Fotoğraf ve kaynak: Agos
Konuşma metninin İngilizcesi için tıklayın
Başak Demirtaş’ın Hrant Dink’in katledilişinin 14. yılında Covid-19 salgını nedeniyle internet üzerinden yaptığı konuşma metnini yayımlıyoruz.
“Merhaba sevgili dostlar, güzel insanlar, kardeşlerim. Asla kabullenmediğimiz, yıllar geçse de alışmadığımız, alışmayacağımız, derin yaramız, dostumuz, abimiz, öz kardeşimiz, Hrant’ımız için, işte yine bir aradayız.
“Bu yıl salgın koşulları, bu şekilde bir araya gelmemize el veriyor. Birbirimizin gözlerini göremiyoruz belki ama yürek atışlarımızı duyabiliyoruz.
“Siz, her yıl Agos’un önünde toplananlar, buraya gelemeyip de dünyanın dört bir yanında yüreği bizimle atanlar, sadece yitirdiğimiz bir değeri anmıyoruz, arıyoruz da aynı zamanda. Adaleti arıyoruz, avuçlarımızdan kayıp giden barışı arıyoruz. Gülüşümüzü kaybettik. Neşemizi, yaşama sevincimizi…
“Yine toplandık işte, arıyoruz. Yaslıyız. Bitmiyor matemimiz. Bitmiyor çünkü cenazemiz halen yerde. Bunca omuz yan yana geldik de kaldıramadık cenazemizi. Çünkü ağır. Vebali ağır, mirası ağır, vasiyeti ağır.
“O nedenle arıyoruz. Biliyorum, bulmadan durmayacağız. Biliyorum, çok yakınız. Kaldıracağız cenazemizi. Düştüğü yerden kaldıracağız. Toprağa gömmek için değil, kardeşlik çınarı niyetine toprağa ekmek için.
“Hrant’ın sevgili dostları, kardeşlerim, Belki uzun sürdü arayışımız, gecikti baharımız. Hrant’a verdiğimiz sözler halen yerini bulmadı. Aslında bu gecikme ne toplumun suçudur ne de ezilenlerin ve ötekilerin.
“Bütün mümkünler gözümüzün önünde dururken uzanıp tutmaya cesaret edemeyen toplumun öncülerindedir büyük eksiklik. Bütün mesele uzanıp tutmakta, buna cüret etmekte, bu cesareti göstermektedir. Ama yılmak yok. Biz de tıpkı sevgili Hrant’ın yaptığı gibi, intikam duygularına teslim olmadan akılla, sabırla, sevgiyle ama ille de dirençle sarılacağız umuda.
“Bunca kutuplaşmanın, düşmanlaştırmanın, gerilimin içinden sağduyuyla çıkışın yolunu bulmak zorundayız. Bu kadar kaotik ve karmaşık görünen durumdan kurtulmak aslında çok da basit. Yapmamız gereken tek şey bir araya gelmektir. Demokrasi için yan yana durmaktır.
“Biz kadınlar bunun için öncülük yapabilecek güce, inanca ve cesarete sahibiz. Gelin önce biz kadınlar birleşelim. Adaletsizliğe karşı, her türlü şiddete karşı, yoksulluğa karşı büyük bir kadın demokrasi ittifakı kuralım. Nefessiz kalmış topluma bir yol açalım. Bunun için daha ne kadar bekleyeceğiz? Ne olmasını bekleyeceğiz?
“Bizi birleştirecek şey bir lider, bir parti, bir kurtarıcı değil, sadece kendi ellerimizdir. Gelin el ele verelim. Yarınlarımızı, çocuklarımızın geleceğini kurtaralım.
“Aksi takdirde Hrant’a verdiğimiz sözün gereğini nasıl yerine getireceğiz? Mahcup olmadan, nasıl her yıl bir araya geleceğiz?
“Umuda dair şöyle seslenmişti Gülten Akın:
Karayı kaldırın, mavi koyun, umudumu yitirmedim.
Beni çağırın, gülümserken uykunun bir yerinde.
Eliniz beyazken uzatın isterim.
Karayı kaldırın, sevgi koyun umudumu yitirmedim.
Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla,
Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin.
Sizde tutunacak, yaslanacak kollar.
Biraz daha durun, biraz daha.
Karayı kaldırın, mavi koyun, umudumu götürmeyin.
“Değerli dostlar, sevgili kardeşlerim, Hemen şuracıkta, Urfa’da, Göbeklitepe’de on iki bin yıllık bir köy duruyor. Dünyanın en eski köyü, en eski mahallesi, en eski evi. Orda yaşayanlar kimdi, bilmiyoruz. Nasıl yaşadılar, bilmiyoruz. Acılarını, sevinçlerini, korkularını, hayallerini bilmiyoruz.
“Bugün yaşasalardı kendilerine Türk mü derlerdi, Ermeni mi, Kürt mü bilmiyoruz. Hangi dine inanırlardı, hangi partiye oy verirlerdi, bilmiyoruz. Bildiğimiz ve emin olduğumuz tek bir kimlikleri vardı onların: İnsan.
“İlk, onlar kazdı toprağı. İlk, onlar tohum ekti Mezopotamya’ya. Sonra biz gelmeye başladık. Yaşlı kıtanın dört bir yanından. Onar onar, yüzer yüzer, biner biner. Milyon olduk sonra. En son 84 milyon. Ve o günden beri bu topraklar en çok kimindir diye kavga ediyoruz. Yüz yıldır kavga ediyoruz. Bin yıldır kavga ediyoruz. Beş bin yıldır kavga ediyoruz.
“Kavga ediyoruz dediğime bakmayın. Kavgayı başkaları ediyor aslında. Biz sadece dayağı yiyoruz. Çünkü kavga mülkiyet kavgası. Egemenlik, üstünlük kavgası. Saltanat, şatafat, iktidar kavgası.
“Biz sadece direniyoruz. Hayatta kalabilmek için. İnsan kalabilmek amacıyla direniyoruz. Eşitlik için, adalet için, barış için, kardeşlik için, emeğin hakkı için direniyoruz. Ve diyoruz ki, bizim kendi aramızda paylaşamayacağımız hiçbir şeyimiz yok. Bu ülke hepimizin. Bu topraklar hepimizin. Hakça, eşitçe, adil bir yaşam mümkündür ve yakındır, biliyoruz.
“Dört milyar yaşındaki yaşlı ve yorgun gezegenimizin son on iki bin yılında nasıl bu hale gelebildik, insan olmaktan nasıl bu kadar uzaklaşabildik, herkesi bir defacık olsun bunu düşünmeye davet ediyorum. Nasıl unuttuk bunca ortak değerimizi, ortak acımızı, ortak sevincimizi? Nasıl bırakabildik cenazemizi yerde? Nasıl yarattık bu ortak utancımızı?
“Gelin kardeşlerim, gelin el ele verelim. Omuz omuza kaldıralım artık cenazemizi. Bitirelim ortak matemimizi. Bakın, yerde yatanın bir tane kimliği var: insan. Ama adı Hrant, adı Tahir, adı Berkin, adı Ali İsmail, adı Eren, adı Ceylan, adı Yasin, adı Medeni, adı Ethem, adı Uğur, adı Taybet, adı Aybüke, adı Ekrem ama adı insan.
“Korkmayın kardeşlerim. El ele verin. Omuz verin bu cenazeye. Kimse tek başına kaldıramaz bunca yükü. Dedim ya, ağırdır vebali. Ağırdır vasiyeti. Katillerimizin karanlığına teslim olmadan, kayıplarımızın hatırasında buluşmaya davet edelim birbirimizi.
“Başarabiliriz güzel kardeşlerim. Başarmak zorundayız. Nem gibi bedenimize yapışmış bu kötülüğü yara yara, güneşli yarınlara, aydınlık geleceğe ulaşacağız. Umudumuz zulümden büyük, çünkü siz varsınız. Çünkü bizler varız. Çünkü bizler, özgürlüğe ant içmiş milyonlarız. Çünkü biz insanız. Cesur olalım güzel kardeşlerim ve inanalım. Hep birlikte kazanacağız, mutlaka kazanacağız.
“Son olarak, Selahattin’in cezaevinden gönderdiği bir şiirle bitirmek istiyorum.
Gümbürdüyor yerin altı.
Sarsılıyor gök kuleler.
Özgürlüğe gebe toprak,
Doğuracak bizi yeniden.
Ellerim ceplerimde, adımlarım minnetsiz.
Gamsız yürüyorum mezar diplerinden.
Ölülerimize yeminimiz var,
Dirilerimize müjdemiz.
Üşüyen çocuklar güneşten emsin.
Öksüz kalmış aşıklar kavuşsun.
Alın terine sevda karışsın diyedir, kavgamız.
Bir madalya takılmayacak göğsümüze.
Olsa olsa yağlı bir ilmek, boynumuza.
Belki kör bir kurşun, sırtımıza.
Ne adımız vardır bizim ne pasaportumuz.
Düştüğümüz yerden tanırsın bizi.
Kır çiçekleri biter toprağımızda.
Ya da bir gelincik, bütün kızıllığıyla.
Zulme isyan etmiş toprağın çocuklarıyız biz.
Geliyoruz olanca heybetiyle.
Az kaldı bak, gümbürdüyor yerin altı.
Sarsılıyor gök kuleler.
Özgürlüğe gebe toprak,
Doğuracak bizi yeniden.
“Hepinize en içten sevgi saygılarımla. Hrant’ın her daim güzel anısına hürmetle. Քեզ երբեք պիտի չմոռնանք Հրանդ եղբայր. Em te ji qet bîr nakin birayeminê eziz. Teşekkür ediyorum. Շնորհակալություն. Gelek spas.” (EKN)