"Babam benim hep kâbusum olmuştu. Gündüz uyuduğumda kâbusumdu, gece uyandığımda kâbusumdu. Uyuyamıyordum..."
"Büyük oğlan, annesine yapılanları gördüğü içn şeker hastası oldu.."
"Benim orda tek düşündüğüm şey şuydu: Benim babam katil. Başka hiçbir şey düşünemiyordum"
Cümleler, Dr. Gamze Erükçü - Akbaş'ın hazırladığı "Baba Anneyi Öldürdüğünde" isimli kitaptan. Kitap Doğan Kitap'tan kısa bir önce yayınlandı.
Kitap, babaların annelerinin öldürdüğü çocuklar ile yapılan söyleşiler sonucu ortaya çıkan yazılardan oluşuyor. Yazılarda kimi zaman öldürülen kadınların ailelerinin yaşadıkları da gündeme taşınıyor.
"Kadınları nasıl korurduk?" başlıklı bölümde ise kadın cinayetinin önlenebileceği noktalara ye veriliyor.
"Baba Anneyi Öldürdüğünde" isimli kitap, Türkiye'de annelerini baba şiddeti sebebiyle yitiren çocuklarla yapılan ilk çalışma.
Erükçü - Akbaş'la söyleştik.
Sosyal hizmet alanında çalışıyorsunuz. “Baba Anneyi Öldürdüğünde” kitabını hazırlama fikri nasıl oluştu? Ne kadar zaman çalıştınız?
Bu coğrafyada büyümüş, yetişmiş ve kadınlara dair gözlemleri olan bir kadınım. 2015 yılı bu konunun miladı oldu. O sene doktora tez konumu belirlemek için çeşitli alanlarda okumalar gerçekleştirdim.
Bu okumalar esnasında kadın cinayetleri sonrası geride kalan çocuklar ve onlara bakımveren yetişkinlerle ilgili yurtdışında yayınlanmış çeşitli akademik çalışmalar dikkatimi çekti.
Ülkemizdeki literatüre baktığımda bu konuyla ilgili tek bir çalışma yoktu. Her gün erkek şiddeti sebebiyle yiten kadınları düşününce, bu konunun çalışılması konusunda geç bile kalmıştık. Saha kısmında uzun yolları kat ettiğim bu çalışma üç yıla yakın sürdü.
Maalesef kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadelede çocukların sesi pek az yer alıyor. Kadın cinayetlerinin önlenebilir olduğunu ifade etmek istedim ve geride kalan çocukların, evlatların seslerini duyurabilmeyi amaçladım bu araştırma ile. Çünkü bu ses öyle kıymetli…
“Şiddet gördüğü halde korkudan boşanamayan kadılar var”
Türkiye’deki aile kurumunun iç yüzü ile ilgili de önemli detaylar sunuyor bize kitap. Sizin açınızdan – görüşmelerinizden de yola çıkarak- aile kurumu Türkiye’de ne durumda?
Türkiye’de tek bir aile formundan bahsedemiyoruz. Artık aileye ilişkin gerçekliğimiz, geniş aile tipinden salt çekirdek aileye dönen aileler de değil. Boşanmanın artması ile birlikte tek ebeveynli aileler ya da yeniden oluşturulmuş aileler gibi yeni aile formları söz konusu ülkemizde.
Aile, kendi üyelerine özen, ilgi, sevgi gibi olumlu unsurları sunarak gerçek bir dayanışma sağladığında gerçekten anlamlı bir sosyal kurum olabilir. Ama bu unsurlar olmadığında, baskı uygulayan ve baskıdan etkilenen kişileri barındıran kapalı, karanlık bir sisteme dönüveriyor. Ev içi şiddet hem kadınları hem de çocukları çok olumsuz etkiliyor.
Kitapta da yer verdiğim gibi boşanma kadınların ve erkeklerin medeni bir hakkı iken Türkiye’de bir krize dönüyor. Oysa evlenmek kadar boşanmak da normal. İstismarcı erkekler tarafından boşanmanın kabulü kolay olmuyor, kadınlar boşanmayı başarsalar bile bir dizi ısrarlı takip zorbalığı ile karşı karşıya kalıyor.
Hatta evlilik içinde, şiddete maruz kalmasına, boşanmak istemesine rağmen zarar görmekten korktuğu için boşanamayan ya da boşanmayı öteleyen kadınlar da var.
Kitabın “nasıl koruyabilirdik” bölümleri özellikle dikkat çekici. Sadece görüşmelerle sınırlı kalmayıp çözüm önerileri de sunuyorsunuz. Bu bölümler önceden belli miydi yoksa görüşmeler esnasında mı şekillendi?
Çok önemli bir soru bu. Aslında bu kısım kitabı yazarken şekillendi diyebilirim. Kitaptaki öncelikli amacım; kadına yönelik erkek şiddeti sebebiyle gerçekleşen cinayetlerin önlenebilmesi.
Bu nedenle “Kadınları nasıl koruyabiliriz ve güçlendirebiliriz?” sorusunun yanıtını bulmaya çalıştığım bölüm olmalıydı kitapta. Her bir yaşam öyküsü, aslında birer vaka analizi niteliğinde oldu. Öyle de olmak durumundaydı çünkü kadınları yaşatmamız gerekiyor. Bu nedenle cinayete giden süreçte kadınların neler yaşadıklarına ve cinayet öncesi birtakım uyarı sinyallerine yer verdim. Bunlar aslında geç kalınmış birer müdahale noktasıydı.
Artık birer yetişkin olsalar da bu travmaları yaşamış kişileri konuşturmak çok zor oluyor kendi deneyimimden biliyorum, siz nasıl başardınız bunu? Nasıl bir diyalog kurdunuz?
Öncelikle onları ve beni tanıyan yetişkinlerle bağlantı kurdum ve tanışmaya o yetişkinlerle birlikte gitmeye özen gösterdim. Görüşmeye başlamadan önce çoğu ile sohbet ederek birbirimizi daha iyi tanıma fırsatı bulduk.
Bunun ardından, çalışmadan bahsettim ve araştırmaya katılmak isteyip istemediklerini sordum. Çalışmamaya katılmama hakları vardı, bu noktada onları ikna etmeye çalışmadım.
Çocukları rahatsız edecek “cinayet, öldürme, katil” vs. gibi sözcükleri kullanmadım görüşmede. Bunlar ancak onlar bu kelimeleri seçtiğinde söylenebilecek sözcükler olmalı böyle hassas araştırmalarda. “Kendinizden bahseder misiniz? Buraya taşınmadan önce nasıl bir hayatınız vardı bahseder misiniz, sonra ne oldu, ne hissettin?” gibi açık uçlu sorularla görüşmeyi derinleştirdim.
Tabii ki görüşmenin en başında “Seni rahatsız eden bir sorum olursa beni durdurabilirsin” dedim ve görüşmenin en sonunda da “Nasıl bir görüşmeydi senin için?” diyerek onların geribildirimlerini aldım. Etik kuralları titizlikle uygulamaya çalıştım. Çocuklarla görüşemediğim durumlarda, onlara bakımveren yetişkinlerle görüşüp onların yaşam deneyimlerini edinebildim. Bu nedenle yetişkinlerle de görüşmeler gerçekleştirdim.
Bu ailelerin çocuklarını neye göre seçtiniz? Nasıl ulaştınız?
Kişilere ulaşabilmek için, sosyal hizmet uzmanı meslektaşlarımdan, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve birkaç kolluk kuvvetinden destek aldım.
Aslında amacıma uygun örneklem seçimine gayret ettim, 6284 sonrası erkek şiddeti sebebiyle yaşamını yitiren kadınları odağa koydum ki 6284’ün etkili uygulanma durumunu ya da nerelerde handikaplarımızın olduğunu görebilelim.
Sizce anneleri öldürüldükten sonra bu çocuklara devlet yeterince destek sağladı mı? Genel olarak ne çocukların anlattıkları bize ne söylüyor?
Bu çok değişken aslında. Görüştüğüm çocukların bir bölümü cinayet sonrası anne ya da baba tarafı akrabalarının yanında kalmaya başlamış ve eğitimlerine devam ederek devlet tarafından sosyal ekonomik destek hizmeti sağlanmış çocuklardı. Bu hizmeti hiç bilmeyen, ben söylediğimde öğrenen, psiko-sosyal destek alamamış aileler de vardı. Psiko-sosyal destek kısmı en önemlisi, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu kilit bir noktada.
Özellikle çocuklara yönelik ruh sağlığı tedbiri bu çocuklar açısından uygulanabilir olmalı. Ulusal çocuk hakları strateji belgesi ve eylem planında da (2013-2017) vurgulandığı gibi ihmal ve istismara maruz kalan çocuklar için ücretsiz psiko-sosyal destek hizmeti veren özel birimlerin kurulmasına ihtiyaç var. Ülkemizde travma yaşamış çocuklara yönelik var olan destek hizmetleri artırılmalı; bu alanda uzmanlaşmış ve yaygın bir hizmet modeli olabilmeli. Çocuklara yönelik ruh sağlığı hizmetleri özellikle Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde çocuk psikiyatri birimlerinde veriliyor.
Fakat devlet tarafından ücretsiz verilen psikoterapi ve yas danışmanlığı hizmetlerinin olması, cinayet sonrası bu çocukların ve çocuklara bakan yetişkinlerin bu hizmetlere erişimlerinin sağlanabilmesi gerekiyor. Çünkü görüştüğüm kişiler; özel danışmanlık merkezlerinin oldukça maliyetli olduğunu ve bu desteği alabilecek ekonomik güçlerinin olmadığını iletmişti.
“Çözüm 6284’ün etkin kullanılması”
Devletin erkek şiddeti konusundaki politikalarını siz nasıl buluyorsunuz? Sizce çözümcül mü?
Şiddet uygulayan ya da şiddet uygulama potansiyeli olan erkeklere yönelik çeşitli uygulamaların, hizmet modellerinin artırılmasını ve yaygınlaştırılmasını çok önemli buluyorum.
Özellikle istismarcı erkeklerde davranış ve bilinç değişikliği yaratacak, şiddetin yol açtığı olumsuz sonuçların fark edilmesini sağlayacak türde çalışmalara çok ihtiyaç var.
Örneğin Ankara Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezinde, şiddet uygulayan erkeklere yönelik öfke kontrol programı, mola tekniği vs. gibi eğitimler veriliyor. Şiddet uygulayan ve uygulama potansiyeli olan her erkeğin bu tür hizmetlerden yararlandırılabilmesi gerekiyor; bu hizmetler ülke genelinde yaygınlaştırılmalı.
Elbette bu hizmetlerin niteliği önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı eğitimlerden bahsediyorum. Şiddet uygulayan erkekler davranış değişikliği gerçekleştirmediğinde ise bunun yasal maliyeti ile yüzleşmeli.
Özelllikle 6284 sayılı Kanun kapsamında şiddet uygulayan erkeklere yönelik önleyici tedbirlerin uygulanmasının önündeki çeşitli engelleri fark edebilmeliyiz. Örneğin uygulamada uzaklaştırma tedbirinin uygulanmasında sorunlarla karşılaşılıyor, ısrarlı takip çok büyük bir sorun. Zorlama hapsinin uygulamasında da kitapta yer verdiğim birtakım zorluklar var.
Çözüm elbette 6284’ün etkin olarak uygulanabilmesi. Bu noktada bu Kanunu uygulayan kişilerin çalıştay ya da eğitimler yoluyla bir araya gelmesini, başarılı uygulamaların gerçekleştirilmesi için yapılabileceklerin başka neler olduğunun sorgulanmasını hayati önemde buluyorum.
Örneğin, vaka değerlendirmeleri gibi çok önemli uygulamalar gündeme gelmeli. Koruyamadığımız ve şiddet sebebiyle yaşamını yitiren kadınlar üzerinden vaka değerlendirmeleri de çok elzem. Bu değerlendirmeler, Kanunun uygulanması noktasında eksiklikleri görmemizi sağlayacaktır diye düşünüyorum.
Siz kişisel olarak hikayelerden nasıl etkilendiniz? En çok neler sizi etkiledi?
Bu araştırmayı yaparken duygusallığımın beni aşağı çekmesine değil, duyarlılığım gücüne inanarak yoluma devam etmeye gayret ettim.
Cinayet sonrası geride kalanların yaşadıklarını çok derinde hissettim bazen. Bu durum ilk etapta zorladı ama kendime telkinde bulundum. Bu konuya zihnimi ve kalbimi verdim. Tüm çabam kadınlar öldürülmesin, kendiliğinden gelen travmasız ölümler yaşanabilsin diyeydi.
Bu, araştırmaya daha çok inanmamı ve şiddetsiz bir yaşam için kadınlar ve çocuklarla ilgili çeşitli öneriler getirebilmemi sağladı diye düşünüyorum…
Kitabın künyesi Yayın Tarihi 2020-01-14 |
Dr. Gamze Erükçü- Akbaş hakkında 2010 yılında Adnan Menderes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümünden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet Anabilim Dalı ndan 2013 yılında yüksek lisans, 2018 yılında doktora derecesi aldı. 2011 yılından bu yana, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü'nde kadın ve çocuk refahı alanındaki çalışmalarına devam ediyor. |
(EMK)