2004'ün birinci çeyreğe ilişkin milli gelir hesapları, ekonominin geçen senenin eş dönemine görece reel olarak yüzde 12.4 büyüdüğünü gösteriyor. Sanayi sektöründe kapasite kullanım oranı yüzde 85'e ulaşmış durumda.
Enflasyon tek haneli rakamlara geriledi. Yurt içindeki fiyatları, ne uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarındaki artışın, ne de Nisan - Mayıs aylarında TL'nin yabancı dövizler karşısındaki değer kaybının etkilemediği anlaşılıyor. Dahası, yaz aylarında geçen sene gözlenen mucizenin tekerrür edeceği, yani mal piyasalarında enflasyon hızının yavaşlamasından öte, negatif enflasyon yaşanacağı -yani fiyatların gerileyeceği-beklenmekte.
Hükümet geçen hafta asgari ücretin yeni düzeyini ilan etti ve İMF'nin telkinlerinden de esinlenerek, asgari ücretin aylık net 308 milyon TL'den, 316 milyon TL'ye çıkartıldığı duyuruldu. Bu arada hafta içinde Birgün gazetesinde de vurgulandığı üzere, Devlet İstatistik Enstitüsü'nün raporları Türkiye'de açlık sınırını aylık 396 milyon TL olarak açıklamaktaydı.
İmalat sanayiinde gerek üretim, gerek kapasite kullanımı, gerekse ihracat artışlarında rekorlar kırılırken, reel ücretlerde 2001 krizi sonrasında yaşanan çöküşün kalıcı bir nitelik arz ettiği görülmekte. Özel imalat sanayiinde özellikle 2001 krizi sonrasında emeğin üretkenliği ile ücret gelirleri arasındaki uçurum giderek derinleşmekte. Verilere göre, örneğin 2001'in birinci çeyreğinden 2003 sonuna değin geçen sürede işçi başına sanayi üretimi (emeğin üretkenliği) yüzde 25 artmış iken, sanayi işçisinin reel ücreti aynı süre içerisinde yüzde 6 gerilemiş durumda.
Kriz öncesinde yüzde 8 düzeyinde olan açık işsizlik oranının, günümüzde yüzde 10'un üzerinde neredeyse sabitlenmiş olduğu gözlenmekte.
Emeğin ücret gelirlerinin baskılandırılmasından kaynaklanan "iktisadi artık", finans piyasalarında borsa-faiz-döviz üçgeninde spekülatif işlemlerde eritilmekte. Reel faizler, enflasyonun düşürülmesine ve hükümetin faiz-dışı fazla hedefleriyle biçimlenen daraltıcı bütçe uygulamasındaki başarılarına karşın, yüzde 20'ler düzeyine doğru yükselişini sürdürmekte.
Türkiye'nin yurt dışı finans piyasalarına sunduğu yüksek faiz getirisi sayesinde yılın ilk dört ayında 7.8 milyar doları finansal işlemler, 1.2 milyar doları da net hata ve noksan kaleminden kaynaklanan toplam 9 milyar dolarlık bir döviz girişi sağlanmış durumda. Bu rakama göre, "yeni yükselen piyasa" olarak Türkiye geçen seneki toplam döviz girişi kadar finansal sermayeyi bu senenin sadece ilk 4 ayında çekmiş gözüküyor. Ancak, bu tür sermaye girişlerinin fiziksel sermaye yatırımlarına yönelmediği ve milli gelire oranla sabit sermaye yatırımlarının son otuz yılın en düşük düzeyinde seyrettiği görülmekte.
Hızlı büyüyen Türkiye'de reel ücretler geriliyor, işsizlik artıyor. Enflasyon düşerken, başka bir Türkiye'de hayat pahalılığı artıyor, reel faizler yükseliyor, finansal kazançlar ise yeni rekorlara koşuyor. Sabit sermaye yatırımları gerilemesini sürdürürken ekonominin dış dengeleri alarm veriyor. İthalata dayalı tüketimin büyümeyi kamçıladığı Türkiye'de ise birileri çok sıkı tüketiyor.
Sahi bütün bu rakamlar bir araya nasıl geldi? Ve gerçekten hangi Türkiye'ye ait? (EY/BA)