmak konusunda rızasının alınamayacak olmasıyla ayrılır.
Diğer her türlü seçimde, eylemin sonuçlarından etkilenecek kişiler, diğer kişilere gıyaplarında karar vermek için vekalet vermedikleri ya da tıbbî müdahalelere karar veremeyecek durumda olmadıkları taktirde rıza veremeyecek durumdalarsa, varsayılan makul tercih eylemsizliktir. Rıza alamıyorsak ne yaparız? Çoğunlukla hiçbir şey.
Varsayımsal rıza
Birini dünyaya getirirken de -eğer bu konuyu düşünüyorsak ki birçok insan düşünmüyor olabilir- rızayı var sayıyoruz. Var olduğunu var sayıyoruz yani. Varsayımsal rıza gerçek rıza değildir.
Başka biri adına karar verirken onun mevcut koşullar altında neye rıza göstereceğini değerlendirerek yapılan tercihleri kapsar. Varsayımsal rızaya nesnel ya da öznel kriterler ışığında ulaşılabilir.
Nesnel kriterler, insanların o koşullar altında neye rıza göstereceğine ve onlar için hangi tercihin daha iyi olduğu konusunda vereceğimiz karara dayanırken, öznel kriterler adına karar verdiğimiz kişinin kendine özgü koşullarını değerlendirmemizi ve onun spesifik çıkarlarını gözetmemizi gerektirir.
Birini dünyaya getirme konusunda henüz rızasını alabileceğimiz kimsenin varlığından söz edemeyeceğimiz için, öznel varsayımsal rızasının olup olmadığını tahmin edebileceğimiz kişinin kendine özgü koşulları da henüz oluşmadığı için, nesnel varsayımsal rıza dışında hiçbir rıza çeşidinin varlığını kabul edemeyiz.
Tek yapabileceğimiz, var olacak kişinin var olduktan sonra onun yerine verdiğimiz karardan hayıflanmayacağını öngörmeye çalışmaktır. Gösterildiği takdirde bu geçmişe yönelik bir rıza olacaktır. Bu durumda, çoğu insan dünyaya geldiği için hayıflanmıyorsa, bizim de dünyaya getireceğimiz kişinin hiç var olmamış olmayı tercih etmeyeceğini düşünürüz. Yani ben doğduğuma memnunum, çocuğum da memnun olacaktır gibi.
Birini dünyaya getirmek ona fayda sağlayacağı gibi, kaçınılmaz olarak zarar da verecektir. Üstelik kararımızı ne kadar makul kriterler üzerine dayandırmaya çalışsak da bir çocuğu dünyaya getirerek düşük ihtimalli büyük riskler alırız. Bu riskler kendi adımıza aldığımız riskler de değildir. Riskleri, kendi çıkarlarımızı gözetmek için başkası adına alırız. Üremenin ahlaka aykırı olduğunu savunan Jimmy A. Licon’ın argümanına göre ise rıza ve üreme arasındaki ilişki şu şekildedir:
1. Birey sadece şu durumlarda meşru olarak potansiyel zarara maruz bırakılabilir: (a) bilgi sahibi olarak rıza vermişse, (b) durum onun yüksek çıkarlarını gözetiyorsa ya da (c) potansiyel zarara maruz bırakılmayı hak ediyorsa. 2. Birini dünyaya getirmek onu potansiyel olarak zarara maruz bırakmaktır. 3. Var olmayan bireyler (a) dünyaya gelmek için rıza veremezler, (b) gözetilecek çıkarları yoktur ve (c) hiçbir şey hak etmezler. 4. Dolayısıyla üreme, ahlakî açıdan meşru değildir (2012: 88).
Licon’ın potansiyel zararlara maruz bırakılmayı hak etmekten kastı, toplumsal çıkarların bireysel çıkarların önüne geçtiği durumlarda suçu cezalandırma yöntemleridir. Suç işleyen kişi, cezalandırılmak istemeyebilir fakat hak ettiği düşünülen cezaya mahkum bırakılmak konusunda onun rızası alınmaz. Henüz doğmamış olan potansiyel çocuklar, varoluşun getirisi olan zararlar bir ceza olarak nitelendirildiğinde, bunu hak edecek bir şey yapmamışlardır. Bir suç işlemedikleri için de varoluş cezasını hak etmezler.
Beni neden dünyaya getirdiniz?
2019 yılında 27 yaşında olan Hindistanlı Raphael Samuel, ebeveynlerine haksız yaşam davası açacağını açıklamıştı. Haksız yaşam davaları genelde bireyin hayatını katlanılamaz hale getirecek engellerden, bu engelleri öngörmesi gerektiği düşünülen tıp uzmanlarına ya da engelleri bilmesine rağmen kişiyi dünyaya getiren ebeveynlere açılan davalardır.
Samuel ise, fiziksel ve zihinsel hiçbir engeli olmamasına rağmen, ebeveynlerine onu rızası olmadan dünyaya getirdikleri için haksız yaşam davası açacağını, çünkü ebeveynlerini çok sevmesine ve harika bir ilişkileri olmasına rağmen, onu sadece kendi keyfî nedenleri için dünyaya getirdiklerini söylüyordu.
Bir çocuğu rızası olmadan dünyaya getirmenin ve onu bir kariyer sahibi olmaya zorlamanın çocuk kaçırmak ve onu köleliğe zorlamaktan farkı olmadığını, çocukların ebeveynlere hiçbir borcu olmadığını ve dünyaya rızası olmadan getirilen kişiye ebeveynlerin hayatı boyunca bakmakla yükümlü olduğunu düşündüğünü de belirtiyordu. Hayatın, dünyaya çocuk getirenler için bir Ponzi Şeması’ndan ibaret olduğunu, herkesin çocuk yaparak hayatlarına anlam kazandırmak istediklerini fakat ortada kazanılacak bir anlam da olmadığını savunuyordu. Avukat olan annesinin ona cevabı ise Raphael, doğmadan önce annesinin onun rızasını alabilmesinin rasyonel bir yolunu bulabilirse, hatasını kabul edebileceğiydi (Pandey, 2019). Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla Samuel henüz kendine bir avukat bulamamış gibi görünüyor.[1]
Rıza ve üreme sorumluluğu kavramlarını haksız yaşam davaları bağlamında inceleyen ve üremenin ahlakî açıdan nötr bir eylem olmadığı sonucuna varan bir filozof aynı zamanda hukuk profesörü olan Seana Shiffrin (1999).
Ebeveynlerin çocuğun yaşamı yaşanmaya değmez olmadığı durumlarda dahi haksız yaşam sorumluluğunu taşıyabileceklerini savunur. Bunu kanıtlamak için de bir analojiye başvurur.
Bu analojiye göre Zengin adını verdiği kişi, bir adada yaşamaktadır. Servetinin bir bölümünü komşu adada yaşayan insanlarla paylaşmak ister. Bunu nedeni can sıkıntısı, yardımseverlik ya da kendi çıkarları olabilir. Yani motivasyonunun analojinin sonuçları açısından bir önemi yoktur. Komşu adadaki insanların ekonomik durumu da iyidir; kendilerine yetecek kadar ve daha fazlası kaynağa sahiptirler. Yine de servetlerinin artması onlara fayda sağlayacaktır.
Adaların hükümetleri arasındaki gerginlik nedeniyle Zengin’in adayı ziyaret etme ya da orada yaşayan insanlarla iletişim kurma şansı yoktur.
Adalar'da para yerine altın kullanılmaktadır. Zengin, uçağıyla adaya havadan bırakarak ulaştırmak üzere yüz adet beş milyon dolar değerinde altın külçe hazırlar. Külçelerin insanların üstüne düşmemesi için dikkat eder fakat bu eylemin birine zarar verme riski olduğunun da farkındadır.
Çoğu insan beş milyon dolarlık külçeleri bulunca sevinir. Külçelerden biri Şanssız adındaki kişinin üstüne düşer ve Şanssız’ın kolu kırılır. Şanssız beş milyon dolarla kolunu tedavi ettirebilir ve kalanıyla da yaşam kalitesini artırabilir. Şanssız durumdan memnun olduğunu fakat aynı acıyı çekip çekmek istemediği önceden sorulmuş olsa beş milyon dolar için buna rıza gösterip göstermeyeceğinden emin olmadığını söyler (128). Zengin beş milyon dolarlık külçelerin yeni sahiplerine onların rızasına başvurmadan bir fayda sağlamıştır.
Onları aynı zamanda farklı derecelerde risklere maruz bırakmıştır. Zengin, Şanssız’ın yaşam kalitesini belirli bir miktarda artırsa da ona beş milyon dolarlık altın külçe hediye ederek onu büyük bir zarardan kurtarmamıştır. Licon’un varsayımsal rızaya dayanan eylemlerin ahlakî doğasını formulize ettiği aşamalara baktığımızda Zengin’in eyleminin ahlakî açıdan kabul edilir olabilmesi için Şanssız’a sağladığı yarar, verdiği zararı meşrulaştıracak kadar ondan büyük olmalı ve Zengin, Şanssız’ı bu yarar vesilesiyle daha büyük bir zarardan kurtarmalıdır. Shiffrin bu koşullar sağlansa bile genelleyici bir varsayımsal rızanın siyaset söz konusu olduğunda ahlakî açıdan kabul edilebileceğini fakat bireylere zarar verecek eylemler çerçevesinde değerlendirmeye alınması gerekenin bireylerin ayırt edici özellikleri ve tercihleri olduğunu savunur (133). Her iki değerlendirmeye göre de Zengin’in eylemi ahlakî açıdan kabul edilemez ve Zengin, Şanssız’a verdiği zarardan sorumlu tutulabilir. Sorumlu tutulabileceği için de verdiği zararı telafi etmesi gerekir.
Shiffrin’in analojisini üremeye uyarladığımızda Zengin’in varsayımsal rıza kavramını kullanarak bir çocuğu, herhangi bir motivasyonla dünyaya getirenin ebeveyn olduğunu görürüz. Şanssız, yani çocuk, kurtarılması ya da yardım edilmesi gereken bir durumda değilken dünyaya getirilir ve ona belirli bir oranda fayda da sağlanır.
Çocuk, aynı zamanda var olarak çeşitli zararlara da maruz kalır. Bu zararlar da Zengin’in durumunda olduğu gibi öngörülebilen fakat ciddi derecelerde olmayacağı umulan zararlardır.
Fakat Shiffrin’in de hatırlattığı üzere, kişinin fayda sağlama ahlakî sorumluluğu, zarar vermeme ahlakî sorumluluğundan daha azdır. Zengin’in durumunda olduğu gibi, üremede de zarar ve faydaya sebep olan eylem aynıdır. Dolayısıyla onları birbirinden ayırmak mümkün değildir. İki eylem arasındaki farklardan biri, eğer Zengin eylemini gerçekleştirmezse, Şanssız’ın sağlanan faydadan mahrum kalacağı iken, var olmayan çocuğun herhangi bir faydadan mahrum kalmayacağıdır.
Çocuk sahibi olmak faydasından mahrum kalan, ebeveynin kendisi olacaktır. İkinci önemli fark da Şanssız’ın uğradığı zararı Zengin’in ya da bir başkasının telafi etmesi mümkünken, çocuğun uğrayacağı zararların büyük bir kısmının telafi edilmesinin mümkün olmayışıdır. Varoluş başlı başına bir zarar olarak değerlendirilecek olursa, bunun telafi edilmesi ya da varsayımsal rızanın geçerli olmadığı ortaya çıkacak olursa çocuğun varoluştan vazgeçmesi oldukça sancılı bir süreç olacaktır.
Birini dünyaya getirerek kabul ettiğimiz varsayımsal rıza da çocuğu dünyaya getirdikten sonra çocuğun birçok durumda alınması gereken rızası da oldukça hayati konular.
Birini dünyaya getirmenin hayatın akışında gerçekleşen bir doğa olayı ya da kişinin yaşam serüveninde attığı kaçınılmaz bir adım olduğu algısı çok daha sık ve derinlemesine sorgulamamız gereken bir konu.
Kaynakça
Licon, Jimmy Alfonso (2012). The Immorality of Procreation. Think 11 (32):85-91.
Shiffrin, Seana (1999). Wrongful Life, Procreative Responsibility, and the Significance of Harm, 5, Legal Theory 117-148.
Pandey, Gheeta (2019). https://www.bbc.com/news/world-asia-india-47154287
[1] Ocak, 2020.