Doğrusu pek dipten de gelmedi mübarek, ayan beyan bir gece vakti önceden de devam ediyordu zati, sanal dünyaya ve de gündemimize düştü darbe muhabbeti.
Benim darbelerle ilk, ya da sonrasında da, tanışıklığım nedense hep ve en önce, çok sevdiğim kitaplarıma elveda demek zorunda kalışımla ilgili oldu.
12 Mart darbesi geldiğinde daha yeni yeni, dünya meselelerine ilgi duymaya başlamış, ve çiçeği burnunda lise birinci sınıf öğrencisi idim. İki arkadaşımla birlikte harçlıklarımızı biriktirip İstanbul'dan "May Yayınlarından" ödemeli ve de indirimli olarak "sosyal içerikli" kitaplar almıştık. Sırayla okuyorduk. Sonra da isteyen arkadaşlara da okumaları için veriyorduk.
İşte 12 Mart geldiğinde ilk evvel bizim o evdeki kitaplar gitti. Sol düşünceye karşı olan biri ile rahmetli babamın dostluğu vardı. Ailece de görüşürdük. İnsan olarak çok hoş da bir adamdı. Kitapları görünce "Aman Kadri Bey! Bu çocuğa mukayyet ol. Bu kitapları okumasın. Yoksa Komünist olur" demişti. Babam da ne bilsin, okur yazarı da yok, tedirgin olmuştu.
Onun kuşağına, solculuğun, komünizmin her zaman eza-bela getireceği ve çok tehlikeli bir mevzu olduğu belletilmişti devlet tarafından. O gece o imece usülü ile arkadaşlarımla aldığımız kitapları evdeki sobada yakmış, sonra da "ya bu tür kitapları okumaktan vazgeçersin, ya da okuldan!" deyivermişti. Uzun bir süre eve kitap götürememiş, iki yıl boyunca ev dışında, parklarda ya da uygun bulduğum mekânlarda, ders kitapları dışındaki kitapları okuma alışkanlığımı sürdüre durmuştum. 12 Mart darbesi, benim için, şimdi düşündüğümde o ilk kitaplarımın imhasına sebep olan, sonra da Denizlerin idamına sebep olanların iktidarıydı.
Sonra 12 Eylül'ü yaşadık. Bizim kuşak açısından kökleri epeyce derinlerde olan ve adeta uzun bir "kıyım-kıran zamanları" diyebileceğimiz darbe oldu, 12 Eylül 1980 darbesi. Bizim kuşak, 78 kuşağı bana göre 12 Mart kuşağı da diyebileceğimiz 68 kuşağından daha büyük acılarla, daha büyük kayıplar yaşayarak 12 Eylüllü günleri gördüler. Tabi yine benim kitaplarım evveli emirde gitti.
Darbe günlerinde memleketten uzakta kaymakamdım. Benim kaymakamlık yaptığım şehirden, hava indirme tugayı benim şehrime (Diyarbakır'a) operasyona gönderilmişti. Herkes telaş içinde imiş sonra anlatıldığına göre. "Ev, ev her yer aranacak" demişler. Babam, "uzakta devlet memuru olan oğluma yine kendi kitapları yüzünden zarar gelmesin" diye kitapları üç gün süreyle banyonun sobasında yakmış. Hoş sonra benim kaymakamlık maceram da kitapların gitmesine rağmen kısa sürüp 12 Eylülün gadrine uğradı ya!
Şimdi düşünüyorum da; kitap korkusu üzerine iktidarını bina eden bir "darbe demokrasisi" nasıl olur da "iyi şeyler" vaat etmeyi ilkesel bir anlayışla savunabilir?
Doğrusu geçtiğimiz hafta sonu, pazar günü Diyarbakır 7. Kültür Sanat Festivali programı çerçevesinde "Türkiye'de Darbeler, Demokrasi ve Siyaset" panelinde; Ertuğrul Kürkçü, Alper Görmüş, Seydi Fırat ve Yüksel Genç, Yaşar Seyman'ın moderatörlüğünde darbeleri konuşurken en çok bunları düşündüm. Birçok kuşakdaşımın yaşadıklarına göre, daha başka kayıplarımın yanında, masum sayılabilecek kitapların darbelere kurban gidişini o gün o panelde dile getiremedim.
Sonra bugün darbelere çağrı yapan, ya da suskun kalan siyasetçileri ve medya şövalyelerini düşündüm. Ertuğrul Kürkçü'nün tabiriyle, "kendi celladıyla hayat kurmayı planlayan ve bir hastalık gibi darbe" psikozu içinde yaşamaya çalışan bu garip toplumu düşündüm. Umur Talu'dan aktararak sunumunu sürdüren ve "Düdük çaldığında kimin ne yapacağı belli olmaz" sözünü doğrulatmanın Nokta Dergisi örneğinde hüznünü yaşayan Nokta'nın genel yayın yönetmeni Alper Görmüş'ü düşündüm.
"12 Eylül geldiğinde kendimi önce dağda, sonra da hapiste buldum. Şimdi de darbeleri ve darbelere karşı barışı savunuyoruz" diyen barış aktivisti Seydi Fırat'ı düşündüm. 70'li yılların sonunda Maraş gecelerinde sığınaklarda kurşun sesleri eşliğinde geçen çocukluk günlerini hep bir bellek arkası izleği gibi düşüne dururken; "Düşman olduğunuz yer, sizin değildir" deme yürekliliğini ısrarla vurgulayan Yüksel Genç'i düşündüm.
Ve tabii ki Yaşar Seyman'ı; "Hepimiz bir olacağız. Okur yazarı olmayan anamı gece ders çalıştırıp bağımsıza nasıl oy veriliri öğretip darbelere karşı olunması gerektiğini göstereceğiz" diyen Seyman'ı...
Her defasında "susun ve sadece bizim sesimizi dinleyin" diyen tek seslilere ve darbe çağrıcılarına inat, savaşlara, darbe çağrılarına ve şiddete boyun eğmeye karşı; darbelere değil halkların özgürlüğünün sesine kulak vermek gerektiğini dillendirmenin bu vesileyle bir kez daha zamanıdır.(ŞD/EÜ)