Fotoğraf: csgorselarsiv.org/Emre Orman
ILGA Europe’un 2009’dan beri yayımladığı Rainbow Map 2023 verilerine göre, Türkiye LGBTİ+’ların hakları konusunda, 49 Avrupa ülkesi arasında 48. sırada.
Sayısal veriden çıkardığımızda, bu eğer lubunya isen sokakta olmamak, kamuda daha az görünür olmak, hakaretlerle mücadele etmek, şiddete karşı korumasız kalmak demek. Ya da bir çoklarının yaşadığı gibi evsiz, ailesiz, işsiz kalmak da olabilir.
Devletin en üst yetkililerin de politik çıkarlarına göre sistematik olarak LGBTİ+’ları hedef gösterme ve muhalefetin de zaman zaman bu muhafazakâr çevrelere, iktidara eşlik etmesi de cabası.
LGBTİ+’lara hak ihlalleri dayatılırken anne ve babaları ne yaşıyor? Ne hissediyor?
Şimdi sizi o babalardan biriyle tanıştırmak istiyorum. Sosyalist mücadelesine de tanık olduğum, çok saygı duyduğum bir isim: Atilla Dirim.
Dirim’le çocuğunun hakları üzerine çıktığımız söyleşi yolculuğunun bir durağı da illaki iktidarın LGBTİ+’ları hedef göstermesi oldu elbette.
“Çocuğumun LGBTİ+ olması umurumda değildi ama yaşayabilecekleri beni çok korkutuyordu. Bir trans kadın, bir “dönme” olarak hayatını nasıl sürdürecekti?” diye başlayan cümlesi, yolculuğumuzun sonunda, “LGBTİ+’ların her yürüyüşü Onur Yürüyüşü değil mi zaten? Birlikte nereye gitsek, kutlama da yapmış oluyoruz” diye bitti.
Türkiye'de LGBTİ+ ailesi olmak üzerine söyleştik.
“Çocuğuma karşı duygumda değişiklik olmadı”
LGBTİ bir çocuğun babası olmak size ne hissettiriyor?
Bir LGBTİ+ babası olmak, benim için devamlı tetikte olmak demek. Bugün yine kimler fobik nefret saçtı? Kimler çocuklarımızı hedef gösterdi? Bugün dışarı çıktı ama başına bir iş gelir mi?
Bankaya gittiğinde kimliğiyle görüntüsü arasındaki çelişki sorun olacak mı? Birileri saçma sapan davranır mı?
Bir LGBTİ+ babası olmanın bana hissettirdiği aslında bunlar. Yoksa çocuğuma karşı duygularımda değişiklik olmadı. Bana açılmasından önce onu nasıl sevip sayıyorsam, şimdi de değişen bir şey yok.
“Sürekli ayrımcılığa uğrama riski var”
Çocuğunuza LGBTİ+ olduğu için ayrımcı davrandıklarında siz ne hissediyorsunuz? Buna karşı tepkiniz ne oluyor?
Çocuğum artık yetişkin bir birey olduğu için her dışarı çıktığında yanında olmuyorum.
Yanında olduğum zamanlarda da kimse ayrımcı davranmaya cesaret edemiyor. Bazen kimlik göstermesi gereken yerlerde bir ismine ve cinsiyet hanesine, bir görüntüsüne bakıp şaşırıyorlar ama çekingen, ürkek davranmadığınız takdirde tepki göstermiyorlar.
Pandemi döneminde ve sonrasında da evden çalıştığı için, işyerinde ayrımcılığa uğrama gibi bir sorunu yok.
Ancak bu genel olarak LGBTİ+’lar için büyük bir sorun; bir işe girip de sigorta başlangıcı yapılacağı zaman örneğin trans olduğunuzun ortaya çıkması, o sigorta girişinin hiç yapılmamasına neden olabiliyor.
Tabii benim çocuğum da, bütün LGBTİ+’lar da devamlı ayrımcılık riskiyle karşı karşıya ve bu çok sinir bozucu, endişelendirici bir durum.
“Onu mutlu etmekten başka derdimiz olmadığını anladı”
Sizin için bu yolculuk nasıl başladı?
Bu yolculuk benim için çocuğumun bana açılmasıyla birlikte başladı. Çocuğumuz 12 yaşından sonra gözle görülür bir şekilde değişmeye başlamıştı.
Huzursuzdu, depresif bir hali vardı, arkadaşlarından uzaklaşmıştı, odasından pek çıkmıyordu, fotoğraf çektirmeye kesinlikle yanaşmıyordu, aynada uzun uzun kendisini süzüyordu…
Bir derdi olduğu belliydi ama derdinin ne olduğunu anlatmıyordu. Bir defasında annesi çok sıkıştırmıştı ama yine de ser verip sır vermemişti.
Ergenliğe bağlıyorduk, psikoloğa götürmüştük ama yıllar boyunca bu şekilde devam etti.
Burada okulu bitirince üniversite için Almanya’ya gitti. Giderken ruh hali iyice bozulmuştu, gittikten sonra da bizi ne arıyor, ne soruyordu. Neler yaptığını, ettiğini bilmiyorduk, endişeleniyorduk, ta ki 2017 Nisan’ında beni arayıp da “Baba, ben transım” deyinceye kadar.
Ben pek çok ebeveynin aksine, çocuğum bana açılmadan önce de LGBTİ+ konuları hakkında bilgi sahibiydim.
İçinde siyaset yaptığım Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) bu konulara çok duyarlıydı, hâlâ da öyle, bu sayede ben de toplumsal cinsiyetle ilgili konuları biliyordum, kavramlara aşinaydım, LGBTİ+ derneklerinin etkinliklerine, eylemlerine gidiyordum, LGBTİ+ arkadaşlarım vardı, vardı ama yine de bütün bunlar çocuğum bana açılınca şok geçirmeme engel olmadı.
Olayın politik önemini kavradığımı ama insani, yaşamsal boyutunu pek de anlamamış olduğumu o zaman fark ettim.
Çocuğumun LGBTİ+ olması umurumda değildi ama yaşayabilecekleri beni çok korkutuyordu. Bir trans kadın, bir “dönme” olarak hayatını nasıl sürdürecekti?
Döverler mi, öldürürler mi, okula gidebilir mi, işe girebilir mi, yüzüne karşı alay mı ederler, arkasından mı alay ederler? Bütün bunlar aklımdan yıldırım hızıyla dönen bir girdap gibi geçiyordu.
Bir yandan “Önemli değil, önemli olan mutlu olman” demeye çalışıyordum, bir yandan da tüm bunları düşünüyordum. Tabii bir de bunu annesine söylemek gerekiyordu. Doğru zaman ne zamandı? Nasıl söylemeliydim? Bütün bunları el yordamıyla öğrendim ve eşimle birlikte epey zorlu başlayan bir süreci giderek kolaylaşan bir şekilde geride bıraktık.
Çünkü çocuğumuz değişen bir şey olmadığını, ona her zamanki gibi her konuda tam destek olacağımızı anladıktan sonra gülmeyen yüzü gülmeye, depresif halinden çıkmaya başladı.
Bizim de onu mutlu görmekten başka derdimiz olmadığı için rahatlayarak yolumuza devam ettik.
Bu arada, bu meselenin çocuğumuzla bizim aramızda bir mesele olmakla kalmayıp, toplumsal bir mesele de olduğunu bildiğim için, örgütlü olarak neler yapabileceğimi araştırmaya başladım ve Ankara’da “Gökkuşağı Aileleri Grubu” ile tanıştım.
Eşimle birlikte toplantılarına katıldık ve bizimle aynı durumda olan insanlarla birlikte olmak bize çok iyi geldi. 2019 yılında bir grup ebeveynle Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği’ni (GALADER) kurduk. Halen derneğimizde hem çocukları LGBTİ+ olarak açılan ebeveynlere destek olmak hem de toplumda LGBTİ+ farkındalığını artırmak için çalışmalar yürütüyoruz.
“Çocuğuma saldırı olursa hesabını kim verecek?”
Ayrıca devletin en üst düzey yöneticileri LGBTİ+’ları hedef gösterdiğinde ne hissediyorsunuz? Ne söylemek istersiniz bu konuda?
Bundan son derece rahatsızım. Son yıllarda sabahtan akşama kadar, Cumhurbaşkanı’ndan İçişleri Bakanı’na, Diyanet İşleri Başkanı’na kadar, akla gelebilecek herkes, çocuklarımızı sanki içinde bulunduğumuz kötü durumun sorumlusuymuş gibi göstermeye çalışıyor.
Yok, çocuklarımız aileyi bozacakmış, yok, milli manevi değerlerimize aykırıymış ve başka bir sürü olumsuz söylemle çocuklarımızı hedef gösterip duruyorlar.
Hem de bunu korumaya o çok hevesli oldukları “Türk ailesi”nde kadına yönelik şiddetin, cinayetlerin bitmek bilmediği, hatta sıradanlaştığı, neredeyse haber değeri bile taşımadığı bir ortamda yapıyorlar. Yarın bir gün çocuklarımıza bu hedef göstermeler yüzünden saldırsalar, dövseler, öldürseler, bunun hesabını kim verecek? Zaten bunu yapıyorlar da…
Yaydıkları LGBTİ+ nefreti yüzünden ailelerinden baskı ve şiddet gören çocukların haddi hesabı olmadığı gibi, pek çok trans kadın da nefret cinayetine öldürülüyor.
Hayat pahalılığı almış başını gitmiş, her şey her gün daha kötüye gidiyor ve bizim çocuklarımızı günah keçisi seçmiş durumdalar.
Sadece Türkiye’de değil, otoriter yönetimlerin bulunduğu başka ülkelerde, Rusya’da, Macaristan’da ve başka bir dizi ülkede de durum farklı değil.
Elbette bütün bu gelişmeler, nefret söylemleri, hedef göstermeler bizi çok üzüyor ve endişelendiriyor.
“Çocuklarımızın Anayasal hakları çiğneniyor”
Onur Ayı’nı birlikte kutladığınız zamanlar oldu mu?
Onur Ayı’nı çocuğumla birlikte henüz kutlama fırsatı olmadı. Onur Ayı’nın zirve noktası ve âlâmet-i farikası Onur Yürüyüşü’dür.
Bildiğiniz gibi son yedi yıldır bu yürüyüşlerin yapılmasına saçma sapan bahanelerle izin verilmiyor, çocuklarımızın Anayasal hakları çatır çatır çiğneniyor.
Sadece çiğnemekle de kalmıyorlar, çocuklarımıza şiddet uygulayarak kendi suçlarına suç da ekliyorlar. Benim çocuğum bana açıldığından bu yana Onur Yürüyüşü’ne katılamadık.
Zaten içinde fazla aktivizm ruhu da yok. Ama LGBTİ+’ların her yürüyüşü Onur Yürüyüşü değil mi zaten? Birlikte nereye gitsek, kutlama da yapmış oluyoruz.
“Ayrımcılığa uğrayan kesimler ortaklaşabilir"
Sizin hayata bakışınız çocuğunuzla birlikte nasıl dönüştü değişti?
Dediğim gibi, çocuğumun bana açılmasıyla birlikte, LGBTİ+ olmanın politik boyutunu kavramış olduğumu ama insanî boyutunu pek fark etmemiş olduğumu anladım.
Benim çocuğum bile ki ben kendimi güya anlayışlı, otoriter olmayan baba olarak görüyordum, bize açılmak için 18 yaşının dolmasını beklemiş.
Hani reşit olunca imzalarını kendi atabiliyor ya, biz onu reddedersek, evden atarsak, ne halin varsa gör, senin gibi çocuğumuz yok dersek, bari kendi başımın çaresine bakarım diye 18 yaşının dolmasını beklemiş.
Yıllarca bunu kendi içinde yaşamış, içine atmış olması, anne babasından dahi çekinecek noktaya gelmiş olması çok üzücü. Hiçbir çocuğun bu durumda olmaması lazım.
Bunu kavradıktan sonra sadece konunun politik boyutuyla değil, somut insani boyutuyla da ilgilenmeye başladım. Çocukları yeni açılmış, korku içinde, ne yapabileceğini bilemeyen ebeveynleri az da olsa rahatlatabilmek, çocuklarıyla aralarındaki gerilimi azaltabilmek, bunun sonuçlarını gözle görebilmek çok güzel ve motive edici bir şey.
Bir de toplumdaki bütün ayrımcılıkların aslında aynı amacı taşıdığını, zor durumda patlamak üzere olan insanların öfkesini başka tarafa yöneltmeye hizmet ettiğini anladım.
Bir ayrımcılık, diğerini besliyor. Bu yüzden sadece LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı değil, bütün ayrımcılıklara karşı mücadele etmek gerekiyor. Evet, büyük bir hedef gibi görünüyor ama ayrımcılığa uğrayan bütün kesimler bir araya gelirse, neden dev adımlar atılmasın ki?
Son olarak Onur Ayı mesajı vermek ister misiniz?
Onur Ayı, LGBTİ+ çocuklarımızın eşit, özgür ve onurlu bir yaşam isteklerini çeşitli etkinliklerle ifade ettikleri bir ay.
Dünyanın her yerinde kutlanıyor. Ne yazık ki Türkiye’de Onur Ayı kutlamaları da büyük baskılarla geçiyor.
Daha geçen hafta “Pride” filminin gösterimi engellendi, ODTÜ Onur Yürüyüşü polis saldırısına uğradı, çocuklarımız dövülerek gözaltına alındı. Bütün bunlar sadece LGBTİ+’ların değil, toplumun bütünün sorunu. Temel hak ve özgürlüklerin ihlali, diğer ihlallerin de kapısını açıyor.
Bundan ötürü, temel hak ve özgürlükleri savunan herkesi çocuklarımızın yanında yer almaya davet ediyorum.
Gerçekten de “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz…” Somut olarak ne yapılabilir? LGBTİ+ derneklerinin destek çağrılarına cevap verilebilir, her yerde “Pride” filmi gösterimi yapılabilir…
Yapacak şey çok ve şimdi bir şeyler yapmanın tam sırası! Herkesin Onur Ayı kutlu olsun!
(EMK/TY)