Seçim mi geçirdik, yoksa üstümüzden TIR mı geçti, pek bilemiyoruz doğrusu, sanki ikisi de aynı kapıya çıkıyor gibi… Hem uzaklaşmak istiyoruz, gözlerimizi yummak, kulaklarımızı kapamak… Hem de cinayet mahalline geri dönen katiller gibi kendimizi siyasetten alamıyoruz. Bence almayalım da. Ama şu aralar ruhumuza iyi gelecek insanlarla hemhal olalım seçeneğine sarılarak. Öyle de yaptım. Yenilgi kokusunun daha az tüttüğü, hem ‘sakin’ adıyla, hem rafine başkanıyla beni çeken yere doğru yollandım ben mesela. Seferihisar’a. O sakin şehre…
‘Çat kapı’, biraz da emrivaki bir konuklukla, elbette başkanının zarafetine güvenerek, geri çevrilmeyeceğimden emin, konuk oldum odasına. Adına ister sohbet deyin, ister söyleşi, ister dertleşme. Şahsi kanaatlerimi pazartesi günü yazacağım köşeye ayırıp, sizi de buyur ettim dostlar sofrasına. Ortaya koyduğu vizyonla adını İzmir sınırlarından çıkarıp uluslararası sınırların kapısını açtırmış, ‘sakin şehrin’ sakin insanı, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in makamına…
Klasik giriş yapalım, nasıl bir seçim süreci yaşandı? Ne bekliyordunuz? O geceyi nasıl yorumluyorsunuz?
Çok bıçak sırtında geçeceğini düşünüyordum açıkçası. Olabilirdi de olmayabilirdi de. İkinci tura kalabilme ihtimalinden bahsediyorum. Kalabileceğini düşünüyordum. Bunun bir taktik savaşı olduğunu… Ama kalmadı, olmadı.
Olmaması ile ilgili, neden olmadığıyla ilgili söylemek istedikleriniz… Neden olmadı?
Birincisi, biz sosyal demokratlar… Bizim yatacak yerimiz yok. Bizim o kadar büyük günahlarımız var ki… O kadar büyük hatalarımız var ki. Bir kere biz güya insanlığın biriktirdiği en büyük erdemleri taşıdığımızı düşünüyoruz. Adalet, eşitlik, özgürlük, emeğe saygı… Bunlara sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Ama bunların gereğini yapmıyoruz.
Bunların gereğini yapmadığımız zaman insanlara dokunamıyorsunuz. Onurunu kırdığınız insanların oyunu bekliyorsunuz mesela. Onlar makarnacı diyorsunuz, üç kuruş bulgura kendilerini sattı diyorsunuz, ondan sonra o insanların oyunu almayı bekliyorsunuz. Böyle bir şey yok, söz konusu bile olamaz. Biz AKP’nin tabanına dokunmak zorundaydık, dokunamadık. Yani o bloklaşma, kutuplaşma, adına ne derseniz deyin, ancak AKP’nin tabanından oy almakla kırılabilirdi.
Biz MHP’nin tabanından, biz HDP’nin tabanından oy almakta çok zorlanırdık. Çünkü bunlar ideoloji partisi, kimlik partisi. Ama AKP tabanı öyle değildi, AKP tabanından oy almayı becerebilirdik. Ama biz oralarda değiliz. Yani bir mitinge katılıp bayrak sallamakla, üç beş esnaf ziyareti yapmakla, seçime yakın üç beş ev ziyareti yapmakla bu hikayeyi değiştirebileceğimizi zannediyoruz. Oysa öyle değil. Toplumun en düşük gelir seviyesinde yaşayan insanlar, güven duymak zorundalar. Bu insanlar AKP’ye niye oy veriyorlar, biz daha onu bile bilmiyoruz.
Bir heyecan dalgası yakaladı Muharrem ince. O mitinglere sözü edilen rakamlarda katılanlarla, sandıktan çıkan oylar birebir aynı olmadı ama.
Aynen öyle. Kedi buradaysa ciğer nerede, ciğer buradaysa kedi nerede hesabı… Şimdi mesele şurada. Muharrem İnce evet sahici, samimi. Ve dokunduğu insanlara duymak istediklerini söyledi. Gerçekten samimiyetle de konuştu. içtenlikle de bu geçti insanlara. Yüzde 30’a çıkartan şey de oydu. Ama onu yüzde 35’lere 40’lara taşımayan şey de vizyon koymamasıydı. Ekonomi politikasında ne yapacaksın?
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu büyük sorunlarla ilgili çözüm önerin ne? Suriye’ye büyük elçi atamak değil mesele, yetmiyor. Yani daha kapsamlı, daha geniş bir vizyon ortaya koymalıydı. O vizyon en çok nerede eksik biliyor musunuz? Bir arada yaşama kültürü konusunda.
Ben Tayyip Beyin’in de Muharrem İnce’nin de her kim olursa olsun, bütün siyasal partilerin de CHP’nin de AKP’nin de bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz eşiğinde en çok bunu yapması gerektiğini düşünüyorum. Bir kere biz kucaklaşmayı becermek zorundayız. Samimiyetle, sahici kucaklaşmayı… Hiç kimsenin benden daha fazla bu memleketin sahibi olduğunu ya da benim daha fazla bu memleketin sahibi olduğunu iddia etmemem lazım. Hepimizin aynı miktarda bu memleketin sahibi olduğunu içselleştirmemiz, kabul etmemiz lazım. Ve onların gerçekten derdine derman olmaya çalışmamız lazım. AKP’ye niye oy verdiklerini çözmemiz lazım bizim bu insanların..
AKP neyi karşılıyor bu toplumda? Siz çözebildiniz mi peki?
Bir kere samimi ve sahici buluyorlar liderlerini. Gerektiğinde diyor ki, ‘istanbul’un siluetini berbat ettik’ diyor. Aldatıldım diyor. Özür dilerim diyor. Kandırıldım diyor. Gerektiğinde bir tane çakıyor, otur oturduğun yerde diyor.
"Bülent Ecevit başörtüsü meselesini çözseydi"
‘İstanbul’un siluetini berbat ettim’ dediğinin ertesi, son derece hayati, kahredici bir plana da imzasını çakıyor ama. O kitle onu algılamıyor mu?
Algılamıyor. Bakın samimiyeti ve sahiciliği sorguluyor ve orada gerçekliği buluyor. Bir kere bizim dinle ilgili de oturup yeni baştan düşünmeye başlamamız lazım. Burada da bizim zaaflarımız var. Eksiğimiz var. Şimdi muhafazakar bir toplum olduğunu kabul ediyoruz. Yüzde 65, yüzde 35 diyoruz. Bu 50 yıldır, 60 yıldır değişmedi diyoruz. Peki bu bir gerçeklikse, sizin o muhafazakar tabana ulaşmanın yollarını açmanız lazım. Nasıl ulaşacaksınız? Bir kere saygı göstereceksiniz. Onun inanışa, onun inancına, onun gereklerini yerine getirme üslubuna…
Bir tane örnek söyleyeyim size. Eğer Bülent Ecevit başörtüsü meselesini o iktidarda olduğu dönemde çözseydi ve deseydi ki, ‘kardeşim devlet dairesine de gelebilirsin, meclise de gelebilirsin, her şeyi yapabilirsin, senin başörtün ile benim bir sorunum yok.’ Diyebilseydi, bugün AKP’ye ihtiyaç yoktu. AKP yoktu bugün!
En büyük hata burada başladı yani…
Daha büyük hatalar da bulabiliriz ama özü şu ki, bizim o kitleye, o tabana dokunmamız, onları sahici içten bir biçimde kucaklamaya çalışmamız, dertlerine derman olmaya çalışmamız lazım. Biz bunu yapmıyoruz. Yapmadık. Ben bunu doğru bulmuyorum. Burada büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Yani mesele CHP’nin liderinin kim olacağı meselesi falan değil, Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki en yeni, en genç katılandan en tepesine kadar bizim bakış açımızı değiştirmemiz lazım. Bizim sosyal demokrasinin felsefesi, perspektifi, bakış açısı dediğimiz hikayeyi kendi hayatımızda içselleştirip insanlara da o bakış açısıyla bakmayı becermemiz lazım.
ABD'li bir dil bilimci var George Lakoff; “Dünyada solcular ve sağcılar, iki ayrı aile metaforu ile hayata bakarlar” diyor. “Solcular dayanışmacı ailedir” diyor, “sağcılar otoriter baba ister” diyor. Evet bu doğru ama bunun bir istisnası var dünyada, o da Türkiye. Biz ne otoriter baba istiyoruz ne dayanışmacı aile olmayı beceriyoruz. Biz birbirimizi sevip saymıyoruz, biz birbirimizle kol kola girmeyi beceremiyoruz.
Hatta aynı ya da yakın görüşte/kulvarda olan insanlar bile…
Onu söylüyorum. Dayanışmayı beceremiyoruz. Bunu beceremediğiniz zaman, otoriteyi de istemediğiniz zaman… O zaman dımdızlak kalıyorsunuz. Bizim bir kere dayanışmayı becermemiz gerekiyor. Bizim birbirimize saygı göstermemiz, bizim birbirimizi samimiyetle sevmemiz gerekiyor ki aşağıya doğru bir şey yapabilelim. Bu birinci. İkincisi, başka bir şey daha. Ben belediye başkanı olmaya karar verdiğimde, benim en yakın arkadaşlarım bana diyordu ki, ‘oğlum sen deli misin, bu çamurdur, çirkeftir, senin ne işin var orada? Sen de kirleneceksin, seni de kirletecekler, dayanamayacaksın.’ Siyaseti becermek zorundayız, yapmak zorundayız. Siyaseti kirli, çirkin ve sığ olarak gördüğümüz sürece, biz şu paradoksu yaşamaya devam edeceğiz.
Ama öyle. Kirli, çirkin, sığ!
Doğru ama bunun sonucu şu oluyor. Şikayet ettiğiniz şeylerin onları yaratanlar tarafından değiştirilmesini beklemek gibi bir paradoks yaşıyorsunuz. Bu mümkün değil ki. Doğaya aykırı, insanın doğasına aykırı. Eğer şikayet ediyorsanız bir şeyden, onu değiştirmek için elinizi taşın altına sokacaksınız. Bizde genellikle iyi donanmış insanlar, aydınlar, yukarıdan bakıp ahkam kesmeyi eleştirmeyi çok severiz, çok severiz! Ama sok abi taşın altına elini. ‘Yo ben mitinge gittim, bayrak da salladım. Oradaydım.’
"Kemal bey doğrusunu yaptı""
Tweet de attım!
Bu yetmiyor abi, bu yetmiyor… İnsanlar bununla doymuyor. İnsanların gerçekten hayatını iyileştirecek projeler ortaya koymanız lazım. Bunun için de ortaya güven duygusu yaratacak bir şeyler yapmamız lazım. Bu güven de samimiyetten, sahicilikten, gerçekten koltuk telaşı taşımamaktan…
Onlara sunacağız vizyondan, imkandan…
O ikincisi, birincisi sahicilik ve samimiyet. O insanlar şunu bekliyorlar. Özellikle gençler. Bu memleket değişmez değişmez diyoruz ama aslında büyük bir hızla değişiyor. İnanılmaz bir genç potansiyel var. Bunları biz daha baştan ayırıyoruz ve ötekileştiriveriyoruz. Biz de yapıyoruz bunu. Sadece onlar yapmıyor. Biz de yapıyoruz. Bunu yapmaya devam ettiğimiz sürece biz o yüzde 25’te çakılı kalmaya devam edeceğiz. Bunu aşmanın yolu gerçekten bir kere o iyi donanmış insanlar. İki dediğim şeyi bitireyim; siyasete gireceksiniz, gireceğiz, girmek zorundalar. Zorundayız. Siyasal partiyi beğenmiyorsak sivil toplum kuruluşlarında çalışmak zorundayız. Bir şekilde içinde yaşadığımız toplumla ilgili sorumluluk duygusu taşıyıp… Ha kuşlar mı, kuşların iyiliği için… Ağaçlar mı, ağaçların iyiliği için. Çocuklar mı, engelliler mi… Neyse o. Kendimizi ifade ettiğimiz alanlarda elimizi taşın altına sokmak zorundayız
Şimdi buradan bilimsel sonuca geçelim. Ne oldu bu seçimlerde? Bu seçimlerde şu oldu. Bir kere o biraraya gelmez dediğimiz İYİ Parti, Saadet Partisi ve CHP… Ben Temel Karamollaoğlu’nun aday olması için imza verdim. Bunlar biraraya geldiler, söylemler biraz daha yumuşadı, biraz daha kırıldı diyeyim. Öfke nefret biraz kırıldı. Bu mesela iyi bir başlangıç olabilir, bizim için de. Bir de teknik bir şey söyleyeyim. Kemal Kılıçdaroğlu, burada çok akıllı bir kurgu yaptı. Bakın, Adalet Yürüyüşü ile başlayan bir hikaye var. Sonrasında Adalet Kurultayı, sonrasında seçim gündeme geldiği anda İyi Parti’den 15 milletvekiliyle ilgili bir irade ortaya koydu. Bütün ezberleri bozan, bir strateji geliştirmeye başladı. Bu ittifak da onun kurgusudur. Muharrem İnce de onun kurgusudur, onun kararıdır. Hikayeyi de aslında Kemal Kılıçdaroğlu kurdu. Şimdi peki başarısız bir sonuç var.
Faturasını kime keseceğiz? Kemal Bey’e mi? Hayır, niye Kemal Bey’e keselim? Kemal Bey’e bugün kızgınlık ifade edenler bana Kemal Bey’in kusurunu söylesinler. Bu kurguda veya öncesinde nerede kusuru var? Çok somut söyleyeyim ben size. Eğer İyi Parti, 3 puan fazla alsaydı, 10 ilde 13, eğer Temel Bey birin altında kalmayıp 2 alsaydı, 3 alsaydı; bu tablo değişmişti. Bu tablo değişmişti, ikinci tura kalınmıştı zaten. Şimdi İyi Parti’nin orda çakılı kalmasının, Temel Bey’in birin altında kalmasının faturası, niye Kemal Bey’e çıksın? Burada bir hata var mı? Yok. Doğrusunu yaptı.
Ama bizde de hiçbir şeyin faturası çıkmıyor. Bu da ayrı bir garabet.
Fatura çıkaracağız şeyi söyleyin konuşalım. Fatura çıkartacak yer vardır. Ben bu seçimle ilgili söylüyorum. Bu seçimde Kemal Bey’e atfedilecek bir kusur görmüyorum ben. Görsem, ben de aynı şekilde kızayım.
Onu ayrı bir güne saklayalım. Güven duygusunun altını çizdiniz ısrarla ve haklı olarak. Şimdi seçim günü yaşanan kabusa dönelim. Türkiye oyların çalınmaması için seferber olmuşken, bir karanlık yaşandı.
Bence bir karanlık yok. Çünkü Anadolu Ajansı’nın (AA) söylediği rakamlar çıktı.
Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?
Anadolu Ajansı’nın yayınladığı rakamları bütün Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Adil Seçim Platformu’nun verileriyle karşılaştırınız, bütün veriler ortada zaten.
Çalma?
Marjinal.
O gün bu açıklanmadı ama.
O da doğru, açıklanmaması da doğru. Çünkü sicili temiz değil AKP’nin. Geçmişte yaptı bunları. Çok doğaldır ki CHP’nin yöneticileri de o verilerin bütünüyle ellerine gelmesini beklediler.
İzledim ben de herkes gibi, ikinci tura kesin kaldı diye de açıkladılar.
Doğru, böyle gidersek olur dediler ama onların ilk aldıkları verilerin alanları ile AA’nın ilk yayınladıkları verilerin alanları farklı. Onlar AKP’nin çok daha güçlü yerlerden başladılar. Bizimkiler de tersten (kendi güçlü olduğumuz yerlerden) başladı. Bizimkiler de o veriler kendilerine geldikçe dediler ki ‘evet ya kalıyoruz ikinci tura.’ Bundan daha doğal bir şey olamaz. Artı, gerçekten o sicili temiz değil dediğim şey nedeniyle insanların uyanık olmasını, insanların sahip çıkmasını ancak böyle sağlayabilirdi. Ne diyecekti? ‘Evet, kaybettik, ama siz sahip çıkın!‘ Diyemezdi ki bunu.
Ama ya o efelikler? 50 bin avukatla giderizler, zapt ederizler, kapısında yatarızlar… Sonrası facia. Hayatından bile endişe ettik bir ara hep birlikte. Senaryolar yazdık bir sürü. Sonra bir tweet’le karardı hayatlar.
(Üzgün sesle) Hataydı.
Çok yaralayıcıydı, o altını çizdiğiniz güven, bence bir hayli hasar gördü.
Çok doğru. Ama bakın bunların açıklaması var. Mehmet Ali Çelebi. Genel Başkan, seçim güvenliğinden onu sorumlu kıldı ve gerçekten Anadolu’da inanılmaz bir çalışma yaptı Çelebi. Kendisi bunu ne kadar paylaştı bilmiyorum ama ben biliyorum ne yaptığını. Bütün o tulum çıkan sandıklara, buradan avukatlar götürdü. Biz de gönderdik. Urfa’ya, Adıyaman’a… Onlar gittiler ve sahip çıktılar sandıklara. Bence muazzam bir deneyim yaşandı ve gerçekten çalınmaması için çok sıkı bir mekanizma kuruldu. Çünkü çalmak, ıslak imzalı tutanakta oluyor. Islak imzalı tutanak elinizdeyse, onun bir bilgisayar marifetiyle bir hileyle değiştirilmesi mümkün değil, çünkü sizin elinizde.
Sahip çıkılmadığını savunanlar da var sizin aranızda, CHP’de yani…
Doğrudur ama size rakam söyleyeyim ben. Bir önceki referandumda 30 bin sandıkta CHP’nin müşahidi yoktu, bugün 2 bin sandıkta yok. 28 bin sandığın hepsinde CHP’nin müşahidi vardı. Kaldı ki İyi Parti ile de Saadet Partisi’yle, HDP ile de paslaşılarak korundu sandıklar. Dolayısıyla, tabii ki adil olmayan bir seçimdi, birçok yerde silahlı adamlar, insanlara oy kullandırmadılar. Bunlar da yaşandı. Bunları reddetmek mümkün değil. Ama seçimin sonucuna etki edecek bir şey olmadı. Sonuçta bizim elimizdeki ıslak imzalı tutanaklara bakarak itiraz edeceğimiz sonucun şöyle değil de böyle olduğuna dair rakamlar o kadar minimal ki. Bu CHP’nin ve bir takım sivil toplum kuruluşlarının, Oy ve Ötesi, Adil Seçim Platformu’nun olağanüstü başarısıdır. Bu memlekette sandığa sahip çıkmakla ilgili, önemli bir şey yapıldı.
"Gazetecinin haber yapmayacağını düşünmek naiflik"
Muharrem Bey’in ‘adam kazandı’ mesajına gelirsek…
Tabii orada 16 yıl milletvekilliği yapmış bir siyasetçiden bu hata beklenmez. Ama orada şunu itiraf etti, özür de diledi ki çok saygın bir durum, ‘oyuna geldik’ dedi. ‘Gazeteciden dost olmazmış, güvenmiştim’ benzeri sözler söyledi.
Gazeteciye göre değişir güvenip güvenmemek de o söz haber yapılırdı. Ortalık ayağa kalkmış, herkes İnce’nin can güvenliğinden endişe ediyor, kaçırıldıkları bile konuşuluyor. Bu arada gazeteciyle mesajlaşan İnce, ‘adam kazandı’ diyor. Bu haber yapılmaz mı?
Neresinden bakarsanız bakın, hatadır. Kesinlikle hatadır. Ben yine de gazetecinin bunu haber yapabileceğini bilmeme ihtimalini bir naiflik olarak değerlendiriyorum. Bunu düşünmemiş olabilir. Ama yine de şunu ortadan kaldırmıyor. Sen kardeşim evet, bu sonuçların ortaya çıkmış olmasını beklemiş olabilirsin, bu nedenle sonuna kadar sabretmiş olabilirsin ama öğrendiğin anda açıklama yapacaksın, ertesi gün 12’ye kadar beklemeyeceksin. Bu bir hata. Lider bunu kaldırmaz, lider o gün gereğini yapar.
Peki ya Kılıçdaroğlu? O neredeydi peki? Sonuçta biri cumhurbaşkanı adayıysa, diğeri de partinin genel başkanı.
Doğru. Ben onu da eksik buluyorum doğrusu. Orada da genel başkanın çıkıp ortaya bunu söylemesi, Bülent Tezcan’ın yapmasından çok daha şık olurdu.
O geceye dair hala çok fazla ihtimal dolaşıyor ortada. Ben de ikna olmayanlar arasındayım mesela.
Gönül Hanım, biz beklentimizin büyüklüğü nedeniyle yaşadığımız hayal kırıklığı için suçlu arar durumdayız. Psikolojik bir şey bu. Suçluyu doğru yerde aramak lazım. Bu açıklamaları yapmamış olması başka bir şey, o hayal kırıklığını ortaya çıkartan gerekçeler başka bir şey. Bu ikisini de ayırarak konuşmak lazım. Ben katılıyorum size. Bunlar eksik, bunlar hatalı. Ama bunlar, öbür tarafta yaşanan sonucu açıklamaya yeten şeyler değil. Orada başka bir hikaye var. Bizim asıl konsantre olmamız, odaklanmamız ve çözüm bulmamız gereken mesele orada. Bunu eleştirirsiniz, yanlıştı derseniz, ne söyleyeceksiniz söylersiniz; ama öbür tarafta devasa bir problem var, bir buzdağı var ucu gözüken.
Bütün bu konuşmalarımız eşiğinde ne yapacak partiniz? Hatalarla eksikliklerle yenilgilerle, güvensizliklerle dolu bir bagajla nasıl yol alınacak?
Bir kere, yepyeni bir motivasyonla yerel seçime odaklanmaya başlamamız lazım. Şu anda büyük bir moral bozukluğu, bir çöküntü, büyük bir dağılma var. Ne yaparsak yapalım bu hikayeyi değiştiremeyeceğiz gibi bir algı var. Bir kere bunlardan bir an evvel sıyrılmak gerekiyor.
Sandığa bir daha gidersem ne olayım diyenler de var. Bundan nasıl çıkacaksınız?
Önce neden çıkmamız gerektiğini detaylandırmak lazım. Belki seçimi öne alacak, tabloyu dağınık gördüğü için. Temmuz’un 8’inde Meclis’in toparlanmasından sonra derhal bir Anayasa değişikliğiyle, haydi bakalım Kasım’da seçime gidiyoruz diyebilirler. Bir kere genel başkanın, genel merkezin disiplini sağlaması lazım, çatlak sesleri susturması lazım, ne yapılacaksa artık. Bir an önce onu yapıp derhal motivasyonu büyütecek, heyecanı yeşertecek bir şeyler yapması lazım. Bu genel merkezin yapması gereken bir şey. Tabanına bir güven verecek. Evet yenildik ama biz onurlu bir yenilgi yaşadık, hak ettiğimiz bir şey yaşadık, şimdi daha iyisini hak ediyoruz ve daha iyisini yapacağız. Onun sözcüklerini, dilini ben bilemem, ben sadece ne olması gerektiğiyle ilgili düşüncelerimi paylaşıyorum sizinle. Bunu yapmak zorunda. Bu ruh halini değiştirecek olan yer Genel Merkez. Bütün aşağıya, partinin kılcallarına, illerine ilçelerine, köylerine bunu yayması lazım. Bunun çok zor olduğunu düşünmüyorum. Yeter ki bu irade ortaya konsun, yolu, çaresi bulunur bunun. Enstrümanı bulunur. Ben genel başkanın o cümlesini önemsiyorum, ‘biz duvarın yarısını yıktık, şimdi kalan duvarı yıkacağız.’ Bunun inandırıcı olması lazım. Tamam, ağızdan çıkar ama bunun gerçekten insanlar tarafından inanılarak savunulması lazım. Bunu yaratmak görevi onda. Ve genel merkezde, MYK’da PM’de ve aşağı doğru inerek il başkanları, ilçe başkanları, belediye başkanları, hepimizde. Ben bu akşam yapacağım. Benim gücüm kendi ilçeme yeter, ben akşam toplantı yapacağım. Ben o motivasyonu vermek için, o heyecanı diriltmek için elimden geleni yapacağım. Moral çok önemli. Ben bu arkadaşlarımla iki aydır inanılmaz bir tempoda çalıştık.
29 ilçe arasında Seferihisar’ın AKP’ye karşı başarısı
Seferihisar’da sizin açınızdan sonuç ne?
Size bir rakam söyleyeyim, 29 ilçe içinde oyunu reel olarak, sayı olarak artıran en büyük ilçe biziz. AKP’nin en çok oy kaybettiği ilçeler sıralamasında dördüncü sıradayız. Biz reel olarak AKP’ye 6.5-7 oy kaybettirdik. 40 bin seçmenli yerde 1700 civarında oyumuzu artırdık. Ben bizim üzerimize düşeni yapabildiğimizi düşünüyorum. En azından karşılaştırabileceğimiz örnek İzmir’in diğer ilçeleri olduğu için, biz onların içindeki en başarılı ilçeyiz, çok açık söylüyorum. Tevazu gösterilecek bir şey yok, rakam somut, gerçek bu, bu gerçeği yakaladık. Tüm ilçeler bir kere, hepimizin şunu yapması lazım. Gecesini gündüzüne katan, kadınlar, gençler inanılmaz bir enerjiyle, motivasyonla çalıştılar. Bizim bu insanları onurlandırmamız, teşekkür etmemiz, onları yüceltmemiz lazım. Bugün onu yapmaya çalışacağım. Ve oradan da yeniden beraber motive olmayı nasıl yapabileceğimizi konuşacağım.
Türkiye genelinde ortaya çıkan bu seçim tablosu, yerel seçimlere nasıl yansır? Ne olur? İzmir’de mesela, AKP’nin her şeye rağmen çok büyük bir oy kaybı yok. Yerel seçimler için bu bir tehlike mi? İyi Parti gibi bir faktör de var artık.
CHP’nin oy kaybı yüzde 6’ya yakın. Bir kere bu çok önemli bir ders. Yani herkes için ders. İzmir CHP’nin buradan bir ders çıkartması gerekiyor. Herkesin aklını başına toplaması gerekiyor. Çünkü asla çantada keklik değil bundan sonra. İzmir’de belediyeler.
Odun koymak mecburiyetinde değilsin
‘Odunu koysan seçilir’ dönemi bitti diyorsunuz yani.
Bitti, yok artık öyle bir şey. Ayrıca o zaman da söylemiştim, böyle bir ihtimal varsa dahi, odun koymak mecburiyetinde değilsin. Dolayısıyla herkesin aklını başına toplayıp sorunun derinine ve gerçekliğine inip elinden geleni yapması lazım. Burada imkansız bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorum. Ama bunun için birbirimize sarılmayı, birbirimizin gözünü oymamayı, birbirimizin paçasından çekiştirmeyi bırakmak zorundayız. Birbirimize enerji vermek zorundayız, moral vermek zorundayız. Çünkü aynı kaderi paylaşıyoruz. Aynı dayağı yiyoruz. Artık yeter. Dayak yememek için kol kola girmek zorundayız. Bunları yapabilirsek, mahallemizde, köyümüzde, ilçemizde; o zaman Türkiye için gerçekten bir umut olabiliriz.
Yüzde 30 iyi bir başlangıç noktası olabilir. Gerçekten Muharrem Bey’in dediği doğru. Psikolojik bir sınırdı. Bunu aştık. Bu gerçeklikten yola çıkmak, bunu kendimiz için bir zemin olarak düşünmek zorundayız. Bunun üzerine ne inşa edebiliriz, buna bakmak zorundayız. Muharrem beyin ve Kemal Bey’in asla aralarından su sızmaması lazım. Kucaklaşmalılar. Kurultay asla gündeme gelmemeli. Çünkü bunlar moral bozukluğunu dağınıklığı köpürtecek şeyler, bence tuzak. Kemal Bey ile ilgili bulduğunuz bir hata varsa, söyleyin konuşalım. Ben görmüyorum şu anda bu seçimin sonuçlarıyla ilgili. Ona atfedebileceğim bir hata yok. Kurguyu son derece zekice yaptı, onun gereklerini yaptı. Kişisel anlamda ne taviz vermesi gerekiyorsa verdi. Ne yapması gerekiyorsa onu yaptı, ben olsaydım onun yerinde bunları yapardım diye düşünüyorum.
O nedenle de onda bir hata bulmuyorum. Diğer hataları bir tarafta tutarak söylüyorum. Daha bir yıl oldu, Adalet Yürüyüşü’yle ilgili Kılıçdaroğlu’nun yarattığı muazzam bir şey var yani. Bu önemli bir şeydi mesela. Bunu unutmamak lazım, bunu bu insan yaptı. Hepimize yepyeni bir enerji verdi, ama eğer bunlar unutulursa, yokmuş gibi hayat kurgulanmaya başlanırsa yazık ederiz. O emeğe, o biriken şeylere, hepsine yazık ederiz. Çünkü bu sonuçlarda hepsinin bir payı var.
Ben umutluyum, iyimserim, inanıyorum, çünkü biz hayatın, doğanın akışının olduğu taraftayız. Dünya böyle dönüyor. Biz binlerce yıllık bir mirasın en rafine değerlerine sahibiz. İnsanlık bundan iyi bir şey üretmemiş ki binlerce yıllık Homo Sapiens tarihinde. Eşitlik diye, adalet diye bir şey üretmiş. Dayanışma, özgürlük… Bunlar bizim değerlerimiz. Bunları en iyi biz biliyoruz. Bizim bunları anlatmakla ilgili bir problemimiz var. Biz bunu anlatmayı, onun dilini bulmayı becermek zorundayız. Biz gerçeğiz. (GS/HK)
Tunç Soyer kimdir?Seferihisar’ın CHP’li Belediye Başkanı. 1959 Ankara doğumlu ama küçük yaşlardan itibaren İzmir’de yaşadı. Bornova Anadolu Lisesi’nin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezin oldu. Biri İsviçre Webster Koleji’nde “Uluslararası İlişkiler” diğeri ise Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “Avrupa Birliği” alanlarında olmak üzere iki yüksek lisans yaptı. Üniversite yıllarında Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyuncu ve yönetmen asistanı, Türk Haberler Ajansı’nda da muhabir olarak çalıştı. Aynı yıllarda İngela Bendt ve James Downing’in mülteci kamplarında Filistin’li kadınların dramını anlatan “Geri Döneceğiz” isimli kitabını Türkçe ‘ye çevirdi. Eğitimini tamamladıktan sonra turizm sektöründe çalışmaya başladı. Beş yıl boyunca turizm sektöründe görev aldı ve sektörün önde gelen tesislerinde genel müdürlük yaptı. 1991 yılında şirketiyle Seferihisar’da bir tatil köyü kurarak dokuz yıl boyunca yönetti. Bornova Anadolu Lisesi Eğitim Vakfı’nda yedi yıl boyunca yönetim kurulu üyeliği, ardından üç yıl boyunca Başkanlık görevi yürüttü. 2003’te Avrupa Birliği’nden İzmir’e temin edilebilecek mali kaynaklar konusunda hazırladığı raporunu dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’ya sundu ve teklifini kabul ederek Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı olarak çalışmaya başladı. 2004-2006 yılları arasında İzmir Ticaret Odası’nda Dış İlişkiler Müdürlüğü ve Genel Sekreter Yardımcılığı yaptı. 2006 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından EXPO 2015 İzmir Yönlendirme Kurulu ve Yürütme Komitesi Genel Sekreterliği görevi verildi. 2009 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden Seferihisar Belediye Başkanı seçildi. Belediye başkanlığının ilk yılında uluslararası yerel kalkınma modeli Cittaslow (Sakin Şehir) hareketini Türkiye’ye taşıdı ve ülkeye yayılmasını sağladı. 2013 yılında merkezi İtalya’da bulunan Cittaslow Birliğinin Genel Başkan Yardımcılığı’na getirildi. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nden ikinci kez Seferihisar Belediye Başkanı seçildi. Mayıs 2014’te Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği (SODEM) Yönetim Kurulu Başkanlığı’na getirildi. Evli ve iki kız çocuk babası olan Tunç Soyer çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca biliyor. |