Artı Gerçekten’ten gazeteci İrfan Aktan’ın sorularını yanıtlayan Gezi Mahpusu, Film Yapımcısı Çiğdem Mater, “Öncelikle şunu söyleyeyim, bizi yargılayan herkes, birinci derece mahkemeden istinafa, Yargıtay’a tüm hakimler (dosyayı okudularsa) suçsuz olduğumuzu bizim kadar iyi biliyorlar, hatta hukukçu oldukları için bizden de iyi biliyorlar. Benim belgesel özelinde, anladık ki, bir belgeseli “düşünmek” bile, hükümet için cezası 18 yıl olan bir “tehdit”miş” diyor.
"Memleket gibi oluyor insan"
Söyleşinin bir kısmı şöyle:
Hapishane koşullarının ağırlığına, haksız hukuksuz bir biçimde içeride tutuluyor olmanın duygusu ve ülkedeki genel gidişatın karamsarlığı eklenince, sorması ayıp oluyor ama Nisan ayında ikinci yılını dolduracak mahpusluk karşısında nasılsın?
Memleket gibiyim. Sen bana sorularını depremin birinci yılında Pazarcık’tan yolladın. Ben yanıtlarımı düşünürken, İliç’te toprağın “deniz gibi” insanların üzerine “akmasını” izledim, sonra Marmara’da batan geminin mürettebatını merak ederek geçti saatlerim.
Anlayacağın içeride ya da dışarıda, memleket gibi oluyor insan, tabii içerideki çaresizlik ve bir şey yapamama hissi çok daha baskın. Geçenlerde çok sevdiğim arkadaşım Ayşe, İngiltere’den bir arkadaşının “Türkiye sizin ailenizin bir ferdi gibi” dediğini yazmış.
Haklı, hatta belki de bir uzvumuz gibi, içimizde, cebimizde falan taşıyoruz memleketi, hapiste de olsak, sürgünde de, evde de... O yüzden sabrın da sınansa, sıkça “yok artık” da desen, öfkeden delirsen de iyi durmaya gayret ediyorsun. Olabildiğince iyiyim diyeyim. :)
İnsan bir işyerinin asansöründe birkaç dakika kaldığında bile isyan ediyor. Hiçbir suç işlemeden yıllarca hapiste tutulmanın duygusuyla baş etmek, bununla yaşamak nasıl mümkün oluyor?
Sanırım Norveçli olmadığım ya da Norveç’te büyümediğim için baş edebiliyorum. Memleket gerçeklerinden gayet haberdar yetiştim, haliyle, bu olan bitenin bana has bir durum olmadığını biliyorum. Memleket tarihi bizim gibi örneklerle dolu, bir tek bize olmadı, herkese oldu ve herkese olabilir.
Tarihi kendimizden başlatırsak, tahammülü zor olabilir ama tarih bizimle başlamıyor. Umarım bu hukuksuzluklar bizimle biter diyeceğim, çok naif olacak.
"İnsan gaddarlıkla baş etmeye alışıyor"
Aralık 2023’te T24’ten Murat Sabuncu’ya verdiğin mülakatta “insan her şeye alışıyor” demişsin. Buna haksızlık, hukuksuzluk, gaddarlık da dahil mi?
Yok tabii, o kadar uzun boylu değil :) Ama insan haksızlık, hukuksuzluk ve gaddarlıkla baş etmeye alışıyor. Herkesin deneyimi farklıdır tabii, benim baş etme yöntemim gülmek. Hannah Arendt “kahkaha atabilmeliyiz, çünkü bu bir özerklik biçimidir” diyor. Arendt’i dinliyorum, özerkliğimi kahkahayla koruyorum, işe yarıyor, tavsiye ederim.
Osman Kavala yaptığımız söyleşide “bu kadar gözü kara şekilde hukuktan kopma beklemiyordum” demişti. Sen de Murat Sabuncu’ya verdiğin söyleşide benzer bir şekilde “bu tuhaf ve saçma sürecin her aşamasında ‘bir noktada durum anlaşılacak’ diye düşündüm hep, büyük yanıldım” diyordun. Bu yanılgıya kaynaklık eden iyimserliğin neden besleniyordu?
Aslında hiç iyimser değilimdir, hatta karşımdakini sinir edecek kadar gerçekçiyimdir. Ama beş-altı yıldır yaşadıklarımız her aşamasında o kadar gerçeküstü ki, ben bile “yok artık, bir yerde durur” diye düşündüm. Durmadı. Bundan sonra da durması için ufukta pek bir şey göremiyorum açıkçası, hoş Türkiye için 24 saat bile uzun ama…
Son dönemdeki bütün siyasi davalar, hükümetin o davada yargılananlarla bir tür hesaplaşması şeklinde ilerliyor. Gezi protestolarında çok öne çıkmış isimlerle hükümetin bu hesaplaşması elbette hukuki değil ama siyasi olarak bir şeyler ifade ediyor. Fakat yanlış hatırlamıyorsam, sen Gezi protestolarında gerçekten de fiilen öne çıkmış bir isim değildin. Bunu birçok yazı ve söyleşide ayrıntılarıyla anlattın. Seni neden bu hesaplaşmanın içine aldılar sence?
Bunun yanıtını bulduğum gün ereceğim. Sadece benim için değil, hepimiz için… Yargılamalar sırasındaki mahkeme beyanlarımdan birinde söylemiştim: Gezi’yi organize etmekle suçlanıyorum, haşa, estağfurullah! Bayburt hariç memleketin her yerinde, milyonlarca insanın sokağa döküldüğü protestoları bir avuç insanın organize ettiğini söylemek! Öncelikle, sokağa çıkmış milyonlarca insana ayıp, hadi mantıksızlığını geçelim. Ortadaki delilsizliğe, hukuksuzluğa, tuhaflığa bakınca, Çiğdem yerine Ayşe, Fatma ya da Mehmet olabilirdi, herkes olabilirdi.
Osman Kavala, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Can Atalay ve sen. Devasa bir protesto silsilesi karşısında yürütülen siyasi davada bu beş kişinin seçilmesini nasıl izah ediyorsun?
Gezi Davası kapsamında yargılanan, hüküm giyen, giymeyen herkesin belirli temsiliyetleri var, bu temsiliyetlerin hedef alındığını düşünmek herhalde çok da yanlış olmaz. Sivil toplum, meslek örgütleri, sanatçılar, kültür kurumları, hak savunucuları itiraz etme ve ses çıkarma ihtimali ve alanı olanlar.
Benim örneğimde misal, Gezi’deki çekilmemiş belgeselle Altın Portakal Film Festivali’nin iptal edilmesine kadar giden sansürün arasındaki mesafe aslında görüldüğünden daha kısa.
Söyleşinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Çiğdem Mater: AYM için umudumu korumak istiyorum
Çiğdem Mater: Vasatın egemenliğine kızgınım
(EMK)