"ABD, hem de arife günü bu infazı neden gerçekleştirdi" sorusu önemli. ABD resmi çevreleri, Kurban Bayramı'nın barışa ve dostluğa hizmet ettiğini, küskünlerin de barışmasına vesile olduğunu hatırlatarak, Saddam Hüseyin'in ölümüyle Kurban Bayramının sevincini artırmayı planlamışlar: Joie mortelle! (Ölümcül sevinç!)
Saddam Hüseyin'i, müttefikleri Kürtleri hayal kırıklığına uğratma pahasına, Enfal davasından önce idam etmek, Washington'un aldığı minimum bir önlemdi. Saddam Hüseyin, İran'a karşı savaşta olsun, Kürtlere yönelik operasyonlarda olsun, başta ABD olmak üzere Batılı devlet ve kurumlarından aldığı desteği duruşmalarda ifşa edebilirdi. İstihbarat raporlarına göre, Washington, duruşmalar sırasında Saddam ile anlaşmanın yollarını aradı ama bu konuda da başarı sağlayamadı. Saddam teslim olmadı!
Kitapta yazıldığı gibi değil
Harvard, Princeton, Yale gibi ABD'nin prestijli üniversitelerinde "Arap Ruhu", "Arap Kişiliğinin İç Dünyası", "Arapların Davranış Tarzı" türünden master ya da doktora düzeyinde dersler verilir. İşte bu okullardan mezun olanlar, yönetime gelince, Bernard Lewis ya da Samuel Huntington gibi yeminli İslamiyet ve Doğu karşıtlarının doktrinlerini uygulamaya koymaya çalışırlar. ABD Başkanı Bush da, bir yandan idamın Irak'ta şiddeti durduramayacağını itiraf etmek zorunda kalırken, bir yandan da Saddam'ın öldürülmesinin demokrasiye güç katacağını -Démocratie Mortelle! (Ölümcül Demokrasi!) yeni bir dönemin açılacağını... filan söyledi.
ABD yönetimine inanacak olursak, Irak'ta ha bire yeni dönem açılıyor: Saddam Hüseyin'in iki oğlu yakalanıp öldürüldüğünde, bizzat Saddam Hüseyin yakalandığında, işgal altında ilk seçimler yapıldığında, hükümet kurulduğunda, Celal Talabani Cumhurbaşkanı seçildiğinde hep "Yeni dönem" açılmıştı. Ama somut pratiğe baktığımızda bu açılan yeni dönemler eski kaosun devamından başka bir şey getirmedi.
Çıt yok!
Meseleyi kısaca Türkiye açısından irdelediğimizde de hazin bir tablo çıkıyor ortaya. Hariciye bürokrasisinin tüm girişim ve çabalarına rağmen Başbakan Erdoğan olsun, Dışişleri Bakanı Gül olsun, idam cezası hakkında ağızlarını açıp bir tek kelime söylemedikleri gibi, Erdoğan, Irak'taki gelişmelerin Avrupa Birliği (AB) sürecinden daha önemli olduğunu iddia etti. Ana muhalefet lideri Baykal da idam cezasına karşı çıkmadı. Oysa ki Türkiye, Irak'ın komşusu olarak, ayrıca bir Başbakan ile iki bakanını nispeten yakın bir geçmişte darağacına göndermiş bir devlet olarak, idam cezası hakkında bir açıklama yapmalıydı. AB uyum süreci sayesinde idam cezasını ilga eden Türkiye'nin en yetkili yöneticileri, demek ki bu ilgayı tam olarak içlerine henüz sindirememişler ki, ilke olarak idam cezasına karşı çıkamadılar.
Siyasi yöneticilerin dar, kısır, miyop yaklaşımlarına ilk kez rastlamıyoruz. Ukrayna'da Portakal Devriminin ardından Cumhurbaşkanlığını seçimle kazananın göreve başlama törenine "tenezzül" etmeyenler, yakın bir geçmişte kalabalık bir heyetle Türkmenbaşı adlı akli ve ruhi dengesi tartışmalı bir diktatörün cenazesine koşmuştu. Nasıl tercih?
Ankara'nın, genel olarak Ortadoğu özel olarak Irak politikası olmadığını bilmeyen yok. Saddam Hüseyin'in infazı nedeniyle idam cezasına karşı çıkmak, anlaşılan Ankara-Washington ilişkilerinde sorun yaratabilir endişesine yol açmışa benzer. Çünkü Texas'ta hala idam cezası var ya...
Hiçbir gelişmeyi öngöremeyen dolayısıyla hiçbir önlem alamayan statükocu siyaset, statükonun gün be gün değiştiğinin bile farkında değil. Ankara, Irak'tan söz açıldığında, "patolojik bir anti-PKK tutkusunun" yanı sıra toprak bütünlüğünden söz ediyor hala. Kuzey'de Kürtler neredeyse bağımsız bir devlet kurdu, güneyde Şiiler benzeri bir yolda, ayrıca da işgal altındaki bir ülkede toprak mı kalmış ki, bütünlüğünü savunacaksınız?
İdam cezasına karşı çıkmayan bir lider, bugünkü çağdaş dünyada demokratik ailenin bir bireyi olamaz. Hele kendi ülkesinde idam cezası kaldırılmış bir ülkenin lider(ler)i, bu ilkesel muhalefeti gösterme cesaret ve basiretinden yoksun oldukları için, idam cezasını desteklemiş ve onaylamış olurlar. Onlara kısaca bir hatırlatma: Ülkeniz bir gün işgale uğrar ve işgalciler de sizi hukuksuz bir ortamda yargılayıp asarlarsa, kalkıp da "Bir ülkenin işgalle devrilmiş Cumhurbaşkanını, Başbakanını, Dışişleri Bakanını nasıl asarsınız?" diye sormaya hakkınız bile kalmaz. Unutmayalım, Osmanlı geleneğinden bu yana, "Siyasete giren yanına kefenini de alır" diye bir deyiş vardır Türkçede.
Maskeli cellatların örtüsü ellerinde kaldı
Gelelim işin medyatik yanına. ABD'de ve artık Batı'nın genelinde, sanal/görsel/medyatik gerçek, büyük ölçüde hakiki gerçeğin yerini aldı. Saddam Hüseyin'i idam ederken, Amerikalı uzmanlar, "Biz infazı filme çekip gösterelim ki halk inansın" demiş olsa gerek. Çünkü, Oryantalist bakış açısına göre Doğu ve Müslüman toplumlarında, kimi şahsiyetlerin ölümsüz olduklarına inanılır, onların ruhu vücutlarından ayrıldıktan sonra bile etrafta gezinebilir. Hacı-Hoca, Derviş-Hayalet efsaneleri...
Harvard-Princeton-Yale öğretisinin özü, Arapların aptal ve anlayışsız oldukları temelinde inşa edilmiştir. Bu bakış açısına göre, Araplar bir şeyi somut olarak görmedikçe inanmazlar. Tıpkı bir çocuğa (çocuk, Latince "infant" demektir ve "bilmeyen" anlamına gelir) bir şeyi anlatmak için, "Bak bu elma, bu da armut" diye elimize iki meyveyi alıp göstermemiz gerektiği gibi... Oysa, Avrupa'da henüz karanlık bir Ortaçağ sürerken, ABD henüz keşfedilmemişken, dünyanın en zengin dillerinden biri olan Arapça, soyutlamanın en seçkin örneklerini ve ürünlerini de veriyordu.
Sanal dünya aynı zamanda semboller dünyasıdır ya... İşte bu nedenle infaz mahalli olarak Kazimiye semtindeki eski istihbarat merkezi ve işkence hane seçilmiş. Mesaj açık: Şiiler intikam alıyor!
Türk televizyonlarının çoğu da, resmi ideolojiye paralel bir şekilde, idam sahnelerini yayınlarken Saddam'ın vahşeti üzerinde durduğu yetmiyormuş gibi (Burada da mesaj açık: Oh olsun, haketmişti!), Sünni-Şii çatışmasını körükleyen bir yaklaşım benimsedi. Cellatlara polis diyen bir çok kanal, cellatların Şii olduğunu hatırlattı, hatta birisi biyografik romantizme dalarak, cellatlardan birinin "Belki de babası Saddam tarafından öldürülmüş" olduğunu öne sürdü.
Cellâtlar Ortaçağdan bu yana yüzlerini maskeyle örter. Benim görüntülerini hatırladığım iki infaz da, (Menderes ve Deniz Gezmişler) böyle maskeli cellatlar anımsamıyorum. Önemli değil... Ama Saddam Hüseyin'in infazında cellatların yanı sıra idamlığın da yüzünü örtmesinin talep edilmesi anlamlı. Saddam'ın bunu ret etmesi daha anlamlı. Saddam'ın "Ben başkomutanım infazı kurşuna dizerek gerçekleştirin" şeklindeki önerisi de bir meydan okuma aslında. Tecrübeli bir devlet adamı olarak Saddam son sözlerinde iki konuya dikkat çekti: Filistin'e destek ve "İran koalisyonuna" karşı uyarı...
Köşeye sıkışmış
Pazar gecesi televizyonlarda yayınlanan sahnelerin bir özelliği var: Urgan Saddam'ın boynuna geçirilinceye kadar olan bölüm, belli ki profesyonel kamerayla çekilmiş, daha sonraki bölümler de cep telefonuyla. Kapağın düştüğü anı göstermek doğru değildi. Ama resmi amaç için yapılan çekim, daha doğrusu resmi kameranın çektikleri, kapak açılmadan en az 2-3 dakika önce kesildi.
Çünkü sonraki cep telefonu çekimlerinden anlıyoruz ki, Saddam son anlarında bile çevredeki Şii militanların hakaret ve kışkırtmalarına prim vermeden, direnen vakur bir lider olarak öldü. Kelime-i Şahadet getirmesine izin verilmemesi de ilginç... Medyatik show aslında Irak Direnişinin cesaretini kırmaya yönelik olarak tasarlanmıştı. Bitkin, sefil, perişan, yıkılmış ve pişman bir Saddam Hüseyin görüntüsü, sadece Direniş açısından değil tüm Irak ulusu açısından aşağılayıcı bir mesaj olacaktı. Amerikalı uzmanların hesaba katmadığı bir şekilde gerçekleşti infaz. Çünkü Irak gibi bir ülkede, Saddam kadar uzun süre iktidarda kalabilmek için, hapisler, iç çatışmalar ve bin bir kanlı dalavere ve engeli aşmış, evet bir diktatör vardı idam sehpasında. Emperyal kibir sahipleri, Arap gururunun derecesini iyi hesaplayamamışlardı.
Amerikan yaklaşımı, kısaca kendi ayağına ateş etmek ya da bumerang etkisini artırmak olarak nitelenebilir. Saddam gibi bir diktatör böyle bir muameleye tabi tutulduğunda özellikle Arapların gözünde kahraman haline gelebilir. (Riyad bile karşı çıktı!).
Washington yönetimi, resmen ve açıkça kabul etmese de, Irak'ta yeniliyor. Emperyal kibir bu yenilgi sürecini rasyonel bir şekilde yönetmeyi engelliyor. Özellikle Cumhuriyetçilerin hem Temsilciler Meclisi hem de Senato'da yenilmeleri ve Baker-Hamilton Raporundan sonra Washington yönetimi, Irak'ta ne yapacağını bilemez durumda, tam anlamıyla kapana sıkıştı. İdam, bu açmazın en berrak tezahürü.
ABD, Saddam'ı idam ederek ne kazandı? Saddam'ın asıldığı gün, ABD, Irak'ta üç bininci askerini tabuta koyup Amerika'ya gönderdi. Yılda bin ölü... Bir de neo-liberallerin pek önemsediği savaşın mali portesi: Dört yılda 400 milyar dolar! (Canard Enchainé, 27 Aralık 2006)!
Bir tür Orta Doğu Jakobenizmi (Belki de Arap Kemalizmi) olarak da adlandırabileceğimiz Baas ideolojisi, bu ideolojinin önemli uygulayıcılarından biri olan Saddam Hüseyin'i idam etmekle yıkılmaz, yıkılamaz. Menderes'i astıktan kaç yıl sonra AP iktidara geldi?
Şiilerin ve Kürtlerin sevincini anlamak güç. Daha doğrusu ölüme, idama, infaza sevinmeyi anlamak, da kabul etmek de benim açımdan çok zor. Siyaset kişisel intikam temelinde uygulanabilecek bir araç değil. Irak'ta Milli Boğazlaşma dönemi yaklaşırken, Saddam'ın infazı soğuk bir sembol olarak uzun süre belleklerde kalacak. (RD/EK)