Fotoğraf: Arat Saadetyan
"Onurlu bir savaş sürer yurtta
Tutsaklığı onursuzluğu
Yok etmeye yönelen.
Bir yanda işçiler gecekondular
Köylüler boz tarlalar
Aydınlar ve genç gelecek.
Onurlu bir savaş sürer yurtta
Güzeli aydınlığı
Hak etmeye yönelen
Bir yanda yaratış gerçek
Yiğitlik erdem sevgi
Nasır ter emek
Onurlu bir savaş sürüyor yurtta."
Dizeler, 24 Mart 1978’de Ankara’da katledilen Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz’den.
"Bir tuğla çekersem duvar yıkılır…" Bu cümle de Gazeteci Uğur Mumcu cinayetinin aydınlatılmasını isteyen Mumcu Ailesi’ne dönemin Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’ın verdiği yanıt.
Doğan Öz, devlet içindeki kontrgerilla yapılanmasını açığa çıkaran detaylı bir raporun yazarı. Başka bir deyişle, Ağar’ın sözünü ettiği “tuğlayı çeken" ilk isimlerden.
Ağar, Mumcu Ailesi’ne böyle bir cümle söylemediğini iddia etse de özellikle belirli dönemlerdeki aydın, bilim insanı ve gazeteci katliamları zincirleme bir cinayet örgütünün, kontrgerillanın varlığını doğruluyor.
Çok uzakta değil Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın anlattıklarını dinlediğinizde, devlet içindeki yapılanmaya tanık oluyorsunuz.
Bir dönem, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir*” söylemleri düşünüldüğünde Savcı Öz’ün kontrgerilla raporu, hem kendi dönemine hem de henüz işlenmemiş cinayetlere, kaybedilmemiş insanlara dair fikir veriyor.
Gazeteci Berivan Tapan, devletin içindeki kontrgerilla yapılanmasını araştıran bu konuda bir raporu dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e sunan “çekmecesinde saklayan” ve 24 Mart 1978’de silahlı saldırıda katledilen Savcı Doğan Öz’e odaklanıyor.
"Savcı Doğan Öz'ü Vurdular" isimli bilgiseli akıcılığında ilerleyen kitap, Türkiye hakikatleri ile okuru yüzleştirirken, ajite etmeyen dili ile öne çıkıyor.
Kitabı okurken sadece Doğan Öz değil, Fehmi Tosun, Hayrettin Eren, Hasan Ocak, Ferhat Tepe, Tahir Elçi, Musa Anter, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi onlarca “faili meçhul” cinayetle yaşamdan koparılan isimler aklınızdan geçiyor.
Öz’ün katil zanlısı İbrahim Çiftçi’ye gelirsek, yargılama sonucu beraat ediyor.
Berivan Tapan’la “Savcı Doğan Öz’ü Vurdular” üzerine söyleştik.
"Katili ben gördüm diyen kişiye güvenmediler”
Nasıl ortaya çıktı bu kitap?
Cumhuriyet’te çalışırken, Abdi İpekçi, Bedrettin Cömert gibi isimlerin cinayetlerinin yer aldığı “12 Eylül’e doğru 5 cinayet” adlı bir yazı dizisi yapmıştık.
Bu cinayetlerden biri de Savcı Doğan Öz’dü. O sırada eşi Sezen Hanım ve kızı Bengi ile tanıştım ve yıllar içerisinde bir yakınlık kurduk. Böylece Doğan Öz’ü daha da yakından tanıma imkânım oldu.
Diğer cinayetlerden farkı neydi sizin için?
Doğan Öz cinayetine yakından bakınca, kıyıda köşede bırakıldığını, görmezden gelindiğini fark ettim. Sadece hukukçu yönü değil, karakteri de beni etkilemişti.
Onunla başka bir bağ kurmaya başladım. Doğan Öz ile ilgili daha kapsamlı bir çalışmanın eksikliğini hissettim ve dava dosyasını incelemeye başladım. Dava dosyasında adı geçenler de beni özellikle etkiledi. Şöyle ki; cinayetin tek görgü tanığı vardı: Hayati Erdoğan. Bu kişi, “Katili gördüm” diyen tek tanıktı. Cinayet, onlarca insanın gözü önünde gerçekleşmişti ama bunu açıkça söyleyen tek insandı. Mahkeme bu kişinin ifadelerini “kapıcı” olduğu için ciddiye almama gayretindeydi.
Bu ve buna benzer bir çok olayın yazılması, bu insanların da haklarının teslim edilmesi gerektiğini düşündüğüm için de bu çalışmayı ele aldım.
“Yeniden yargılama yapılsın talebi görmezden geliniyor”
Hukuki süreç nasıl işliyor, biraz özetler misiniz?
Dört kere idam alan bir sanık var. Ancak bu idam kararı her seferinde bozuluyor. Dosya, mahkemeler arasında mekik dokuyor. Mahkeme en sonunda, “Suçlunun suç işlediği sabit olmasına rağmen hukuki durumundan dolayı beraat ettirmek zorundayız” diye bir karar veriyor. Bunun bir hukuk garabeti olduğunu düşünüyorum.
Değil Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde yargı anlamında böylesi acıklı bir karar verildiğini sanmıyorum. Faili belli, delilleri ortada, güçlü bir tanığı olan davadan ne yazık ki böyle bir sonuç çıkıyor. Sanık İbrahim Çiftçi’nin de itirafı ortadayken üstelik…
“Z Kuşağı da öğrensin istiyorum”
Genç kuşakları da bu cinayetle tanıştırmış oluyorsunuz bu kitapla…
O dönemi yaşayan insanlar cinayeti çok iyi anımsıyor ama Z Kuşağı’nın da bu gerçekleri öğrenmesini istedim. Gençler, sadece Hrant Dink cinayetine tanık oldu.
Dink cinayetinin ardından siyasilerin yaptıkları “Adalet yerini bulacak, kanı yerde kalmayacak” türünden açıklamalar, Doğan Öz cinayetinin ardından da yapıldı. Yine Savcı Öz’ün cenazesinde de sanatçılardan, devlet yetkililerine herkes bulundu. Aradan 40 yılı aşkın süre geçiyor ve hiçbir şeyin değişmediğine tanıklık ediyorsunuz.
‘Cinayetler bir zincirin halkası gibi’
Kitapta yer alan bir fotoğraf var. Doğan Öz arabasında kanlar içinde yatarken, hem dostu hem de gazeteci kimliğiyle başında duran bir isim var. Bu kişi daha sonra yine benzer şekilde öldürülecek olan Uğur Mumcu. Sadece bu fotoğraf bile cinayetler zincirini göstermesi bakımından çok önemli. Doğan Öz cinayeti, cinayetler zincirinin kırık halkasıydı. Ben o kırık halkayı elimden geldiğince onarmaya çalıştım.
"Yazım süreci yıllara yayıldı"
Doğan Öz-Sezen Öz ve çocukları
Ne kadar sürdü kitabı yazmak?
Çok uzun sürede yazıldı kitap. Doğum yeri olan Afyon’dan, eğitimini ve çalışma yaşamını sürdürdüğü Ankara’ya, ailesinin yaşadığı İzmir’e kadar çok sayıda illere gitmem, binlerce sayfalık dava dosyasını yeniden incelemem, arkadaşlarıyla, yakınlarıyla ve kimi maddi hatalarla yazılan haberleri elemem gerekiyordu. Bu nedenle, yazım süreci yıllara yayıldı.
Dava şu anda ne aşamada?
Davanın yeniden ele alınması talebiyle Öz ailesi tarafından dilekçe verildi, ancak ne kabulü ne de reddi yönünde hiçbir yanıt verilmedi.
Peki, kitabı yazarken Doğan Öz’ün “savcı” olması dışında nasıl biriyle karşılaştınız?
İnsan Doğan Öz’le karşılaştım. Duygusal, şiir yazan, tiyatroya, edebiyata meraklı, yardımsever, ailesine düşkün, çocuklarının, eşinin, ailesinin, arkadaşlarının çok sevdiği bir Doğan Öz duruyordu karşımda. Böyle biriyle ilgili kitap yazarken, yaşananlara karşı hoşgörü geliştirmekte de zorlandım açıkçası.
Kitap yazma fikrini aile nasıl karşıladı?
Sezen Hanım’a ilk söylediğimde olumlu karşıladı. İlerleyen süreçte de benim için ikinci bir aileye dönüştüler. Sezen Hanım da Bengi de Doğan Öz gibi yürekten, samimi bir dille iletişim kurabilen insanlar benim için. Yazım sürecinde de beni yüreklendirdiler. Yıllar içerisinde Doğan Öz’ün torunu Deniz’in nasıl büyüdüğüne de tanık oldum. Ona dedesini doğru düzgün bir şekilde anlatmak gibi bir sorumluluk da hissettim.
“Yazmamak daha büyük pişmanlık olurdu”
Peki korkmadınız mı? Sonuçta kontrgerilladan söz ediyoruz…
Korku sanıldığı ya da abartıldığı kadar güçlü bir duygu değil aslında. Pişmanlık duygusu daha ağır basan bir duygu benim için. Cinayetin arkasındaki insanların sırtında taşıdığı pişmanlık küfesi bence korkudan daha güçlü ve ağır bir yük.
Kurduğunuz dil de bir belgesel izler gibi akıyor. Bunu özellikle mi tercih ettinİz?
Kitapta öncelikle maddi hata yapmamaya ardından da ajite bir dil kullanmamaya gayret ettim. Doğan Öz cinayeti yeterince acıtıcı, haksız, adaletsiz bir olay zaten.
Olanı biteni bütün açıklığıyla kaleme almaya çalıştım. Sanığı bugünden bakıp suçlamak gibi bir durum içine de girmek istemedim. Çünkü ailenin de her zaman dile getirdiği gibi sorun; cinayetin faillerinden çok derin devlet dediğimiz yapıda gizli.
Berivan Tapan hakkındaİstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden 2003 yılında mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü’nde tezli yüksek lisansını tamamladı. Mesleğe, Cumhuriyet gazetesinde başladı. Çeşitli gazete, dergi, internet portalı ve televizyon kanallarında uzun yıllardır çalışıyor. Yazı dizileri, haber ve röportajları bulunuyor. 2012 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından Ekonomi dalında “Yılın Gazetecisi” seçildi. Güncel Yayıncılık’tan çıkan Hamidiye Alaylarından Köy Koruculuğu’na adlı kitabı bulunuyor. Çeşitli anı kitaplarının editörlüğünü yapıyor, üniversitede iletişim dersleri veriyor. |
Kitabın arka sayfasındanSavcı Doğan Öz, 24 Mart 1978 günü sabah evinden çıktı, arabasına bindi, kontağı çevirip motorun ısınmasını beklerken aracın önünde biri belirdi, onun arkasındaki ikinci kişi, "İşte Doğan Öz bu. Ateş et!" dedi. Emri alan, tabancasını Doğan Öz'e doğrulttu ve üç el ateş etti. Saldırgan, Doğan Öz'ün öldüğünden emin olmak için araca yaklaşarak üç el daha ateş etti. Daha sonra tabancasını beline taktı ve koşarak kaçtı. Bu cinayete on sekiz kişi tanık olmuştu. Doğan Öz'ün katil zanlısı olarak yargılanan İbrahim Çiftçi tanıklar tarafından teşhis edilmiş ve mahkeme tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. Askerî Yargıtay mahkemenin kararını bir değil tam dört defa bozduğu için Çiftçi "mecburen" beraat etti. Savcı Doğan Öz cinayeti, üzerinden 42 yıl geçmesine rağmen unutulmadı. Doğan Öz cinayetinin Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde işlenen cinayetlerden ve yapılan katliamlardan farklı bir yönü vardı: Doğan Öz, adını iktidarda olanların bile bilmediği bir örgütü ortaya çıkarmıştı: Kontrgerilla! Gazeteci Berivan Tapan'ın, Doğan Öz cinayetini bütün yönleriyle ele aldığı çalışması bir dönemin en bilinen cinayetinin Kontrgerilla ile ilişkisini ele alıyor, üstü örtülmeye çalışılan bu olayı toplumsal hafızaya bir kez daha hatırlatıyor. Kitaptan: "Elimizdeki bilgiler, belgeler ve tanık ifadeleri cinayeti İbrahim Çiftçi'nin işlediğini gösterirken ve vicdani kanaatimiz de bu yönde oluşmuştur. Ancak (...) Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları da mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan, bu nedenle Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nun sanık İbrahim Çiftçi hakkındaki sekizde yedilik oy çokluğuna dayanan bozma ilamına uyularak sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi'nin beraatına karar verilmiştir." |
Kitabın Künyesi: Berivan Tapan, “Savcı Doğan Öz’ü Vurdular”, Tekin Yayınevi, 272 Sayfa, İstanbul Kasım 2020
(EMK)
*Kasım 1996'da Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Susurluk'taki kazada ölen firari ülkücü Abdullah Çatlı'yı tanımadığını belirterek, "Devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır. Onlar bizim için şereflidir" demişti.