Bugün yaşanılan gelişmeler ve Irak'a karşı yapılan saldırı bu kavramın yeniden anlamını bulması ve merkeze çekilmesinin gerekliliğini ortaya koydu.
Yeni dünya düzeninin pratik sonuçları artık ortaya çıkmaya başladı; bütün dünya bir savaş alanı ve kan gölü haline getirilecek. Ve bunu yaparken özgürlük gibi bir kavram utanmazca kirletilecek ve kanla yıkanacak. Dünya bombalarla, kanla ve işgalle özgürleştirilecek (!).
Ya emperyalistlerden yana, ya da karşı
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı George W. Bush 11 Eylül'den sonra yaptığı açıklama ile bütün dünyaya rest çekmiş ve "Ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız!" demişti.
Bugün ortaya çıkan ve gizlenemeyen bir gerçek var. Ya gerçekten Bush ve emperyalistlerden yanasınız ya da ona karşınız. Bu seçim önümüzdeki dönemde çok daha açık ve net olarak ortaya çıkacak ve herkesi kendi seçimini yapmaya zorlayacaktır.
ABD, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan uluslararası anlaşmaların hiç birine uymayacağının ve hiçbir uluslararası kuruluşun kararını göz önüne almaya niyeti olmadığının sinyallerini ABD'nin eski dışişleri bakanlarından Henry Kissenger'in 11 Eylül saldırılarından sonraki açıklamaları aracılığıyla bütün dünyaya ilan etti.
Bu savaş kimlerin?
ABD dünyanın sınırsız ve koşulsuz tek hakimi olmak istiyor. Amacı bu olan bir savaşın tek başına Irak'la sınırlı kalacağını düşünmek mümkün değil. İşte bu nedenle bu "egemenlik savaşı"nın uzun süreceğini söylemek bir kehanet olmayacaktır.
Savaş karşıtlarının yoğunlukla kullandığı "Bu savaş bizim savaşımız değil" sloganı konusunda özellikle iki önemli riskin altını çizmek gerekiyor.
Bu savaş "Türkiye'nin savaşı" değil çünkü çıkarlarına uygun değil; kazanabileceği fazla bir şey yok, "Onlara ırak, bize yakın" anlayışı "ulusalcı" bir noktadan savaşa hayır denildiği gibi bir izlenim yaratıyor.
Ekmek ve özgürlük için değil
Bu savaş bizim savaşımız değil derken, bu savaşın ekmek için, özgürlük için değil, sömürü ve egemenlik ilişkilerini yeniden kurmak için yapılan bir savaş olduğunu düşündüğümüz için bu savaş bizim savaşımız değil diyoruz.
İkinci risk ise bu savaşın gerçekten bizim savaşımız olup olmadığı konusundaki duruşumuzda. Bu savaş dünya üzerinde sınırsız ve kuralsız bir egemenlik sağlamak için atılmış ilk adımdır.
Bu nedenle de saldırı "onlardan olmayan herkese" yönelecektir, yönelmiş sayılmalıdır. Bütün ezilenlere, yoksullara karşı açılmış bir savaştır. İşte tam da bu nedenle bu savaş "bizim" savaşımızdır!..
Aşk mı, savaş mı?
Bu savaşta Avrupa Birliği'nin (AB) motor güçleri Fransa ve Almanya'nın "Irak'a müdahaleye hayır!" demeleri AB hayranı güçlerin yüzlerini güldürüyor.
Bazıları AB'yi aşk tanrıçası Venüs'e benzetirken ABD'yi ise savaş tanrısı Mars'a benzetiyorlar. Eğer seçim ve tavırlar gerçekten aşk veya savaş üzerinden gerçekleşiyor olsa idi hiç kuşkusuz seçimimiz aşkın yanında olurdu.
Ama bütün devletler ve emperyalistler meselelere sadece ve sadece kendi çıkarları açısından yaklaşırlar. 1991 Körfez Savaşı ve Balkanları kan gölüne çevirenler, Ruanda ve Somali'deki katliamlara gözlerini kapatan, İsrail'in Filistin halkına yaptıkları konusunda ciddi hiçbir müdahale etmeyenler aşk tanrıçası olamazlar!
ABD'nin kimseyi takmayan ve tek egemen olarak herkesi dize getirmeyi hedefleyen bir doktrinle hareket etmesi emperyalistler arasında bir çelişki yaratmış ve bu saldırı konusunda değişik tavır alışlara neden olmuştur ama unutulmaması ve altı çizilmesi gereken nokta çelişkinin emperyalistler arasında olduğudur.
Demokratik emperyalizm ve bombalı demokrasi
ABD askerleri Irak'ı cehenneme çevirip, Saddam Hüseyin'i yok ettikten sonra yeni hedeflere, Kuzey Kore, İran, belki Suriye ve Libya'ya yönlendirilecek.
Ortadoğu "demokratik emperyalistler" tarafından yeniden şekillendirilecek. Bombalarla bütün bölgeye "demokrasi"nin yayılması sağlanacak!
Bu bombalı demokrasiden ABD'nin yıllardır desteklediği Arap ülkelerinin pay alıp almayacağı ise şimdilik belli değil... İsrail'in işgal ve katliam politikasından ya da nükleer silahlarından bahsetmeye niyetli olmadıklarını ise biliyoruz. Çünkü İsrail onlardan birisi, çünkü İsrail devletinin elleri de onlarınki kadar kanlı.
Peki ya Birleşmiş Milletler?.
Birleşmiş Milletler (BM) son 10 yıldır, koşulların da değişmiş olmasından dolayı sorunlar yaşıyor. Birleşmiş Milletler'i ortaya çıkartan dengelerin ortadan kalkmış olması ve Güvenlik Konseyi'nin veto hakkı vs. karşımıza güdümlü bir BM çıkartmıştır.
ABD, BM'de alınan ve onun çıkarlarına ters düşen hiçbir karara uymadığı gibi veto hakkını kullanarak bu konularda kararların alınmasını engelliyor. İsrail'in Filistin katliamları veya işgal ettiği topraklardan çekilmesi üzerine ya da ABD'nin Küba'ya uyguladığı ambargonun kaldırılması konusunda belgeler yayınlamaktan başka bir şey yapamayan BM, çevre konferanslarında bile ABD engeline takılıyor.
BM şu anda egemenlerin istedikleri kararları meşrulaştırdıkları, istemedikleri hiçbir kararı uygulatmadıkları bir kuruma dönüştü. ABD'nin Irak saldırısı bütün uluslararası anlaşmaların ihlal edilmesi anlamına gelmesine rağmen BM suskunluğunu koruyor ve sadece Irak'ın gıda temini için petrol satma hakkını altı ay daha uzatıyor. Bu traji- komik bir duruş noktasıdır.
Yalancının mumu...
ABD aslında büyük hatalar yapıyor. Bush savaşa karşı üç büyük gücü yan yana getirmeyi başaran (Rusya, Çin ve AB) Amerikan başkanı, politikacısı olarak tarihe geçmeye hazırlanıyor.
Bu ABD dış politikası açısından büyük bir başarısızlıktır. Yine televizyonlarda Bush yönetiminin Irak'ın kimyasal silahları konusunda söylediği yalanlar ya da Nijerya'dan kimyasal maddeler temin etmeye çalıştığı gibi yalanların ortaya çıkması dünya kamuoyunda "yalancı" damgasını yemesine yol açtı.
Bush doktrininin ideolojik öncülerinden birisinin petrol (Dick Cheney), diğerinin silah taciri (Richard Perle) olması bir rastlandı değildir.
Richard Perle, Demokrat senatörlerin ticari ilişkileri ve siyasal görevi konusunda önerge vereceklerini açıklamaları üzerine istifa etti. Ancak danışma kurulundaki görevini devam ettiriyor. Yani Perle Türkiye basını tarafından sahneden çekilmiş gibi sunulsa bile şahin ve baş aktörlerden biri olma rolünü devam ettiriyor.
Bush ve Blair yargılansın
Bugün savaş karşıtı hareket sloganlarını ve taleplerini yenilemek görevi ile karşı karşıya. Savaşa hayır sloganı artık yerini "Bush ve Blair yargılansın!" sloganına bırakmak zorunda.
Kendilerinin koyduğu kurallara uymayanlar, Irak'ta nedeni ne olursa olsun öldürülen sivillerin hesabını vermek açısından bu kuruluşlar tarafından yargılanmayı göze almalıdırlar. Savaş karşıtı hareket böyle bir kampanya ile bu kuruluşların görevini yapması konusunda itici bir rol oynamak zorundadır.
Egemenlik savaşı, silah ve petrol üçgenine sıkıştırılmaya çalışılan Ortadoğu'da halk sokaklarda. Sadece Ortadoğu'da değil, bütün dünyada halk sokaklarda.
1989'dan sonra sokaklardan çekilen barış hareketi ve dünyanın aydınlık yüzleri yeniden sokaklara iniyor. Umut duymak için, umudu yeşertmek için, dünyayı karanlığa ve kana mahkum etmeye çalışanlara karşı seslerimizi birleştirmek için adımlarımızı sıklaştırmaya başlamalıyız. Yeni bir dönem başlıyor!.. Umutla, inançla...(SE/NM)
* Sami Evren: Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Genel Başkanı