“Benimle Oynar mısın?” Beşiktaş’ı, kentsel dönüşümünü, Beşiktaş taraftar grubu çArşı’yı, tribün-semt ilişkisini, değiş(tiril)en kent yaşamı çerçevesinde insan ilişkilerini konu alıyor ve tüm bunları masalsı bir dille izleyiciyle buluşturuyor.
Yapımcılığını Kedi Prodüksiyon’un üstlendiği, yönetmenliğini Aydın Bulut’un yaptığı romantik dram sinema filmi “Benimle Oynar mısın?” 27 Eylül’de (yarın) izleyiciyle buluşuyor.
Bir kadınla kızının uzun bir ayrılıktan sonra tekrar birbirlerini bulma serüveninin anlatıldığı sinema filminin senaryosu da Aydın Bulut ve Eyşan Özhim’e ait.
Beşiktaş’ın bir semt olarak değil bir karakter olarak içinde yer aldığı filmde çArşı gurubu da filmin başrollerinden birini oluşturuyor.
Yönetmen Aydın Bulut, yaşam alanları her gün ellerinden alınan, kendi hayatı üzerinde söz sahibi olma hakkını arayan, vicdanını, değerlerini korumaya çalışan, aynı zamanda güçlü bir sevgiyi yaşamayı öğrenen insanların bir semt içinde birbirlerini bulmalarının hikayesinin anlatıldığı “Benimle Oynar mısın?” hakkında bianet’e konuştu.
“Beşiktaşlılık, Beşiktaş yaşantısının içine işlemiştir”
Öncelikle sizi bu filmi yapmaya iten nedenler neler? Filmde mahalle-stat ilişkisinin yanı sıra Beşiktaş’a özgü yaşam biçimleri ve “mahallelilik” kavramı da dikkat çekiyor. Beşiktaş’la ilişkiniz nerden geliyor? Neden Fenerbahçe veya Galatasaray taraftarlığı değil de filmi Beşiktaş taraftarlığı üzerinden kurguladınız?
Beşiktaş mahalle ilişkilerinin hala yaşayabildiği ender semtlerden biri İstanbul’da. Ayrıca pek çok farklı yaşam biçimini de içinde barındırabiliyor. Beni öncelikle ilgilendiren o semtin dikkat çekici ruhu ve orada yaratılmış olan taraftarlık duygusuydu. Çünkü bana göre naif insan ilişkilerinin korunabildiği yerlerden biri Beşiktaş; belli değer yargılarının, geleneklerin yaşatılabildiği bir yer.
Bu şehirdeki hayatımızın pek çok yönden iyice kuşatılmaya başladığı duygusuyla yapmak istedim filmi. Kentsel dönüşüm projeleri, şehirdeki rantın muazzam yükselişiyle birlikte bu çok sevdiğimiz şehri her gün hızla kaybediyor oluşumuz, para ilişkisinin ve onun totaliter iktidarının hayatımızın her yerine hükmetmeye çalışması, tüm bunlara karşı kendimizi koruma çabamızı anlatmak istedim.
On yıl önce ilk hikayesi yazıldı, bu güne gelene kadar “Hayat Siyah Ölüm Beyaz” isimli iki farklı senaryo çıktı ortaya. Her seferinde yapımla ilgili sorunları çözemediğimiz için harekete geçemedik. İyice umutsuzluğa düştüğüm bir dönemde Eyşan Özhim yeni bir hikayeyle gelerek heyecanlandırdı beni. Ayrıca İnönü Stadı'nın yıkılması konuşulmaya başlamıştı ve şehrin çok önemli bir tarihi yapısını daha kaybetmeden çekilmeliydi film.
Beşiktaş doğup büyüdüğüm yer. O yüzden oraya olan sevgim ve bağlılığım tabii ki çok büyük. Bunun dışında diğer takım taraftarlıklarından farklı olarak orada her gün yeniden üretilen bir şeydir taraftarlık, süreklik nefes alır, oranın yaşantısının içine işlemiştir Beşiktaşlı olmak. Ayrıca sizi içine çektiği, kendine kattığı, sizi özgürleştiren şenlik havasını sadece maç günlerinde yaşamazsınız.
“Filmle Gezi direnişi arasında paralellik var”
Gezi direnişinin filmin senaryosuna etkisi oldu mu? Taraftar grupları ve Beşiktaş halkının direnişteki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Film, Gezi direnişi başlamadan az önce bitirildi. Yaşananlarla filmde anlattığımız hikayenin arasında paralellikler çok fazla, aslında bu da çok doğal, çünkü belli bir birikimin sonucunda yaşandı bu patlama.
Biz filmimizde yaşam alanlarımızı ele geçirmeye çalışanlara karşı mücadele etmeyi, haksızlıklara ve adaletsizliğe karşı kendi varoluşumuzu koruma çabasını, aşka ve güzelliğe, insana olan inancımızı, bu şehre duyduğumuz sevgiyi anlatmak istedik. Gezi direnişinde yaşadığımız duygularla pek çok benzerliği var sanırım.
Direnişteki dayanışma ve beraberlik duygusu çok önemliydi. Taraftar guruplarının yan yana gelişi tam da bunun çok güçlü bir göstergesi oldu. Beşiktaş halkı da kendi yapısına, karakterine en yakışan duruşu gösterdi.
Filmde kentsel dönüşüm meselesine de Fulya Tesisleri üzerinden göndermede bulunuluyor. Bir sahnede Fatih’in “Yapacağımız tesislerde gençlerin spor yapabilmesi için iki ayrı kat olacak. Hatta yukarıda yüzme havuzu bile olacak” sözleri dikkat çekiyor. Beşiktaşlıların ayakları yerden kesilmeye başladı mı?
Hayır. Ben de sizi filmden bir alıntı yaparak cevaplayayım “Biz, ayağımız yere öyle sıkı bassın ki her vurduğumuz gol olsun istiyoruz!”
“Para akışı hızlandı ama kamusal yaşantı zenginleşmedi”
Filmde Sibel’in dokuz yıl aradan sonra semte dönüşü aktarılıyor. Sizin Beşiktaş’ın dünü ve bugünü ile ilgili düşünceleriniz neler? Beşiktaş son yıllarda ne şekilde değişti sizce?
Beşiktaş son yıllarda en hızlı değişen yerlerden biri. İlk anda göze çarpan şeyler, ortak kamusal alanların yok oluşu ve Çarşı içindeki esnaf mevcudiyetinin hızla azalması. Beşiktaş Çarşısı şehir yaşantısının bize özel olan alış veriş ilişkisini, pazar ve esnaf yaşantısını canlı tutabilmiş bir yerdi, bundan çok şey kaybedildi.
Balık Pazarı türlü şekillere sokularak güzelliğinden ve işlevselliğinden uzaklaştırıldı, lokanta ve benzeri mekanlarda hızlı bir artış var ama sosyal yaşantısının çeşitliliğini korumak gerekiyor.
Akaretler mülk edinildi. Şimdi tamamen kişiliksizce ışıldayan, gereksiz pahalı bir yere dönüştü. Peş peşe dikilen finans kulelerinden söz etmek bile istemiyorum. Bu değişimlerin oradaki yaşam kalitesini yükselttiğini oraya güzellik getirdiğini düşünmüyorum. Para akışı çok hızlandı fakat gerçekten kalıcı olacak, kamusal yaşantıyı zenginleştirecek, kültürel paylaşımın merkezi olabilecek projeler ortada yok.
Yine Fatih’in "dönüşümle" ilgili olarak, Fulya Tesisleri hakkında “Ben ne dersem o olur. Ben de kararımı verdim” minvalinde sözleri bugünün yönetimine gönderme olarak okunabilir mi?
Filmdeki karakterlerin hiç birinin hayatta doğrudan karşılığı yok. Orada söz konusu olan şey bir zihniyet, bir iktidar olma hali, kibirli, küstah saldırganlık.
“Polislerin elleri tetikteyse, birileri korkuyordur"
Beşiktaş’ta pek çok değişikliğin yanı sıra Başbakanlık Ofisi zamanla semtte ciddi değişiklikler yarattı. Otobüs durakları kalktı, iskele yanındaki iki çay bahçesi kalktı, üst geçit kaldırıldı, tarihi bina otel yapıldı ve şimdi de Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi’nin otele verilmesi gündemde. Tüm bunların yanı sıra Beşiktaş’ın ortasında robocoplar, TOMA’lar, panzerler bulunuyor. Başbakanlığın Beşiktaş’ta olması sizce Beşiktaş’ın günlük sosyal hayatını nasıl etkiledi?
İşte Beşiktaş’ta kaybettiğimiz ortak alanlardan birisi de orası, iskele ve çevresindeki sosyal hayat tamamen bitti... Bu şehirde her şey satılık artık. “Paran varsa yaşayabilirsin bu şehirde” deniyor.
Şehrin merkezi tamamen bu anlayışla düzenleniyor ve istenildiği anda istenilen yer hızla insansızlaştırılıyor, izole ediliyor, halka yasaklanıyor, sanki bilimkurgu filmlerindeki imparatorluk sömürgeleri gibi, iskele ve civarında olağanüstü hal yaşanıyor.
Güç gösterisinin alanına dönüşmüş, tedirginlik veren bir görünüm taşıyor. Güvenlik tedbirinden çok, korku yaratmayı amaçlıyor. Polisler eller tetikte, her an “düşmana” müdahaleye hazır bekliyorlar orada. Öyleyse birileri çok korkuyor!
“Yeni stat endişelendiriyor ama heyecanla da bekliyoruz”
Endüstriyel futbol hakkında görüşleriniz neler? “Sevinmek için sevmedik” diyen taraftar yapısı değişiyor mu yoksa hala bu yapıyı koruyan taraftarlar olduğunu düşünüyor musunuz?
Son Galatasaray Beşiktaş maçı çok iyi bir örnek aslında. İçinde endüstriyel futbol anlayışının yarattığı her türlü kirli malzeme var. çArşı yaptığı açıklamada “Hayatı futbola değil futbolu hayata feda ederiz” derken buna karşı olan tepkisini, kendi karakterini bir kez daha açıkça ortaya koyuyor…
İşte bu, oyunu kazanmak - kaybetmek ekseninde değil, oyunu kendi seyir güzelliği içinde izlemeyi önceleyen bir yaklaşım. Parayla değil insanla ilişkisi önemli, ahlakla, adalet duygusuyla, vicdanla, o nedenle hayatla kurdukları saf ilişki gibi görmek istiyor gerçek futbolseverler bu oyunu.
Oyunu sınırsızca paraya teslim eder onun üzerinden türlü iktidar ilişkileri kurmaya çalışırsanız her şey çirkinleşmeye başlar. Şu anda endüstriyel futbolun yarattığı kirlilik işte budur. Bu alanda da bir mücadele var tabii.
Oyunda sadece izleyici olarak yer almayı reddeden, oyunun bizzat kendisi olmayı seçen taraftarlar, kendilerine müşteri gibi davranılmasını istemeyen, oyunbozanlara karşı her zaman duruşunu koruyacak olan taraftarlar...
Çekimlerin bitimiyle birlikte İnönü Stadı’nın yıkılması ve yerine Vodafone Arena’nın yapılacak olması nasıl hissettiriyor? Sizce “semtin çocukları” neler hissediyor, gözlemleriniz neler?
Yeni stat için endişe taşıyoruz tabii ki. Çünkü biliyoruz ki bu şehirde bir yapıyı yıkmak, ortadan kaldırmak çok kolay fakat yeni ve daha güzel olanı yaratmanın çok fazla örneğini göremedik.
Yine de iyimser olmaya çalışarak, büyük bir heyecanla bekliyoruz onu. Gerçek ihtiyaçları karşılayacak, estetik ölçüler içinde çevresiyle uyumlu bir mimari yapı inşa edilmesi umuduyla... (EKN)