1991 yılı. Yer: Yenikapı'daki Köşem Aile Çay Bahçesi. Halkın Emek Partisi'nin dayanışma gecesi. Yüzlerce genç etrafını sarmış, kimi fotoğraf çektirirken kimisi de saygıyla ve hürmetle elini öpmeye çalışıyor. O tarafa doğru gitmeye yelteniyor, kalabalıktan dolayı çekinip vazcayıyorum. Üzerinde fotoğraflarında sıklıkla rastladığımız beyaz pantolon ve gömleğiyle aydınlatıyor etrafını. Koma Dengê Azadî'nin Kürtçe şarkılarıyla coşuyor insanlar. Konserin ardından sahneye gelip konuşma yapıyor. Ne anlattığını tam hatırlamıyorum ama her cümlesinden sonraki gülüşmeleri net hatırlıyorum.
İlk o zaman görmüştüm onu ve aslında son görüşümdü. Daha sonra da Mem û Zîn filminde çocuklara Ehmedê Xanê'nin ölümsüz eserini anlatırken rastlayacaktım. Ve 21 Eylül 1992'de kanlar içinde yattığı fotoğrafıyla bir gazete manşetinde duyacaktım adını: 'Musa Anter'i katlettiler"
İçimden bir şey kopup gitmişti. Babamızı kaybetmiştik. 'Kalemi yerde kalmayacaktı'. Yazdığı gazetede çalışmaya başladığımda, yetiştirdiği öğrencilerini görünce daha iyi anlayacaktım bunu. Onun için yapılan "bilge çınar" tanımının ona nasıl da denk düştüğünü sonradan öğrenecektim.
Gidişinden sonraki her 20 Eylül'de adına düzenlenen yarışma töreninde ve Diyarbakır'daki vurulduğu yere karanfil bırakırken hep onu gördüğüm günü hatırlarım. Onu bir kez daha görmek için Nusaybin'deki evine gidememiştim hiç. Bu yıl gerçekleştiriyorum bunu.
Sitîlîlê köyünün yoluna girdiğimizde taş evler ve ağaçların olduğu yerden geçerken onun silueti kaplıyor her yeri. Köyün girişinde yaşlı bir adama soruyoruz evinin yerini. Şu gördüğünüz uzun çınar ağacının altı diye tarif ediyor. Kafamızı çevirip bakıyoruz, nasıl da görememişiz. Oradaydı işte, muzip gülümsemesiyle bize bakıyordu, şapşallığımız utandırıyor bizi.
Mala Apê Musa tabelası olan evin bahçesinde tüm görkemiyle salınan çınar ağacı karşılıyor ilk önce ve ışıl ışıl gözleri, yerinde duramayan halleriyle kızı Rahşan Anter. Kapıdan içeri girince bambaşka bir aleme açılıyoruz. Mis gibi kekik ve reyhan kokusu geliyor burnumuza. Nar ağaçları altında "zilm ne qeder e" (zulüm kader değildir" diyerek bizi bekliyor. "Geçin oturun şöyle bakalım" diyor. İki yanında yeşermiş reyhana elimi sürüyorum rayihası yayılıyor havaya. Onlarca dostları, çocukları, torunları etrafında. O yine hatıralarını anlatıyor, hatıralarını yazdığı bu bahçede. Herkesin yüzünde hüzünle karışık bir gülümseme.
Müzeye dönüştürülmüş evini dolaştırıyor Rahşan abla. Anlatıyor tek tek objelerin hikayelerini. Vurulduğu gün elindeki çanta ve içerisinden çıkanları. Gözlüğü, fotoğraf makinesi, saati, çakmağı, divit kalemleri, aldığı notlar. "Kıyafetlerinden geriye sadece bir kanlı çorabını alabildik" diyor, duvarda asılı duran çerçeveyi gösterirken. Bakamıyor, gözlerimi çeviriyorum. Kurucusu olduğu Halkın Emek Partisi'nin flaması duruyor bir kenarda. Diğer yanda babasının hançeri. Başka bir odada sararmış kitapları, Özgür Gündem gazetesinin ciltleri.
Konukları karşılarken duygularına engel olamayıp tutamıyor gözyaşlarını Rahşan abla. "Yaşlanıyorum galiba, artık fazla heyecan iyi gelmiyor" diye iç çekiyor.
Çınar ağacının gölgesinde anlatmaya devam ediyor. "Babam Zivingê'de doğmuş. Sonradan burada arazi almış. Burayı çok sevmiş. Bu gördüğünüz ev eski eviydi. Şimdi akrabalarımız oturuyor. Bu güzel bahçeye onlar bakıyor"
Babasının hatıralarını bu evde yazdığını söylüyor. "Çocukluk dönemi Zivingê'de ama esas yazı yazma ve hayatının büyük bir kısmı bu evde geçiyor. Bu çınar ağacını o dikmiş ve onun için çok önemliydi. Babam şimdi yüz yaşında olacaktı yaşıyor olsaydı. Bu bizim için sembol oldu. Bugün gelenler, torunları, çocukları, kardeşleri hepsini bu çınar ağacının dalları olarak görürdü. Artık hisleri anlatmak o kadar zor ki, bir başlıyorsun hatıralar kafanın içinde hep bir tarafa götürüyor seni. Bugün bir kere daha onunla birlikte olduğumuzu gösterdik" diyor.
Diyarbakır'daki anma törenine polislerin engel olmasına çok içerlemiş.
"Bugün devletin mekanizmasının öldürüldüğü yere dahi tahammülünün olmaması ve oraya gelen kardeşlerimizin, dostlarımızın anmasına izin verilmemesi büyük bir saygısızlıktır. Aslında bunu salt bizim aileye değil Kürt halkına yapılan saygısızlık olarak görüyorum. Babamın evlatları, torunları, geldiler çok mutlu olduk.
"Bizi yalnız bırakmadınız. Bugün erkekten daha çok kadın vardı. 'Baba görüyor musun kız torunların seni bırakmıyor' demek istedim.
"Birçok şeyi alıyorlar elimizden ama aldıkça bizi yok edemezler, bitiremezler biz daha çok çoğalıyoruz. Bizi yok edemeyecekler, ben gidersem çocuklarımız var. Beni yormayın artık, söz daha çok sizde canlarım. Biz ailesi olarak bugün varız yarın yokuz. Benim yaşım 70. Size el veriyoruz. Bizim yapamadıklarımızı sizler devam ettireceksiniz." diyor, kucaklaşıyoruz.
Verdiği eli bırakmak istemiyorum, 27 yıl önce Köşem Aile Çay Bahçesi'nde öpemediğim eli doyasıya öpüyor, kokluyorum. Çınar ağacının gölgesi huzur veriyor, ayrılmak istemiyorum, ayağım geri geri gidiyor ama gitme vakti.
Üzerime sinen reyhan kokusu, uzun zaman önce yitirdiğim umudu ve gülümsemeyi yeniden yerleştirirken yüzüme, ferahlayan yüreğim ve unutamayacağım yeni bir 'hatıra'yla usulca çekiliyorum gölgesinden. (BD / HA)