Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Şırnak Milletvekili Ayşegül Doğan, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararına rağmen Galatasaray Meydanı’ndaki hak mücadeleleri her hafta engellenen Cumartesi Anneleri/İnsanlarının karanfilini Meclis Genel Kurulu’na getirdi.
Cumartesi Anneleri/İnsanlarının gözaltında kaybedilen yakınları ve faillerinin cezalandırılması için çaba verdiğini söyleyen Doğan, Meclis kürsüsüne yanında getirdiği karanfili bıraktı.
Eylemin 1995’ten beri sürdüğünü ve barışçıl olduğunu belirten Doğan, Cumartesi Anneleri/İnsanlarına yönelik müdahalenin keyfi olduğunu söyledi.
Uluslararası Anlaşmalara İlişkin Kanun Teklifleri görüşülürken konuşan Doğan şunları söyledi:
Mevzu uluslararası sözleşmeler iken benim bahsetmek istediğim şöyle bir sözleşme var: Birleşmiş Milletlerin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri.
Bu, bizi 1941'e götürüyor. Bunu düşünürken Almanya'ya gittim, Nazi uygulamalarına gittim. Ne yazık ki bizim tarihimizde, Türkiye'de böyle bir kayıp olma gerçeği var. Viz bu tarihle, burada, şu anki Cumhurbaşkanı Başbakanken neredeyse yüzleşiyorduk. Yani Başbakanken çok güzel konuşmalar yapmıştı.
Bir insanı kaybetmek, işkence tarihinde varılan son nokta. Çünkü yalnızca bir insanı kaybetmiyorsunuz, yakınlarını da kaybetmiş oluyorsunuz, umut kırıntılarını dahi ellerinden almış oluyorsunuz. ‘Mezarsız ölüler bırakmak’ cümlesi, sanıldığı kadar hafif bir cümle değil, oldukça ağır. Cumartesi, artık bizim için hafta sonunun ilk günü değil; cumartesi, insan adı; cumartesi insanının adı.
Cumartesi Anneleri, 1995’ten bu yana sürdürdükleri hakikat ve adalet taleplerini Galatasaray Meydanı'na taşıyıp bir barışçı oturma eylemi yapıyorlar. Anayasa Mahkemesi karalarına rağmen bu hakları her nedense haftalardır keyfî bir biçimde engelleniyor.
Sayıları azalıyor, bu meydanda oturan annelerin, babaların, kardeşlerin, eşlerin sayıları azalıyor. Niye azalıyor biliyor musunuz? Çünkü artık yürekleri iflas edene kadar o meydanda oturdular.
Bir örnek vereceğim, yüreği iflas eden babalardan birinin hikâyesini paylaşacağım sizinle: 14 yaşındayken oğlu gözaltında kaybedilen Seyhan Doğan'ın babası Ramazan Doğan. Ramazan Doğan, Ağustos 2010’a kadar gerçekten kalp krizi geçirdiği yani yüreği iflas edene kadar 283 hafta her cumartesi o meydanda oturdu. O meydana eşi Asiye Hanım'la beraber gidiyorlardı, Asiye Hanım da evladının izinin peşindeydi, adını dilinden düşürmedi; ana inadıyla, vefat edene kadar da oradan ayrılmadı.
Ramazan amca ölümünden bir ay önce o meydandan yani Temmuz 2010’da Başbakana sesleniyor ve diyor ki ‘Bizim bilgimiz dışında, nüfus kütüğümüze Seyhan'ın öldüğünü yazmışlar. Başbakan bizi suçlayacağına bu kaydı düşenleri araştırsın. Benim oğlum daha çocuktu, onu benim kucağımdan alıp götürdüler. Başbakan ne yaptığımı bilmiyorsa söyleyeyim: Ben oğlumun kemiklerini arıyorum.’ Bu aile kemiklerle birlikte anne, baba aynı yere defnedildi.
Yine Meclis’ten bir görüntü. Berfo ana, hepimiz biliyoruz, Dolmabahçe'de kendisine çokça söz verildi Cemil Kırbayır'la ilgili, oğluyla ilgili. Berfo ana yıllarca evinin adresini değiştirmedi, tadilat yapmadı, yenilemedi olur ya bir gün Cemil'im gelirse diye beklediği için, yolu şaşırmasın, buluversin, kolay olsun, hatırlasın. Şimdi, Mikail Kırbayır sürdürüyor bu Berfo ananın hakikat ve adalet arayışını ama o meydanda her hafta sonu gözaltına alınıyor bu insanlar. Oysa Mikail Kırbayır da soruyor: ‘Bu Mecliste bir İnsan Hakları Komisyonu vardı bir zamanlar ve o Komisyon yüzlerce sayfalık bir raporla Cemil Kırbayır'ın işkenceyle darbedilerek öldürüldüğünü raporladı. Buna rağmen bu dosya nasıl zaman aşımına uğrayabilir? Peki, onlarca gün çalışılan yüzlerce sayfalık rapor niye yazıldı? Başbakan bu sözleri niye verdi?’ Ama yine de vazgeçmiyor tabii bundan.
Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun. Yıllarca annesi Hanım Tosun oturdu o meydanda. Besna Tosun ters kelepçeyle gözaltına alınıyor. Biz hiç mi sorumluluk hissetmiyoruz bunlara karşı? Niye hissetmiyoruz? Eğer, bu Meclis’in çatısının altında bir sorumluluk hissettiren görüntüler değilse bu, biz bu anaların feryadını, bu eşlerin çığlığını, bu çocukların, bu kardeşlerin, bunca kayıp insanın yakınlarının hakikat arayışını nerede konuşacağız? Hele bir de cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken bununla gerçekten yüzleşmeyecek miyiz? Bunu görmeyecek miyiz? Bunu hatırlayamayacak mıyız? Nasıl bir demokratik cumhuriyetten bahsederiz bunca acı orta yerde dururken? Biz burada ne yapıyoruz? Eğer hakikat, demokrasi, özgürlük, barış değilse derdimiz...
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'ndan bir gün önce, 28 Ekim’de, Cumartesi İnsanları yeniden oturma eylemi için Galatasaray’a gidecekler. O meydana bir karanfil götürecekleri.
Ben buraya kırmızı bir gül getirdim. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen İstiklal'de kuş uçurmuyorlar. Bu gülü onlar adına buraya koyuyorum. Hepimiz sorumluluk hissedelim diye… Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken unutturmayalım diye. Bununla yüzleşmek mümkün.
(HA)