Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı dolayısıyla Tarih Vakfı ve Orient-Institut İstanbul “Osmanlı Cephesinde Yeni Bir Şey Var: Cihan Harbi’ne Yeniden Bakmak (1914-1918)” başlıklı uluslararası konferansta savaşta toplumsal cinsiyet, annelik ve kadın emeği konuşuldu.
Zeynep Kutluata, ailelerindeki erkekler tebide gönderilen Ermeni kadınların Osmanlı devletine yazdığı mektupları; Elif Mahir Metinsoy “asker ailesi” konumunda olan Osmanlı kadınlarının ekonomik hakları için verdikleri mücadeleyi; Sabine Mangold-Will ek hizmet için Osmanlı cephesinde yer alan Almanyalı kadınları; Nazan Maksudyan ise Osmanlı’dan Almanya’ya gönderilen yetimleri anlattı.
Ermeni kadınlardan devlete mektuplar
Zeynep Kutluata, Ermeni kadınların Osmanlı Devleti’ne yazdığı dilekçelerin savaş sırasında Ermeni kadınlarının sesi olduğunu, dilekçelerin yoğunlukla İstanbul’dan, ama farklı sınıflara mensup kadınlardan geldiğini söyledi.
“Bu dilekçeler anne perspektifiyle yazılmış. Ermeni anneler, çocuklarının Osmanlı devletine sadık vatandaşlar olarak haksız yere soykırıma yollandığını söylüyor. Dilekçelerde en çok ifade edilen şey çocuklarından ayrı kalmak ve bunun yarattığı çaresizlik ile ekonomik zorluklar. Ayrıca eşit vatandaşlık ve devlete sadakat durumuna da vurgu yapılıyor.
"Devlet ve kadınlar arasındaki ilişkide genel olarak anneliğin ‘meşru’ bir zemin olduğu, kadınların devlete dönük taleplerini annelik pozisyonları üzerinden ilettiği söylenebilir. Soykırım ve savaş koşullarına rağmen, özellikle İstanbul’da yaşayan Ermeni kadınlarının bazıları için de annelik, talep ve şikayetlerini dile getirmek için meşru bir zemin oluşturmuştu.
“Ancak Osmanlı Devleti’nin bu dilekçeleri çoğunlukla yanıtsız bıraktığı, yanıt verdiklerine de olumsuz yanıt verdiği dikkate alınırsa, devletin gözünde, ‘meşru’ annelik pozisyonunun Ermenilikle çatıştığını söyleyebiliriz. Bu çatışma da, Birinci Dünya Savaşı döneminde devlet tarafından farklı vatandaşlık kategorileri kurgulandığına işaret eder."
Osmanlı kadınlarının hak mücadelesi
Elif Mahir Metinsoy, “asker ailesi” konumunda olan ve savaş sırasında hayatları büyük değişikliğe uğrayan kadınların toplumsal konumlarının da değiştiğini; mücadeleleriyle birer aktör haline geldiklerini anlattı.
“Devletin asker ailesi olan bu kadınlara bakma yükümlülüğü vardı ancak bağlanan maaşlar o kadar düşük bir satın alma gücüne sahipti ki bir ay boyunca sadece ekmek almaya bile yetmiyordu. İş bulduklarında da hem çok çalıştırılıp az para alıyor, cinsel tacize maruz kalıyordu. Kadınların ekonomik problemleri, yüklenmek zorunda oldukları sorumlulukla daha da artıyordu.
“Ama kadınlar susmadı ve ekonomik hakları için mücadele ettiler. Formel mücadele yöntemleri yazdıkları dilekçe ve telgraflardı. Enformel mücadele yolları ise bürokratlarla karşılaştıklarında dertlerini anlatmak ya da hayvanları ile ürünlerini yetkililerden saklamak ve ailedeki erkekleri seferberliğe katılmamaları için ikna etmekti.
“Maaşlarının geç yatması ve bazı yetkililerin maaşlardan kesinti yapmasına ilişkin yazdıkları dilekçeler devletin harekete geçmesini sağladı. Çünkü geride bıraktıkları ailelerinin yoksulluk çektiklerini öğrenen askerler orduda kalmak istemiyor, asker kaçağı oluyorlardı.
“Kadınların mücadelesinin hem kısa hem uzun vadede sonuçları oldu. Öncelikle erkeklerin desteği olmadan devletle yüz yüze gelme deneyimini yaşadılar. Bu bazen onları yolsuzluk yapan bürokratların şiddetine açık hale getirse de kendilerine güven kazandılar, bilinçlendiler.
“İkinci olarak kadınların müzakere süreçleri ve savaşa karşı dirençleri onları karar vericileri etkileyen önemli bir aktör haline getirdi. Onların refahı cephedeki askerlerin performansı açısından o kadar önemliydi, onlara bu dönem çok değer verildi ve farklı kesimlerden kadınların sesleri duyuldu.”
Almanyalı kadınlar Osmanlı cephesinde
Sabine Mangold-Will, Osmanlı cephesinde ek hizmetler vermek için savaşa giden Almanyalı kadınları anlattı, motivasyonlarını sorguladı.
“1916’da Almanya Parlamentosu’nun Vatansever Ek Hizmet Yasasını çıkarmasıyla, çok sayıda kadın çatışma alanı dışında askerlerin yerlerini aldılar. Kişisel özgürlük, macera tutkusu, kültürel üstünlük, siyasi bir birliğin inşa edilmesi birçok kadın için motivasyondu.
“Örneğin Liese Schmidt Dumont, günlüğüne ilk defa hayatımda para kazanacağını ve bunu savaş hizmeti sağlayarak yapacağını yazıyordu. Burada para kazanmak hem kişisel bağımsızlık hem de milli bir güçlenme anlamına geliyor. Savaş hizmeti sağlamak kazandığı parayı meşrulaştırıyor ve bu, onu Alman savaş toplumunun da bir parçası haline getiriyor.
“1. Dünya Savaşı’nın amazonları Kızıl Haç hemşireleriydi. Bu kadınlar Osmanlı’da üstlendikleri hemşireliği, kültür elçiliğiyle meşrulaştırıyordu.
“Kadınlar genellikle savaşın mağduru konumundaydı. Ancak Alman kadınları Osmanlı cephelerinde yer aldıklarında hiçbir zaman kurban olmadıklarını ifade ediyor, bu süreci bağımsız ve otonom olarak tarif ediyorlar. Yani kendilerini izleyici değil, bizzat aktör olarak gördüler.
“Hemşirelerin tecrübeleri, yeni bir toplumsal cinsiyet düzenini de beraberinde getirdi. Kadınların adanmışlıkları ve sosyal olarak değer kazanmaları savaştan sonra da devam etti. Ulus ötesi tecrübe alman ulusal kimliğinin inşasında çok büyük katkı sağladı.”
Almanya’da Osmanlı yetimleri
Nazan Maksudyan, 1917-1918’de zanaatkar çırağı, tarım çırağı ve maden işçisi olarak Osmanlı’dan Almanya’ya gönderilen yetimlerden bahsetti ve Osmanlı’nın ve Almanya’nın gerekçelerini sorguladı.
“Bu çocukların Almanya’ya gönüllü gittiği söyleniyordu ancak muhtemelen oraya vardıklarında üç yıl ücretsiz çalışıp, dördüncü sene maaş almaya başlayacaklarından haberleri yoktu.
“Çocukların sağlık sorunları vardı. Dil bilmiyorlardı. Beslenme, kıyafet, hijyen sorunları vardı. Çocukların tavrı da bir sorundu. Yöneticiler çalışmak istemediklerini, kaçtıklarını, kavga ettiklerini söylüyorlardı.
“Neden savaşın ortasında yetimlerin Almanya’ya gönderilmesine karar veriliyor? Osmanlı açısından iyi eğitilmiş, iş becerisi olan işçi yetişmesi ve ülkeye dönüp sanayileşmeye katkı sunması olarak, Almanya açısından ise işgücü eksiğini karşılaması olarak açıklanıyordu.
“Ama Osmanlı açısından ekonomik açıklama yeterli değil. Hem Alman hem Osmanlı arşivlerinde gördüğüm, Osmanlı bu çocuklara iyi bir hayat ve eğitim vermekle değil, olabildiğince çok çocuk yollamakla ilgiliydi çünkü hazineye yük oluyorlardı. Almanların da tek dürtüsü ekonomik değil, yarı sömürgeci bir dürtüydü. Osmanlı’da daha etkili olma isteğini içeriyordu.” (ÇT)