Bookchin'in kurduğu bu bağlantı ve uzamlarını gündelik hayatımıza sokmamız bizi doğaya olduğu kadar kendimize de yaklaştırıyor, harekete geçiriyor.
Sendikal hareketten ekolojiye
Murray Bookchin 1921'de New York City'de doğdu. Gençliğinden itibaren çeşitli radikal hareketler içinde yer aldı. 1930'lar ve 1940'larda sendikal harekete, 1960'larda Yeni Sol harekete aktif olarak katıldı.
Kıtlık Sonrası Anarşizm (1971, Post-Scarcity Anarchism) adlı yapıtından sonra toplumsal ekolojinin önde gelen isimlerinden oldu. 1974'te Vermont'taki Toplumsal Ekoloji Enstitüsü'nün kuruluşuna katıldı ve enstitünün yöneticiliğini üstlendi.
Anarşizm (The Spanish Anarchists, 1971); Kentler, Yurttaşlık ve Özyönetim (The Limits of the City, 1974; Kentsiz Kentleşme (1992, Urbanization Without Cities); Ekoloji, Toplum ve Politika (Toward an Ecological Society, 1981; Özgürlüğün Ekolojisi (1991, The Ecology of Freedom, Ayrıntı Yayınları, 1994) gibi konularla ilgilenen Bookchin, Ramparts, Telos, Our Generation ve Environmental Ethics gibi süreli yayınlara da katkıda bulunmuştur.
Bookchin'in getirdiği alternatif
Amerikalı Ekoloji aktivisti Bookchin, "tamamdır artık dünyanın çivisi çıktı" dediğimiz son günlerde çevrecilik anlayışını nüfus artışından tutun da teknolojik kirlenmeye varan bir çok "sonuç" tan arındırıp "Özgürlüğün Ekolojisi ve Ekolojik bir Topluma Doğru" yapıtlarında "insanın insana ve insanın doğaya tahakkümü" ne taşımış ve bir çok soruna bütünleşik bakmamızı kolaylaştırmıştır.
Hayata böyle bakmak demek, dayak atılan kadını da ezilen işçiyi de kirletilen doğayı da aynı mantıkla anlamamıza imkan kılar.
Kuşkusuz Marksizmin, Anarşizmin, Liberalizmin "çevrecilik" çözümlemelerinde kısır kaldığı bir çok alanı, bir anlamda onlardan da beslenmiş olan toplumsal ekoloji bakış açısıyla anlamaya kalkışmak çabası çok daha çözüme yakın.
"İnsanın insana ve insanın doğaya tahakkümü" bağlamında insan olarak doğayı ezmemiz tek boyutlu da kalmamış oluyor. Çünkü toplumsal ekoloji bize diyor ki bütün tahakküm kurma ilişkileri iç içedir.
Bir Kürt işçi patronu tarafından hem Kürt hem işçi olduğu için ayrı ayrı eziliyor. Ama o Kürt işçi de eve gidince karısını eziyor ve karısı belki de çocuklarını eziyor.
Doğa, azınlıklar, kadınlar, eşcinseller ve bütün ezilenler arasındaki bütünleşik ilişkilere böyle bakabilmek kuramın günübirlik hayatımızdaki politikasını da olumlu etkiliyor.
Örneğin "ataerkil düzenin atıklarıyla" git gide yayılan "nükleer atıkları" aynı potada değerlendirmek kadar yüzeysel olmasa bile her ikisinin birbiriyle ilişkisi olduğunu görmek, sanki elimiz kolumuz bağlıymış da bizi aşarmış gibi gösterilen ve "çevre sorunları" denilen doğanın tahakkümünün bize ne kadar da yakın olduğunu anlamış olmak bir şeyler yapmak için bizi harekete geçirebilir.
Katılımcı siyaset alternatifi yaratılabilir
Kentsiz Kentleşme yapıtında ise Bookchin merkeziyetsizlikten bahseder. "Bir kent bakıldığı anda görülebilecek büyüklükte olmalı" der.
Böyle demesinin sebebi merkeziyetin de tahakküme yol açmasıdır. Şöyle ki yine gündelik yaşantımızda idareciliğin karşılığı merkez, bir diğer anlamda tekel olabiliyor gün geçtikçe.
Elektrikten haber ihtiyacına kadar yerelleşme aslında ekolojik açıdan da kendi kendine yetebilme durumudur. Ancak bu durum "basitçilik" ile çözümleme mantığını akıllara getirecek kadar somut olabilir.
Yalnızca ekonomi ile açıklanamaz
O halde Bookchin'in ağzından söyleyelim:
"En temel olarak, bu ilişkiler tüm toplumsal yaşamın tam temelinde var oluyorlardı: başta da, toplumsal formasyonun kabile veya köy aşamaları gibi en basit toplum biçimlerinde dahi, bilhassa emek aracılığıyla, doğal dünyayla etkileşim yollarımız. ve şurası kesindir ki, türümüzün bizzat varoluşunu tehdit edebilecek şekilde insanlık ile doğal yaşam arasında olumsuz bir ekolojik dengesizliğe sahipsek, bu eşitsizliğin nasıl ortaya çıktığını; hatta "doğa" kelimesiyle ne demek istediğimizi; doğal dünya içinden toplumun nasıl ortaya çıktığını; kendisini kaçınılmaz bir şekilde asli doğal ilişkilerden nasıl yabancılaştırdığını; hükümet, hukuk, devlet, hatta sınıflar gibi temel toplumsal kurumların insan toplumu kendi başına varolmadan önce diyalektik olarak birbirinden nasıl ve neden ortaya çıktığını; ve, basit içgüdü ve ananenin ötesine geçen şekilleri (atamerkezcillik [patricentricity] ve ataerkillikten bahsetmiyorum bile), ve ortaya çıkışlarının yalnızca ekonomik etkenlerle açıklanmasının kolay olmadığı benzeri sayısız 'kültürel' ilişkileri anlamamız gerekiyordu."
Şimdi bütün bunlara kafa yorduktan sonra yerden çöp toplamanın nasıl oluyor da "çevrecilik" olarak öğretildiğini sorgulamakta fayda var. (EÖZ/BA)