* Çizim: Ercan Altuntaş
Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) 108 siyasetçinin yargılandığı, 41’inin tutuklu olduğu Kobanî davasının 5. duruşmasının 2. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görüldü.
Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya Sincan Cezaevi’nde tutulan siyasetçiler katılırken, farklı cezaevlerinde tutulan siyasetçiler Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya bağlandı.
“HDP MYK Üyesi olduğum için tutukluyum”
Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada ilk olarak söz alan HDP Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Üyesi Ali Ürküt esasa ilişkin savunma yaptı.
HDP’de yer aldığı görevlere dair bilgi veren Ürküt, aynı suçlamayla ikinci kez Kobanî dosyası kapsamında tutuklandığını ifade etti. Ürküt, sadece HDP MYK üyesi olduğundan dolayı 1 yıldan fazladır hukuksuzca cezaevinde tutulduğunu belirterek, şunları söyledi:
“Kobanî ve Suruç halkı akrabadır. Suriye’de başlayan iç savaşta AKP’nin de bazı cihatçı gruplara destek verdiğini biliyoruz. Başta ÖSO olmak üzere bu desteğin hala devam ettiğini de biliyoruz. O dönemki Türkiye şartlarına da değinmek istiyorum.
“Kürt sorunu Türkiye’nin temel sorunlarından biri olarak gündemdeki yerini koruyordu. Kürt sorunu birçok alanda ağır maliyetlere neden oluyordu. Yakın tarihte sorunun diyalogla çözüme kavuşturulması için kimi zaman girişimde bulunulsa da sorunun çözümüne engel olanlar olmuştur.
“AKP 2002 yılında tek başına iktidara geldiğinde başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunların çözümü noktasında beklentiler olmuştu. Dönemin Başbakanı Erdoğan, ‘Kürt sorunu tüm Türkiye vatandaşlarının ortak sorunudur’ demişti. AKP döneminde Kürt sorunu için ilk girişim Oslo görüşmeleriyle başlamıştı.”
“Mutabakat metni tarihe geçti”
Ürküt, KCK operasyonlarıyla ilgili de konuştu:
“İki yıla yakın devam eden görüşme notları kamuoyuna sızdırılarak, süreç adeta bitirildi. Oslo süreci akamete uğradı ama Kürt sorununun çözümü için arayışlar devam ediyordu ve nihayet 2012 yılında kamuoyunun bilgisi dahilinde açıkça yapıldı.
“Heyetler İmralı’yla görüşmeler yaptı. Çözüm Sürecinde yer alacaklara dair Meclis’te bir yasa çıkarılması son derece önemliydi. 2015’te 10 maddelik bir mutabakat metninin kamuoyuna açıklanması önemli bir not olarak tarihe geçti.
“Ortaya çıkan bu olumlu hava Türkiye ile Suriye güçleri arasındaki iletişimin de iyiye gitmesini sağlamıştı.”
“BM IŞİD’e karşı birlikte mücadeleye çağırdı”
IŞİD’in saldırılarına ilişkin açıklamalarda bulunan Ürküt, şunları söyledi:
“Kendisine biat etmeyen herkesi soykırıma uğrattı. Musul işgalinin kendisine sağladığı üstünlük ile Şengal’e saldırdı. Şengal’de 5 bin erkek katledildi. 6 bin kadın ve çocuk köle olarak esir alındı. BM 2014 tarihinde tüm devletleri ve halkları IŞİD’e karşı birlikte mücadele etmeye çağırmıştı.
“IŞİD’in Kobanî saldırısına karşı sürekli Kobanî için dayanışma çağrısı yapılıyordu. Türkiye’de de Meclis’te sınır ötesi tezkere kabul edildi. Birçok kurum ve kişiler katliamların önüne geçmek için IŞİD’e karşı mücadele çağrısı yaptı.
“Türkiye’de de çok sayıda kurum ve kişi bu çağrıyı yaptı. IŞİD vahşetinin yanı sıra yerinden göç ettirilen milyonlarca insan açlık, barınma sorunlarıyla yüz yüze kalmıştı. Göç etmiş insanlara yardım etmek ve Kobanî’ye destek vermek için Suruç sınırına insanlar gitmeye çalıştı.”
“Demirtaş ile Davutoğlu Kobanî'yi görüşmüştü”
“HDP’nin IŞİD vahşetine karşı herkesten daha fazla duyarlılık göstermesi tüzüğünden dolayı beklenen bir durumdu. HDP bir yandan da devletin ilgili birimleriyle diyalog içindeydi.
“HDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile Başbakan Ahmet Davutoğlu Kobanî konusunu görüşmüşlerdir. Yapılan görüşme üzerine hatırlarsınız Salih Müslim Türkiye’ye geldi.”
“Erdoğan’dan cesaret alan kimi güçler provokasyona geçti”
7-8 Ekim’deki gösterilere yapılan saldırının provokasyon olduğunu ifade eden Ürküt, beyanına şöyle devam etti:
“HDP olarak IŞİD’in Kobanî’deki olası bir katliamın önüne geçmek için hükümet ile görüşmelerin yapılması, dayanışma açıklamalarının yapılması yönünden karar çıkmıştır.
“Bu kısa açıklama, hükümeti, devleti ya da devletin herhangi bir kurumunu hedef alan bir açıklama değil. Demokratik bir çerçevede hükümetin politikalarını eleştiren bir açıklamadır. Dolayısıyla meydana gelen olayları HDP’nin açıklamasıyla ilişkilendirmek gerçekçi değildir.
“Diğer yandan şiddet olayları, 7 Ekim 2014 günü saat 14:30’a kadar yaşanmamıştır. Ama Cumhurbaşkanı 7 Ekim 2014 tarihinde 14:30 civarında bir konuşma yaptı ve ‘Kobanî düştü düşecek’ dedi.
“O günün koşullarında bu sözü hangi amaç ve niyetle söylediğinden bağımsız olarak pusuda bekleyen kimi güçlerin bu sözden cesaret alarak provokasyona geçtiklerini dönemin İçişleri Bakanı’nın açıklamalarından da anlayabiliriz.
“IŞİD’in Türkiye’de belli oranda taban bulduğunu, bunların örgüt içinde üst düzey görevlere geldiğini biliyoruz. Aradan yıllar geçmesine rağmen IŞİD’in hala Türkiye’de belli tabanını koruduğunu son yapılan gözaltılardan biliyoruz. IŞİD, Türkiye’de Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul ve Antep’te yüzlerce kişi katletti.”
“Çözüm Sürecini istemeyen güçler devreye girdi”
Ürküt, 7-8 Ekim olaylarıyla birlikte Çözüm Sürecini istemeyen güçlerin devreye girdiğini belirtti:
“Bu provokasyonun sebebinin Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünün önüne geçmek olduğu aşikardır. Bu provokasyonun arkasındaki asıl güç Oslo sürecini akamete uğratan ve tekrardan ortaya çıkan darbe girişimine kadar devam eden güçtür.
“1990’ları yaşayan biri olarak şunu söyleyebilirim; Kürt sorununun çözümünü istemeyen güçler sürekli vatan-millet-Sakarya söylemiyle kitleleri manipüle ederler.
“Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü için girişimde bulunanlar ağır bedeller ödedi. Özal dönemi, Oslo süreci vb. dönemlerde çok farklı provokasyonlar ayarlanarak Çözüm Süreci akamete uğratılmıştır.”
Ürküt, Kobanî olaylarındaki provokasyonun devamı olarak iki polisin öldürüldüğü Ceylanpınar olayının yaşandığını ifade etti.
“Son dönemlerde meydana gelen en küçük bir olayda FETÖ'nün parmağı aranırken, 7-8 Ekim olaylarında tüm okların cemaati göstermesine rağmen bir araştırmanın yapılmadığına” dikkat çeken Ürküt, “En azından o dönemin güvenlik birimleri hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mı diye İçişleri Bakanlığı’ndan bilgi istenilmesini talep ediyorum” dedi.
“HDP’nin çağrısı bir şiddet çağrısı değildi”
Olayların sorumlusunun HDP olmadığına vurgu yapan Ürküt, şunları söyledi:
“6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan olaylardan HDP MYK’sının sorumlu tutulamayacağını AİHM Büyük Daire Demirtaş kararında da ifade eder.
“Bir başka mahkeme kararı 7-8 Ekim 2014 tarihli olaylarla ilgili Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi’nden geldi. Kararda bir siyasi parti liderinin çağrısı suç teşkil etmeyecek şeklinde ifadeler var. Yargıtay 16. Ceza Dairesi onaylamıştır.
“Bu karardan da anlaşılacağı üzere HDP’nin çağrısı bir şiddet çağrısı değildir ve yaşanan olaylarla bir ilişkisi yoktur.
“Çözüm Süreci Heyetinin 9 Ekim 2014 tarihinde Efkan Ala ile yaptıkları görüşmenin ardından yaptıkları açıklamada diyalog vurgusu var ve sağduyu çağrısı yapmışlardır. Olayların son bulması için çağrılar yapmış ve devlet yetkileriyle sürekli diyalog halinde kalarak Çözüm Sürecinde ısrar etmiştir.
“HDP 7-8 Ekim olaylarının araştırılması için bir komisyon kurulmasını istedi ancak bu önergelerin hepsi AKP grubu tarafından reddedildi.”
“Çözüm Süreci neden bitirildi?”
Hükümetin de o dönemde Çözüm Sürecinin bitirilmesini istemediğini kaydeden Ürküt, Dolmabahçe Mutabakat metnini hatırlattı. Hükümet ve PYD ilişkisinin de o dönem devam ettiğini dile getiren Ürküt, “Çözüm Süreci neden bitirildi?” diye sordu.
“Çözüm Süreci siyasi yarar sağlandığı sürece mi gündemde tutuluyordu. Tek başına iktidar getirmiyorsa süreçten vaz mı geçmek gerekir? Çözüm Süreci devam etseydi büyük bir kazanım olacaktı. Ama bundan vazgeçilmesinin hepimize büyük faturası oldu.
“HDP bileşenlerine yönelik baskı devam etti. Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Bizler de bundan dolayı bugün buradayız. Parti hakkında kapatma davası açıldı.
“Çözüm Sürecinden vazgeçilmesinin ve güvenlik politikalarından ısrar edilmesinin AKP’ye de ağır siyasi maliyeti oldu. Çözüm Sürecinden yana olanların tamamına yakını tasfiye edildi. AKP bir daha seçimlerde Meclis çoğunluğunu bulamadı. 31 Mart Yerel Seçimlerinde birçok büyükşehir, il ve ilçe belediyelerini kaybetti. AKP gittikçe oy kaybediyor.”
“Birçok konuda tıkanma noktasına geldik”
Çözüm Sürecinin bitirilmesi ve yeniden çatışma sürecinin başlamasıyla birlikte çok sayıda insanın hayatını kaybettiğini hatırlatan Ürküt, şunları dile getirdi:
“Parlamenter sistemden vazgeçilerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildi. Yeni sistemle birlikte yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda insan hak ve özgürlükleri alanı başta olmak üzere birçok noktada tıkanma noktasına gelmiş durumdayız.
“Güvenlikçi politikaların maliyetini birkaç araştırmayla sunmak isterim. Araştırmalara göre en çok tutuklunun bulunduğu ülke durumundayız.
“Türkiye’deki vatandaşların yüzde 82’si işlerin yanlış gittiğini düşünüyor. ‘Son 10 senede neler değişti’ sorusuna verilen yanıtlara göre adalet alanında 10 yıl öncesine göre daha kötü diyenlerin oranı geçen yıla göre yüzde 56.1’e yükselmiş.”
“Hakkımda somut herhangi bir delil yok”
Ürküt, “Hakkımda somut herhangi bir delil söz konusu değildir. Buna rağmen özgürlüğümden yoksun bırakılarak tutuklu bulunuyorum” dedi.
KONDA’nın İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) talebiyle yaptığı araştırmayı hatırlatan Ürküt, “Görüşülen yurttaşların yüzde 69’u Türkiye’deki adalet sistemine güvenmediğini bildiriyor. Yargının ne hale geldiğini görüyoruz. Önemli olan yargı mensuplarının hiçbir etki altında kalmadan karar verebilmesidir. Ama burada ne bulunduysa iddianameye konulmuş, içi doldurulmuş.” dedi.
“Yargı mensupları adalet çağrısı yapıyor”
İddianamenin içindeki her şeyin yabancı katkı maddesi olduğunun altını çizen Ürküt, şunları dile getirdi:
“Adaleti, hukuku zehirleyen katkı maddesi değil midir? AYM Başkanı Zühtü Arslan, ‘Kendi aklını kullanmaya cesaret edemeyenler vesayet altında kalmaya mahkumdurlar’ diyor. Bunun canlı örneğini 15 Temmuz’da yaşadık. Mahkemelerin adalet talebine cevap vermediği bir yerde hukuk dışı arayışların açığa çıkması kaçınılmazdır.
“Yargı mensuplarına adalet çağrısı yapılması işin vahametini gözler önüne sermektedir. Adalet Bakanı, ‘Yargının yegane temeli adalettir. Tarafsızlığın ve bağımsızlığın temel şartı aklı ve vicdanı hür olmaktır. Aklını kiraya vermiş, vicdanını hukuk dışı bir merciye teslim etmiş kişi asla adaletli olamaz. Yargı ele geçirilecek bir merci değildir. Adalet arayan herkesin sığınacağı bir mercidir. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını benimsemeliyiz’ şeklinde ifade ediyor.
“Adalet Bakanı’nın bu konuşmasından nasıl bir sonuç çıkarmak gerekiyor? Adalet Bakanı konuşmasıyla sanki bu davayı anlatıyor. Bu ülkede açık şiddet çağrısı yapanlar, insanların kanında banyo yapacağını söyleyenler hakkında bir şey yapılmazken, bizim yaptığımız çağrı üzerine bir buçuk yıldır tutuklu bulunuyorum. Umarım bu dosyadan sonra yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı oluşur ve adalet yerini bulur.”
“AİHM kararını derhal uygulayın”
Ardından Ali Ürküt’ün avukatı Erhan Ürküt söz aldı.
Avukat Ürküt, “Müvekkilimin yapmış olduğu tüm paylaşımlar ifade özgürlüğü kapsamına giriyor. CMK’ya göre lehe ve aleyhe delil toplanır. Ama lehe hiçbir delil toplanmamış. Biz araştırdık ve iddianamede suç olarak yer alan basın açıklamalarının hepsi için gerekli yerlere başvuru yapılmış” dedi.
Dosyada derhal beraat kararının verilmesi gerektiğine vurgu yapan Ürküt, “Çünkü AİHM Büyük Daire, Demirtaş kararında söz konusu tweet’lerin şiddet çağrısı içermediğini teyit etmiştir. Biz bu nedenle derhal beraat kararının verilmesini talep ediyoruz. AİHM kararını derhal uygulayın, çünkü hukuki sorumluluk altına giriyorsunuz” dedi.
Israrla HDP MYK’sında bir şeylerin arandığına işaret eden Ürküt, şunları söyledi: “Rutin parti toplantısı devasa bir yargılama konusu yapılmaktadır. Yargılama konusu aslında siyasi parti faaliyetidir. Siz bu dosyadan el çekmelisiniz. Çünkü siyasi parti faaliyeti kapsamındaki bir yargılamayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yürütür. Zaten Anayasa Mahkemesi’nde dava da açıldı. Dolayısıyla sizin bu dosyadan el çekme yönünde karar vermeniz gerekiyor.”
Avukat Ürküt’ün savunmasının ardından mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmanın 21 Ekim’de görülmesine karar verdi. (AS)