Bu sözler Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde tutuklu bir kadına ait. Cezaevinde kadın olma olgusunun ilk adım problemlerini özetleyen bu sözler TBMM İnsan Hakları inceleme Komisyonu'nun cezaevlerinde yaptığı 1998 ve 2000 incelemelerini içeren raporda yer aldı.
Bir suç ithamı nedeniyle cezaevine konulan kadın açısından öncelikli problem işlediği iddia edilen suçtan dolayı içine düştüğü utanç duygusudur. Bu yabancısı olduğumuz bir duygu değildir.
Kadına yönelik toplumsal şablonlar ve sınırlamalar ona, toplumun dışladığı ve yasaların yasakladığı "suç işleme" eyleminde de özgürlük tanımamıştır. "Kadınlar suç işlemez / işleyemez" yargısı kadınların suç nedeniyle takibata uğradığı ilk andan itibaren peşini bırakmamaktadır.
Bir kimlik: Suçluluk
Dolayısıyla, suça dair cinsiyetçi yaklaşım biçimi en fazla kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır. Kadının gözaltına alınması, tutuklanması "ayıplanır" toplum tarafından. Bu öylesine bir ayıptır ki, asla zaman aşımına uğratılmaz. Suçluluk kadın için yaşam boyu taşınan bir kimliktir.
"Utanç" ve "ayıp" duygularının birbirini körüklemesinin yarattığı tahribat cezaevinde kadın olmayı zorlaştıran en önemli etkendir. Çoğu zaman, aynı suçu işleyen erkekler yönünden bu utanç duygusundan söz etmek mümkün değildir.
Hatta bazen erkekler için (özellikle "namus" kaynaklı suçlar vb.) işlenen suç bir övünç kaynağı olabilmektedir. Toplum tarafından onay göstermenin yanı sıra destekleyici, ödüllendirici tutumlar gösterilebilmektedir. Kadın için aşağılayıcı olan erkek için gurur verici bir statüye dönüştürülür adeta.
Bütün bu eksendeki cinsiyetçi yaklaşıma kaynaklık eden asıl sorun, kadın sorununun da temel sorunlarından biri olan "namus" kavramıdır. Kadına yüklenen namus kavramının yarattığı tüm genel sorunlar suç işlediği iddia edilen kadın yönünden daha ağır sonuçlar yaratmaktadır.
Dolayısıyla kadın, gözaltına alındığı ya da yakalandığı andan itibaren başlayan ve cezaevine bulunduğu sürece de devam eden süreç boyunca bir birey olarak algılanmamaktadır.
"Namus"a halel gelmek
Her zaman olduğu gibi bu durumda da kadın, çoğu zaman suçun niteliğine dahi bakılmaksızın yakınlarının namusuna halel getiren olarak algılanmaktadır. Özellikle gözaltı sürecinde ya da cezaevinde işkenceye maruz kalmış kadınlara namusunun kirlendiği duygusunun yaratılmak istenmesinin ardında da bu gerçek vardır. Bu durum, birçok kadının ruhunda derin yaralar açmaktadır.
Cezaevi olgusunda rastlanan cinsiyete dayalı ayırımcılığı besleyen toplumsal yargıların yanı sıra önemli bir başka etken de hukuk sistemidir. Zira yasalarda özellikle de ceza yasalarında cinsiyete dayalı ayırımcılık korunmaktadır. Kadınları aşağılayıcı ve onu bağımsız bir kişilik olarak değerlendirmeyen yaklaşımlar ve düzenlemeler bu tablonun yaratılmasında pay sahibidir.
Ceza yasasında namus kavramı korunan bir değerdir. Özellikle cinsel suçlar yönünden kadınlar hak sahibi olmaktan öte, topluma ve aileye ait bir eşya olarak değerlendirilmiştir. Bu durumun en problemli alanlardan biri olan cezaevi gerçeğine ve olgusuna yansımaması ve ayırımcı sonuçlan yaratmaması düşünülemez.
Suç iddiasının yöneltildiği andan itibaren cinsiyetler arası farklılıklara rastlanmaktadır. Kadın suç işlediğinde toplumsal tecrit geç kalmaksızın devreye girmektedir.
Kadın daha çok mağdur
Evli kadınların evliliklerinin ve aile bütünlüklerinin bu durumdan doğrudan etkilendikleri ve ailelerinin parçalandıkları görülür. Erkekler yönünden aynı şey söz konusu değildir, işlediği suçun niteliğine göre bazen ayıplanabilir ancak bu onun, ailesinin parçalanmasını, toplumsal yalıtılmayı kadınlardaki gibi kaçınılmaz bir kader olarak dayatmaz.
Bazı istisnai suçlar dışında erkeklerin işledikleri suçlar toplumsal hafızaya kazınmaz. Etkileri geçicidir ve toplumsal hoşgörü erkekler için daha çok ve hızlı gösterilir.
Toplumsal kazanma ve onarma çabaları kadınlar için aynı oranda gösterilmediğinden, erkekler yönünden aynı yıkıcı tablolarla karşılaşma oranı kadınlara nazaran azdır. Toplumsal tecrit erkekler yönünden kadınlara göre yakıcı değildir. Erkeğin evliliği ve aile bütünlüğünün bozulma olasılığı kadınlara oranla daha azdır.
Bu noktada çarpıcı bir gerçek de, kadınların, daha çok, suçun mağduru olmaları durumudur. Suç türleri ve suçlu profiline bakıldığında kadınların suçun faili olmaktan ziyade suçun mağduru oldukları görülmektedir. Kadınlar sanık olmaktan ziyade mağdur konumundadırlar. Nitekim kadınların suçun mağduru olmaları daha kanıksanır bir durumdur.
Cezaevlerinde yüzde 3.4 kadın
Türkiye'de cezaevlerinde bulunan toplam kadın sayısı, toplam tutuklu ve hükümlü sayısının yaklaşık yüzde 3.4'ünü oluşturmaktadır. Adli ve politik suçlar yönünden bakıldığında ise bu oranlarda farklılık gözlenir.
Politik tutuklu ve hükümlü kadınların toplam politik tutuklu ve hükümlülere oranının ise yaklaşık yüzde 10 olduğu gözlenmektedir. Adlilerde bu oran yaklaşık %2 olarak gerçekleşmektedir.
Cezaevinde kadın olgusu üzerinde düşünce üretirken elbette, "kadın" ve "cezaevi" olgularının ayrı ayrı sorunlarından ve bunların nedenlerinden kopuk değerlendirmeler yapmak olanaksızdır.
Başlı başına iki temel sorun alanının bir araya geldiği "cezaevinde kadın" olgusu, ne yazık ki bu özelliğine rağmen özel çalışma konusu haline gelememiş ve hak ettiği ilgiyi görmemiştir.
Kadınların cezaevlerinde ya da işlemiş olduğu suç nedeniyle cinsiyete dayalı ayırımcılığa uğramamaları, bu tür ayırımcılığa karşı korunmaları ve ayırımcılığın önlenmesi konusunda Türk hukuk mevzuatında ve cezaevi mevzuatında düzenlemelere rastlanmamaktadır.
Cezaevlerinde kadınlara yönelik rejim tümüyle uygulama içinde gelişmekte ve belirlenmektedir. Hukuki alt yapının olmadığı durumda inisiyatif uygulamacılara bırakılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'de cezaevi rejiminde belirleyici olan başta günlük ve değişken hükümetler olmak üzere idare ve cezaevleri personelidir.
Türk İnfaz Hukuku'nda Kadının Yeri
Türk infaz sisteminin temel esasları 647 sayılı Cezaların infazı Hakkında Yasa ile belirlenmiştir. Ancak bu yasa kapsam ve günün koşullarına uygunluk açısından genel infaz sorunlarını çözmekten uzaktır. Bu yönüyle eleştirilere maruz kalan yasanın, kadınlara özel ve onların gereksinimlerini karşılayacak hükümler içermemesi de şaşırtıcı olmamalıdır.
Yasa, mevcut düzenlemesinde, kadınlarla erkekler arasında bir ayırıma yer vermemiştir. Cezaların infazı bakımından eşitlik prensibi benimsenmiştir.
İnfaz yasası genel eşitlik anlayışından hareketle, cezaevlerinde bir disiplin cezası olarak uygulanan "hücre" cezasına ilişkin esasları belirlerken de bir ayırım yapmamaktadır. Bu konuyu düzenleyen 15. madde hükmü, tutuklu ve hükümlü tüm kadınlarla erkekleri kapsamaktadır.
Aynı yaklaşım "çalışma mecburiyeti" için de sürmektedir. Cezaevinde "çalışma mecburiyeti"ni düzenleyen 17. madde hükmü de, tutuklu ve hükümlü tüm kadınlarla erkeklerin bulunduruldukları kurumlarda çalışmaya mecbur olduklarını belirtmektedir. Asgari Standart Kurallarla uyumlu bulunan bu hükmü, Anayasanın "zorla çalıştırma ve angarya yasağı" ile bağdaştırmak olanaksızdır.
Bu noktada, kadınlara pozitif ayırımcılık sayılabilecek özel ve seçenekli ayrı bir infaz sisteminin geliştirilmesi ihtiyacı da bulunmaktadır. Yasanın eşitlikçi yaklaşımının doğurduğu pek çok sakınca bulunmaktadır. Bu sakıncaların doğmaması için, bazı durumlarda kadınları koruyucu ayırımcı düzenlemelere yer verilmesi gerekmektedir.
Kadınlara dair özel hüküm içeren tek madde yasanın 2. maddesidir. "Ölüm cezası ve yerine getirilmesi" başlığını taşıyan hükümde, gebe kadınların doğurmadıkça, akıl hastalığına tutulanlar ise iyileşmedikçe haklarında mahkemece verilmiş bulunan ölüm cezasının infazının yapılamayacağı belirtilmiştir.
Ölüm cezasının 2002 yılında Türk Ceza yasası ve diğer yasalardan tümüyle kaldırılmış olması nedeniyle bu hüküm de yürürlükten kalkmış bulunmaktadır.
Tutuklu ve hükümlü kadınların konulacağı yer konusunda 647 sayılı yasa herhangi bir hüküm içermemektedir. Bu konuda Ceza infaz Kurumları ile Tutukevleri Yönetimine ve Cezaların infazına Dair Tüzüğün 7. maddesi ile, BM Tutuklulara Uygulanacak Asgari Standart Kuralların 13. maddesinde hüküm bulunmaktadır.
Her iki hüküm de esas olarak, tutuklularla hükümlülerin ayrı kurumlarda muhafaza edilmelerini, ayrı bir binada tutulmalarının mümkün olmadığı durumda ise aynı binada ayrı bölümde tutulmaları ve kadınlarla erkeklerin ayrı tutukevlerinde bulundurulmaları esasını benimsemiştir.
600 cezaevinden dördü kadınlar için
Ceza infaz Kurumları ile Tutukevleri Yönetimine ve Cezaların infazına Dair Tüzüğün 7.maddesi, kadınlar yönünden, " müstakil cezaevleri kurulmadığı takdirde, cezaları, diğer hükümlülere mahsus cezaevlerinin kadınlara ayrılan bölümlerinde infaz olunur." hükmünü içermektedir.
Gerek Tüzük gerekse Standart Kurallarda belirtildiği üzere tutuklu ve hükümlü kadınların çoğu, kadınlara özel ceza ve tutukevinde tutulmamaktadır. Türkiye'de kadınlara özel tek bir tutukevi vardır, o da Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'dir.
Bu tutukevinin fiziki koşullan TBMM insan Haklarını inceleme Komisyonu'nun 1998 ve 2000 yılları incelemeleri sırasında kadın ve çocukların tutulmalarına uygun bulunmamış ve tutukevi bu nedenle eleştirilere maruz kalmıştır. Türkiye'de bulunana 600 cezaevinden ise sadece 4'ü kadınlara özeldir.
Bu nedenle, tutuklu ve hükümlü kadınların çoğu, ayrı bir cezaevi bulunmadığı için, erkeklerin bulunduğu cezaevlerinde ayrı bölümlerde tutulmaktadır. Ancak bu uygulamanın standartlara uymayan, ihlallere ve şikayetlere yol açan pek çok sakıncası bulunmakta ve sayısız sorunlar yaşanmaktadır.
Çocukların annelerinin yanında kalması
Toplam 21 maddeden oluşan Cezaların infazı Hakkında Kanunu'na dayanan Türk infaz sisteminde, karşılaşılan pek çok sorun ve eksiklik, yasanın uygulanmasını gösteren Ceza infaz Kurumlan ile Tutukevleri Yönetimine ve Cezaların infazına Dair Tüzük hükümleriyle giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak bu Tüzük hükümlerinin de günün koşullarına uygun olmaktan ve ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu uygulamada ortaya çıkmaktadır.
Tüzük, yasanın yer vermediği pek çok konuda hüküm içermektedir. Bu hükümlerden bir kısmı kadınlarla ilgilidir. Bu hükümlerden ilki, analarından ayrılamayacak olan çocuklara ilişkindir.
Tüzüğün 96.maddesi, "Anası tutuklu veya hükümlü olup da dışarıda himayesine verilecek kimseleri bulunmayan veya hiçbir suretle bir himaye kurumuna verilmesi kabil olmayan küçük ve bakıma muhtaç çocuklar, bakabilecek kuruma veya aile efradından birine verilinceye kadar analarının yanında kalırlar." demektedir.
Analarının yanında kalma hali, tutuklu veya hükümlü kadınlar tahliye olana kadar sürmektedir. Tüzük tahliye sonrası süreçte çocuğun korunmasına ve gelecekteki yaşamına dair hiçbir hüküm öngörmemiştir. Bu maddede, kadının cezaevine konulmadan önce doğan çocukları hakkındadır. Hüküm, cezaevinde doğan çocuklardan bahsetmemiştir.
İnfaz mevzuatında, analarıyla birlikte cezaevinde kalmak zorunda olan çocuklar için, cezaevinde açılacak kreş ve gündüz bakımevi oluşturulması, oluşturulamadığı durumlarda bu çocukların devlete ait dışarıdaki bir kreş ya da gündüz bakımevi olanağından yararlandırılması yönünde bir kurala rastlanmamaktadır.
Çocuğun eğitime ve dışarıdaki yaşama hazırlanması açısından büyük öneme sahip bu olanakların yaratılması, çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimi açısından da önem taşımaktadır.
Tüzükte, çocuklara uygulanacak tretmanla ilgili hükümler bulunmasına karşın, kadın ve erkek tutuklu ve hükümlüler düşünülerek öngörülmüş herhangi bir tretman modeline rastlanmamaktadır.
Tüzüğün 7.maddesi "Kadın Cezaevleri" başlığını taşımaktadır. Kadınlara özel cezaevleri kurulmasına olanak tanıyan bu hükme rağmen, bugüne kadar Türkiye'de bulunan 600'ü aşkın cezaevinden sadece 4'ü kadınlara mahsustur. Ancak bu kadın cezaevlerinde yöneticiler başta olmak üzere personelin büyük bir kısmı erkektir.
Bu tablonun bir nedeni de Adalet Bakanlığı'nın personel alımında öne sürdüğü koşuldur. Adalet Bakanlığı, personel alımıyla ilgili uyguladığı yönetmelikle cezaevlerine infaz ve koruma memurları dışında kadın personel alımını yasaklamıştır.
Her ne kadar kadın cezaevleri ve tutukevleri ve çocuk ıslahevleri bu yasağın dışında tutulmuş olsalar da, uygulamada bu yasağa sadık kalındığı görülmektedir. 1991 tarihli Adalet Bakanlığı Memur Sınav Atama ve Nakil Yönetmeliği'nde 1997 yılında bir değişiklik yapılmıştır. Bu değişikle Yönetmeliğe, "Çocuk ıslahevleri ile müstakil kadın ve çocuk cezaevleri ve tutukevleri hariç olmak üzere, ceza infaz kurumları ve tutukevlerine infaz ve koruma personeli dışında bayan personel atanamaz." hükmü getirilmiştir.
Cezaevi uygulamasında kadınların yeri
Genel anlamda tüm tutuklu ve hükümlüler için yeterli ve insani ölçülere uygun olmayan ceza ve tutukevlerinin kadınlar açısından da yeterli olamayacağı açıktır. Kadınlara özel ceza ve tutukevleri dahi kadınların ihtiyaçlarına uygun altyapı ve donanıma sahip değildir. Bu cezaevlerinde kadınların dışarıdaki yaşama uyum sağlamaları ve yaşamlarını yeniden kurabilmeleri için gerekli hiçbir program uygulanmamaktadır.
Sıklıkla insan haklan savunucuları ve örgütleri aracılığıyla dile getirilen genel cezaevi sorunlarının tümü kadın tutuklu ve hükümlüler yönünden de geçerlidir. Kadınlar bu sorunlardan fazlasıyla paylarına düşeni almakta ve hatta ek olarak kadınlara özgü sorunları yaşamaya devam etmektedir.
Son yıllarda cezaevlerine dair yapılan en kapsamlı inceleme Dr.Sema Pişkinsüt başkanlığı döneminde TBMM insan Haklan inceleme Komisyonu tarafından yapılmıştır. Komisyon tarafından 1998 ve 2000 yıllarında gerçekleştirilen inceleme sonuçlarını içeren raporlar Türkiye'de cezaevi gerçeğine ayna tutmuştur.
Raporlar içinde en dramatik bölümlerin kadın ve çocukların tutuldukları cezaevlerine ait olduğu görülmektedir. Komisyonun Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde yaptığı incelemeleri içeren raporda çarpıcı saptamalarda bulunulmuştur.
Komisyonun ilk saptaması, cezaevlerinde kalan kadınların eğitim düzeylerine ilişkindir. Tutuklu kadınların çok büyük bit kısmı ilkokul mezunu ya da hiç okumamış, çok az bir kısmı da lise mezunudur.
Politik tutuklular arasında ise lise mezunu olanlar çoğunlukta olup aralarında üniversite mezunlarına rastlanmaktadır. Genel olarak eğitim düzeyinin düşüklüğü, toplumsal yargılardan etkilenmeyi, cezaevi uygulamasında karşılaşılan baskı ve şiddet karşısında boyun eğmeyi, sinmeyi ve korkuyu da beraberinde getirmektedir.
Gözaltı sürecinde yaşanan ihlallerden ve cezaevinde mahkumlar arasındaki güç ilişkilerinden etkilenmenin düzeyi de bu nedenle artmaktadır.
Örneğin koğuş ağalığı sistemi, kadın ve çocukların kaldığı ceza ve tutukevlerinde daha güçlü olup, yarattığı baskı ortamı da daha ağırdır. Ağalık sistemi, adli mahkumların kaldığı koğuşlarda kullanılmakta ve bu durum cezaevi idareleri tarafından bilinmekte, hatta bu uygulamaya prim verilmektedir.
Yapılan incelemede, kadınlara özel tutukevinde olması gereken hiçbir uzmanlık alanından elemana rastlanamamıştır. Örneğin tutukevinde tek bir jinekolog dahi bulunmamaktadır. Aynı durum çocuk bölümü için de geçerlidir. Tutuklu kadınlar arasında hamileler de bulunmaktadır. Hamile kadınlar, hastaneye veya duruşmalara gidiş sırasında diğer tutuklular gibi muamele görmekte ve onların özel durumlarına uygun hiçbir önlem alınmamaktadır.
Kadın ve çocuk tutukevi olmasına rağmen, burada çalışan hiçbir personel özel eğitimden ve hazırlık döneminden geçirilmemiştir. Tersine personelin çoğu sürgün olarak gönderilmiştir. Özellikle çocuk bölümünde işkence ve kötü muamele iddialarının oldukça yoğun olduğu gözlenmiştir.
Tutuklu kadınlar arasında çocuklu olanlar çoğunlukta olmasına rağmen çoğu dışarıda bulunan çocuklarından haber alamamaktadır. Annelerin, haber alamadıkları çocukları hakkında yoğun kaygı içinde oldukları ve bu durumun psikolojilerini etkilediği gözlenmiştir.
Jandarma gözetiminde jinekolojik muayene
Tutuklu ve hükümlü kadınların doktor muayeneleri sırasında jandarmanın güvenlik gerekçesiyle muayene odasını terk etmediği en sık dile getirilen şikayet olmuştur. Bu nedenle tutuklu ve hükümlü kadınlar muayene olamadan geri getirilmektedir.
Jinekolojik muayene sırasında dahi sürdürülen bu uygulamaya doktorlar dahi engel olamamaktadır. Jandarma ayrıca hastaneye ve mahkemeye gidiş gelişlerde sorun çıkarmakta ve geç götürülme nedeniyle tutuklular mağdur edilmektedir. Bu uygulamanın özellikle işkence izlerinin tespitini engellediği ya da zorlaştırdığı yönünde yakınmalar iletilmiştir.
Türkiye'nin ilk ve tek kadın tutukevinin BM Tutuklu ve Hükümlülere Uygulanacak Asgari Standartlarının çok uzağında olduğunu saptayan Komisyon bu konudaki görüşlerini şöyle özetlemiştir: " Kadın ve çocuk tutukevi gibi özel bir birimin kurulmasının gerekleri yerine getirilmemesi, bu birime sadece adının olmasından öte bir fonksiyon yüklememektedir."
Cezaevlerinde cinsel taciz
Cinsel taciz, cezaevlerinde de kadınların peşini bırakmamaktadır. Açlık grevlerine dahi konu olan bu saldırı genellikle kadın koğuşlarında yapılan aramalar sırasında, mahkeme ve hastaneye sevk sırasında gerçekleşmektedir. 1998 yılında Sivas Cezaevi'nde açlık grevi yapan kadın tutukluların ana taleplerinden birini cinsel tacizin sona erdirilmesi oluşturmaktadır.
Cinsel taciz aynı zamanda aile görüşleri sırasında da yaşanmaktadır. Örneğin Urfa Cezaevi'nde uyuşturucu arama bahanesiyle cezaevine giriş ve çıkışlarda çırılçıplak soyarak elle arama yapılması ailelere yönelen bir uygulama olarak dikkat çekmektedir.Hücre cezaları kadınlar yönünden de öncelikli sorun olmayı sürdürmektedir. Ceza içinde ceza anlayışı kadınlara da uygulanan bir yöntem olarak devam etmektedir.
Cezanın infazının tamamlanmasından sonra toplumsal yaşama tekrar dönüşe dair hiçbir sosyal, psikolojik ve ekonomik destek içeren programlar uygulanmamaktadır. Aynı biçimde, kadının dışarıda kalan ailesi için de destek programlan uygulanmamaktadır.
Cezaevlerindeki insanın bedensel ve ruhsal bütünlüğünü zedelemeden ve bundan doğan haklarına saygı temelinde, insana yaraşır bir fiziksel ortam ve uygulama yaratılmadan Türkiye'de cezaevi sorunun kadın erkek herkes için cüzümü olanaksızdır.
Pek tabii ki kadınlar için, ayırımcılıktan uzak, fakat farklılıklarını da dikkate alan ve bu anlamda objektif ayırımcılığı da içinde barındıran bir yaklaşım benimsendiği ölçüde bu sorunlardan arınmak mümkündür. Pek çok günlük sorunun halledilmesinde, insan haklarına ve birey olmanın gereklerine uygun, eşitlikçi bir hukuk sisteminin etkin olmasına duyulan ihtiyaç da unutulmamalıdır. Bütün bu noktada esas sorumluluk ve ödev devlete aittir. (ME/NM)
* Meryem Erdal'ın "cezaevinde kadın olmak" çalışması Türkiye İnsan Hakları Vakfı ile İnsan Hakları Derneği'nin ortaklaşa düzenlediği "Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı"nın 2000 Bildirileri kitabının 209-217 sayfalarında yer aldı.
* Ara başlıklar ve siyah vurgular Bianet'e aittir.