Eşini işine yolcu ettikten sadece birkaç dakika sonra son nefesini verişine tanıklık eden Sabahat Türkler o günden sonra basında hep "Kemal Türkler'in eşi" sıfatıyla yer aldı. Oysa sadece Kemal Türkler'in eşi olarak nitelendirmeyecek kadar mücadeleciydi.
Kendisini, "işçi kızı, işçi lideri eşi, anne, anneanne ve işçilerin Sabahat Ablası" olarak tanımlayan Sabahat Türkler'in sıcaklığı onu ziyaret eden, yakınında bulunan herkesi kucaklayacak kadar yoğun...
Ben bir işçi kızıyım
Sabahat Türkler sözlerine "işçi kızı, işçi kardeşiydim" diyerek başlıyor:
"Sonra da işçi lideri eşi oldum. Kemal Türkler'le çok küçükken, 19 yaşımdayken tanıştım. Kendisi benden 13 yaş büyüktü. O'na hep çok saygı duydum. Hem eşim olduğu için, hem de sınıfsal bağım nedeniyle... Çocukluğum güç koşullarda geçti. Çok yoksulduk ama mutluyduk. Sınıf bilincim ise Kemal Türkler sayesinde gelişti."
Türkler, işçi sınıfının yanındaki mücadelesini ise, 'Bana yaşama sevinci veriyorlar' sözleriyle özetliyor.
Eşini yaşatmayı amaçladığını anlatan Sabahat Hanım, Kemal Türkler için, "O benim sadece eşim değil, sınıf bilinciyle bağlı olduğum liderimdi" diyor:
"Eşimle henüz çok küçükken tanıştım. Benim babam ve ağabeyim de işçiydi. Güç koşullarda yaşadım. Bütün bir kışı kuru fasulye yiyerek geçirirdik. Ancak yine de çok mutluyduk. Babamla da ağabeyimle de hep gurur duydum. Sonra da işçi lideri eşi oldum. Ait olduğum sınıfa politik olarak yaklaşmam ise Kemal Türkler sayesinde oldu. Ona bu nedenle hep saygı duydum."
Türklerin eşi ve sosyalist
Eşinden söz ederken "Başkan" diyen Sabahat Türkler için Kemal Türklersiz bir "an" ve "anı" yok gibi:
"Sıradan bir insanım ben. Fabrikalara giderim, işçilerle birlikte olurum. 12 Eylül'den bu yana işçilerle birlikteliğim hiçbir zaman kesintiye uğramadı. Yaşama gücümü onlardan alıyorum. Politika değil ama kafamın içi belli..."
-Nedir kafanızın içi?
"Sosyalistim! Ben bu bilinci Kemal Türkler'den aldım. Eşimle de daima gurur duydum. Onu çok sevdim, saydım. Çocuklarımın babası, eşim, torunlarımın dedesi. Ama bunun dışında sınıfsal açıdan duyduğum bir insan."
- Hep böyle miydi?
"Evliyken sadece grevlere, kongrelere gidiyordum. Çünkü o zamanlar iki çocuğum okuyordu, evin düzeni, kayınvalidem... İşim bitince çıkıyordum, kongrelere, grevlere gidiyordum. İşte benim gezmelerim hep grevdir, işçi evleridir. Gidebildiğim yere kadar gidiyordum, akşamüstü evde oluyordum. Eşim her şeyden önce Anadolu erkeğiydi. Evlendiğimizde bana 'sen bu evin hem hanımefendisisin hem de hizmetçisisin. Nereye gideceksen git, ne yapacaksan yap ama akşamüstü evde ol' demişti. Ben de onu kulağıma küpe edindim. Saat dörtte evde olurdum. O'nun işleri çok yoğundu. Kaçta geleceği belli olmazdı. Ama işine saygı duyardım ve akşamüstü evimde onu beklemeye başlardım."
-Sizin gibi mücadeleci bir kadın için kolay kabul edilebilir bir şey mi?
"Şimdi bana kadın hakları demek tuhaf geliyor. Benim için önemli olan insan hakkıdır. Bizim evimizde kadın hakkı, erkek hakkı, çocuk hakkı gibi bir ayrım hiç yaşanmadı. Herkes birbirinin hakkına saygı duyardı. Çocuklarıyla, benimle ilişkileri iyiydi. İyi bir eş, iyi bir babaydı, iyi bir de büyükbabaydı. 1.5 yaşında bir torunu vardı ama bırakmadılar. Yirmi seneden bu yana da yalnızım."
- Kemal Türkler'le birlikte Sabahat Hanımı da öldürebildiler mi?
"Eşimin ölümünden sonra hayatımda büyük değişiklikler oldu. İnsanın eşi ölebilir... Mesela kalp hastası olur, bir trafik kazası olabilir. Böylesi ölümü kabullenmek daha kolay olurdu. Ama kapıdan uğurlayıp, balkondan kurşun sesleriyle irkilmek... Böyle bir ölümü halen kabullenemedim."
- Tıbbi yardım aldınız mı?
"Büyük kızım da, küçük kızım da halen psikolojik tedavi görüyor. Ben çok büyük güçlükler yaşadım. Ben anneyim, daha toparlayıcı olmam lazım. Ama çok acılar çektim, çekiyorum da... Bunu ölene kadar unutmam mümkün değil."
- 22 Temmuz 1980 sabahını anlatabilir misiniz?
"Ben de o gün Maden-İş'in grevine gidecektim. Asansörün kapısına kadar geçirdim. 'Başkan greve gideceğim. Ne işçilere söylememi istersin' dedim. 'Çok selamlarımı söyle' dedi: Uğraşıyoruz yakında çözeceğiz... Aşağıya indi. Ben de onu geçirmek için yandaki odaya gittim. Çünkü adetiydi, arabasına binmeden önce bana el sallar, sonra motoru çalıştırırdı. Pencereye çıktığım anda silah seslerini duydum. 4 kişiydiler. Portakal rengi bir arabaya binip gittiler. Aşağıya nasıl indiğimi bile hatırlamıyorum. Bir ayağı arabadaydı. Diğerini henüz çekiyormuş. Bir eli kontakta, öbür eli aşağıya doğru sarkmıştı. Paramparçaydı... Boynundan, başından, bedeninden, bacaklarından vurulmuştu. Bağırıyorum. Çırpınıyordum... Araba yok mu diye... O zamanlar burada hep devriye gezen jandarmalar olurdu. Ama, o gün kimseyi bulamadık..."
-Eşinizi hastaneye götüren araçta çekilmiş fotoğraflarınızı hatırlıyorum. Hastaneye neyle gittiniz?
"Fabrikaya mal taşıyan bir minibüs geldi. Şoförü genç bir çocuk, gözyaşları içindeydi... Birlikte minibüsün arkasını boşalttık. Minibüsün arkasına bindirdik. Gövdesi kucağımda, bir ayağı komşunun oğlunda, bir ayağı kapıcının kucağında... 'Başkan, ben işçilere ne derim?' diye bağırıyorum. Sonra basın, işçiler, sendikacılar hastaneye doluştu... Bir süre sonra başhekimin odasında eşimin öldüğünü öğrendim. Tarifsiz bir acıydı."
- O ana ilişkin de düşünüyorsunuz?
"Başkan, hayatı boyunca işçilerin hakkını savundu. Belki de katil zanlısı Ünal Osmanağaoğlu'nun babası da işçiydi... Kemal, onun babasının hakkını da savundu. İşte, böyle bir insan tarafından öldürülmesini kabul edemiyorum. Buna hakkı var mı? Beni eşsiz, çocuklarımı babasız torunlarımı dedesiz bırakmaya hakkı var mıydı? O günden sonra hep onu düşündüm. Ben Sabahat Türkler'im, ama hep eşimi yaşatmak istedim."
- Çok ağladınız mı?
"Hep güçlü olmak zorunda olduğumu hissettim. Kimsenin yanında ağlamak istemedim. Ama yıllarca ağladım! İlk 7 yıl boyunca çok katı bir yas dönemi yaşadım. Sonra yavaş yavaş hayata döndüm. Kendisi yasa karşıydı. Bana, 'ben öldüğümde mezarıma şiş gözlerle gelme, işçilerden güzel haberler getir' derdi. Ama hiçbir zaman güzel haber götüremedim ona... Ama yasla, acıyla beraber yaşamayı da öğrendim."
-Unutulmuşluk hissi yaşadınız mı?
"Bu ev, yılın belli günlerinde, 1 Mayıslarda, 13 Şubat, 15-16 Haziran tarihlerinde dolar taşar. İşçiler başkanlarını unutmadılar. Biliyorlar ki, yedikleri her lokmada başkanlarının hakkı var."
-Eşinizi hep işçi lideri olarak anlatıyorsunuz. Peki eş olarak nasıldı?
"Her şeyiyle mükemmel bir insandı. Paylaşımcıydı, dosttu... Görünüşü çok sertti ama bambaşkaydı. Başım ağrıyor desem sabaha kadar başımı ovmaya kalkardı. Yemek saatimiz hiçbir zaman belli olmadı. Ama ben onu beklerdim. Kaçta gelirse gelsin beraber yemek yerdik. Sabahtan bütün gazeteler gelirdi. Ben gözden geçirip okuması için Başkan'a verirdim."
(NA)