Eduardo Galeano, "Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu"
Küreselleşme birden fazla alanda sıklıkla kullandığımız kavramlardan birisi. Peki ama gerçekte ne? Siyasi bir proje mi? Paranın ve malın serbestçe dolanımı mı? Bir kaçınılmazlık mı?
Ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre hemen hemen her alandaki değişimi ifade edebildiğimiz sihirli bir sözcük mü? Yoksa ünlü düşünür ve dil bilimci Chomsky'nin de dediği gibi kâr peşinde koşan "mega işletme"lerin totaliter tiranlığı mı?
Küreselleşme sözcüğü, teknolojik ulaşım ve haberleşme alanlarında meydana gelen değişimler sonucunda ekonomik, politik ve kültürel olarak bir bütünleşmeyi ifade ediyor. Küreselleşme bir dünya tasviri aslında, ulusal devlet politikalarıyla ilişkili. Dünya insanlarının günlük yaşamlarında daha fazla önemli olan insanların, sermayenin ve uluslararası serbest mal hareketliliğinin oluşturduğu küresel piyasa güçlerinin yer aldığı bir dünyanın tasviri.
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aziz Konukman kendisiyle yaptığımız söyleşide "Küreselleşme üç eğilimin ortaya çıkardığı bir süreçtir. Bunlardan birincisi, bilişim ve enformasyon teknolojilerinin ortaya çıkmasıdır. Yani bilginin herhangi bir engel olmaksızın dünyayı dolaşımının sağlanması, dünya ölçeğinde akışkanlığının artmasıdır.
İkinci eğilim; kısa vadeli sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir varsayım...
Yani sıcak para ya da serseri para dediğimiz bir miktar paranın, tüm dünyayı serbest bir şekilde dolaşmasıdır. Buna göre bir miktar para Londra'dan online sistemle bir anda Tokyo'nun sermaye piyasasına giriyor. Bir bakıyorsunuz oradan da Türkiye'de, borsaya girmiş.
Dünya ticaret hacminde dolaşan paraya "x" dersek bunun 100 ya da 200 misli kadar bir sıcak para (günde 1.5-2.5 trilyon dolar olduğu söyleniyor) söz konusu. Ki bu çok önemli bir miktar.
Üçüncüsü ise, daha önce var olan "fordist" üretim tekniklerinden "postfordist üretim tekniklerine geçişin gerçekleşmesi. Ford marka otomobilin üretim süreciyle başlayan bu üretim tekniği kitleseldir; kitlesel üretim ve kitlesel tüketimi öngörür. Ayrıca niteliksiz işçilerin de üretime katılabildiği bir üretim tekniğidir fordist üretim. En niteliksiz işçi bile tek bir iş yaparak (örneğin tek bir vidayı takmak vb.) üretime katılabilmektedir.
Bu dönemde bir otomobil üreticisi milyonlarca aynı tür arabadan üretip, milyonlarca tüketiciye ulaşabiliyordu. Her ülke kendi iç piyasa dengelerini ayarlayabiliyor, rahatlıkla kamu harcamalarını (sağlık, eğitim, sosyal vb) gerçekleştirebiliyordu.
Küreselleşme ile eş zamanlı olarak postfordist üretim tekniklerine doğru bir geçiş yaşandı. Yani kitlesel üretim ve kitlesel tüketim yerine siparişe göre üretim yapan birimler oluşturuldu. Son derece esnek üretim teknikleri ve çok amaçlı makineler deveye girdi. Bu dönemde standart değil atipik istihdam biçimleri yaygınlaştı ve işletmelerde iki tür işçi yer almaya başladı.
Merkezde daha nitelikli, sendikal hakları korunmuş işçiler yer alırken, onun çevresinde de atipik, yani taşeron işçiler de denilebilen, özlük hakları son derece sınırlandırılmış bir işçi grubu yer aldı.
Üretim biçimindeki bu değişiklik gereksinimi, iç piyasaların artık kitlesel üretime ve tüketime doymuş olmasından kaynaklandı. İç piyasalarda yaşanan bu doyumun en önemli sonucu kâr oranlarının düşmesiydi. İç piyasalar bu nedenle krize girdiler ve ürettikleri hiçbir şeyi satamaz hale geldiler. Satamayınca var olan üretim biçimini sürdürmenin de anlamı kalmadı ve yeni üretim biçimleri geliştirildi. Yeni üretim biçimlen geliştirirken artık fordist üretim biçimine uyumlu olan politikalara da gerek duyulmadı.
Kitle üretiminin yapıldığı fordist üretim tekniklerinin geçerli olduğu dönemlerde, üretilen malları alacak kitlenin gelir durumu çok önemliydi. İşçi sınıfının düşük gelirli olması doğru değildi. İnsanların gelir durumu ne kadar yüksek olursa iç piyasada üretilen mallara da o oranda bir istek olacak, satış devam edecek ve ekonomik çark rahatlıkla dönebilecekti. Kamuya sağlanan sosyal olanaklarla, sosyal refah harcamaları ekonomiyi canlı tutacaktı.
Oysa yeni üretim biçimi olan postfordist üretim biçiminde, iç piyasadaki satın alma talebi düşse bile dış piyasa kurtarıcı olabilmektedir. Artık gelir dağılımının da eşit olmasına gerek duyulmamaktadır. Çünkü sadece gelir durumu yüksek olanlara yönelik üretim yapılması yeterli olabiliyor. "Daha yeni" bilgisayar, "daha lüks" arabalar, "daha güzel ve pahalı" giysiler vb...
Durum böyle olunca da işçi sınıfı eski ekonomik gücünü koruyamadı. Devletin kamuya yönelik sosyal harcamaları vergi sorumlularına ciddi bir yük olmaya başladı ve sermaye sınıfı bu yükü taşımak istemedi. Bu da tüm hizmetlerin özelleştirilmesini gündeme getirdi.
Bugün sosyal devletin tüm araçları-hizmetleri ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Ülke insanlarına yaklaşım "yurttaşlıktan" "müşteriliğe" doğru değişti. Gelişmekte olan ülkeler de ayrıca IMF ve Dünya Bankası gibi örgütlerin verdiği koşullu kredilerle bir tutsaklık yaratıldı.
Bu tutsaklık sonucunda alınan kredilerin geri ödenmesi gündeme geldi ve bu durum devletlerin kamuya sundukları sosyal refah hizmetlerinden elini çekmesini gerektirdi. Çünkü devlet IMF ve Dünya Bankası'ndan aldığı kredileri ödemek için bu şekilde kaynak yaratma yolunu bulabildi. Bu da daha az eğitim, daha az sağlık anlamına geliyor..."
Küreselleşmenin sosyal sonuçları
Küreselleşmenin sosyal sonuçlan en çok bu noktada hissediliyor. Özellikle de sosyal devlet hizmetlerinden yararlanma hakkım daha önceden kazanmış Avrupa ülkelerinde yaşayanlar tarafından. Küreselleşmeye karşı en büyük ses de daha önceden edindikleri bu haklardan vazgeçmemek adına, dünyanın bu kıtasında yaşayanlardan yükseliyor.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki sonuçlarını ise şöyle özetliyor Prof. Dr. Konukman:
"Şu anda biz küçültülmeye ve sosyal harcamaları budanmaya çalışılan bir sosyal devletle karşı karşıyayız. Bu da, insanları korunmasız bir şekilde piyasanın baskısıyla karşı karşıya bırakıyor. Burada da iki sınıf çok fazlasıyla erozyona uğruyor. Birincisi, daha önceden sosyal devlet hizmetlerinden yaralanan işçiler, memurlar. Bu kesim daha önceden az da olsa kazandığı haklardan artık vazgeçmek zorunda kalıyor.
Bir diğeri de daha önceden de korunmasız olan sınıf. Bu kesim artık sefalet içinde yaşıyor. Bırakın sosyal devlet hizmetlerini (ilaç, okul vb) bu sınıf (ki bunlara "sınıf altı" bile diyoruz) günlük harcamalarını bile gerçekleştiremez duruma geliyorlar ve bu insanlar artık gıda yoksunu oluyor.
Ne yazık ki sistemde bu insanlara yönelik mekanizmalar da çok zayıf. Bu durumdan en çok etkilenen grup da tabii ki kadınlar ve çocuklar. Özellikle de geleneksel ailelerde bu mağduriyet çok daha fazla kendisini hissettiriyor".
Yani küreselleşmeye ilişkin ortak düşüncede de ifade edildiği gibi küreselleşme "zengini daha zengin yoksulu ise daha yoksul" yapıyor. Prof. Dr. Aziz Konukman bu durumu "Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Ticaret Konferansı'nın (UNCTAD) son yayımlanan raporunda küreselleşmenin sosyal etkileri açıkça belirtiliyor. Birleşmiş Milletler günlük gelirleri 1 doların altındaki kişilerin açlık sınırında olduğunu kabul ediyor.
UNCTAD raporunda, 2000 yılındaki 334 milyon kişi açlık sınırındayken, bu rakamın 2015 yılında 471 milyona çıkacağı öngörülüyor. Aynı raporda dünya nüfusunun yüzde 11'inin AIDS hastası olduğuna dikkat çekiliyor. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Kalkınma Program'nın son raporuna göre de 15.5 milyon insan temiz su bulamıyor" sözleriyle anlatıyor.
Prof. Dr. Aziz Konukman'a küreselleşme kavramının ilk kez hangi tarihlerde kullanılmaya başlandığını sorduğumuzda, 1970'li yılların sonunda başlandığı yanıtını alıyoruz. Bu durum ülkemizde de 1980'li yılların başında olmak üzere tüm dünyayla paralellik gösteriyor.
Küreselleşmeye Yaklaşımlar
Küreselleşme diyalektik bir süreç olarak, karşıt görüşüyle birlikte işleye dursun, son bir kaç yılda birçok ülke küreselleşmeye ve özelleştirmeye hızla geçmeye karar verdi. Bu durum 2004 Nisan ayında gerçekleştirilen Dünya Sosyal Forumu'na göre, "Hem güç merkezlerinin sağlamlaştırılmasına, militarizmin artmasına, toplumsal sınıfların birbirine kapalı olmasına ve ırkçılığa neden oluyor hem de çocuğun büyüme ve gelişmesine zarar veriyor.
Çocuklar küreselleşmeyle birlikte yoksulluğun yeni boyutlarını yaşıyor. Küresel projeler yüzünden çocuklar ekonomik istismar, çocuk ticareti, zorunlu göçle karşı karşıya kalıyor. Çocukların okulöncesi eğitimi, sağlık, yemek, oyun, eğlence, eğitim, güvenli bir çevre, dil ve kültür, katılım, güvenlik ve onurlu yaşama haklan ihlal ediliyor".
Ne Yapmak Gerekiyor?
Yoksul ya da zengin tüm çocuklar küreselleşmeden payını alırken, konuyla ilgi acil eylem planlarının oluşturulması artık kaçınılmaz. Artık çocukların bakımının, korunmasının ve eğitiminin ticaret ve kâr üzerine kurulmuş bir pazara bırakılmaması, kalkınma projelerinin merkezine yoksulların ve çocukların konması için gerekli planlamaların yapılması gerekiyor.
Tüm toplumların Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne uyması, bu sözleşmenin yaygınlaşması ve gelişmesi için ayrılan kaynakların çoğalması gerekiyor.
Evet, çocuklar -ve de yetişkinler- için başka bir dünya elbette mümkün, ancak "her çocuğun" bu haklara sahip olması koşuluyla. (EK/EÜ)