Ancak Uzun'a göre, Kürtlerin bu coşkulu sevgisi yeterli değil, "Kürtler kendi dillerini geliştirmek, kendi dillerine kıskançça sahip çıkmak, dilleriyle edebiyat, müzik yapmak, kendi dilleriyle bir entelektüel dünya yaratmak konusunda son derece başarısızlar".
Uzun, Türkiye'deki diğer yazarlarla karıştırılmaması gerektiğini de vurguluyor, "Yazdığım dilden dolayı benim romanım farklı olmalı, farklı bir tarihi, farklı insani öyküleri, farklı kaderleri anlatmalı" diyor.
Kitaplarınız genellikle Kürtçe ve Türkçe olarak eşzamanlı çıkıyor. Bunun özel bir nedeni var mı?
Bunun özel bir nedeni yok, benim yayın evlerim ve okuyucularım böyle istedi. Benim için özel bir nedeni yok ama bu son romanı "özel bir şey yapalım" dediler. Bu romanın Soranice'sini ve Kürtçe'sini Arap Latin harfleri ile Kuzey Irak'ta da yayınlamak istiyorlardı. Burada ise Türkçe'si ve Kürtçe'si ortak yayınlansın dedik. İyi bir fikirdi ama, Irak'ta savaş olduğu için Arapça halini yayınlayamadık.
Kitaplarınızın iki dilde eşzamanlı çıkması zaten Kürtçe okumakta zorlanan Kürt okurlarınızda Kürtçe'yi okumamak gibi bir handikapa yol açmıyor mu?
Hayır, tam tersi oluyor. Bu tamamı ile yanlış bir değerlendirme. Çünkü bu romanların Türkçe'sinin çıkması Kürtçe'sinin okunmasına da bir hızlılık kazandırıyor.Türkiye'de özellikle üniversite gençliğinin bir çoğu Kürtçe okuyamıyor. Türkçe onlara yardımcı oluyor. Yani Türkçe'ye bakıp Kürtçe'sini anlamaya, Kürtçe edebi metinden zevk almaya çalışıyorlar. Dolayısıyla Kürtçe kitapların okunması Türkçe çevirilerinin yayınlanmasından sonra arttı.
Başta ben de sizin gibi düşünüyordum. Hatta İlk başlarda benim öyle bir prensip kararım vardı. "İlk önce Kürtçe çıksın aradan bir iki yıl geçtikten sonra Türkçeleri çıksın" diyordum. Amacım Kürtlerin Kürtçe okumasıydı. Daha sonra görüldü ki Kürtçe okunmuyor. Çünkü insanların okumak için elinde hiçbir şey yok. Kitaplardan edebi zevk alınmıyor. Ama okur, Türkçe çevirisi olduğunda ikisini yan yana koyuyor, karşılaştırıyor ve Kürtçe'sini geliştiriyor.
Çevirilerde anlatmak istediğinize uzak cümlelerle, anlam kaymalarıyla karşılaştığınız oluyor mu?
Bizim Muhsin (Kızılkaya) ile birlikte iyi bir çalışma tempomuz var. Birlikte çalışıyoruz. Muhsin elinden geleni yapıyor, ben de onun çevirilerini redakte ediyorum. Ardından yayınevi son redaksiyonu yapıyor. Yani hepimiz elimizden geleni yapıyoruz fakat ona rağmen ben Türkçe çevirilerden memnun değilim. Bu, Muhsin veya yayınevi ile ilgili bir sorun değil, dil ile ilgili bir sorun.
Yani Kürtçe Türkçe'ye aktarıldığında bazı önemli özellikler kayboluyor. Çünkü Kürtçe son derece yalın, son derece sıcak ve güçlü bir dildir. Türkçe ise bu özelliklerini yitirmiş. Türkçe'nin bu özelliğini yitirmesinin bana göre birçok nedeni var; Pazar dili olmasından, fanatik ideolojilerin aracı haline gelmesinden, medyadaki yalanın-dolanın propagandisti olmasından-ve daha bir sürü sebepten dolayı-
Kürtçe yazıp da Türkçe'ye aktarılırken özelliğini yitirdiğini düşündüğünüz bir cümle örneği verebilir misiniz?
Mesela "Siya Eviné" çevrildiğinde kitabın ismi değişti. "Siya Evine", "aşkın gölgesi" demek. Ama Türkçe'ye çevrildiğinde isminin değişmesi gerekiyordu. Çünkü "aşkın gölgesi" çok basit, çok anlamsız, hatta zevksiz bir isim olarak algılanıyor. Roman çevrildiği sıralarda Yaşar Kemal'in evine gitmiştim. O zaman rahmetli Tilda -Yaşar Kemal'in eşi- yaşıyordu. Kitabın ismini konuştuğumuzda ben onlara "aşkın gölgesi" dediğimde onlar çok gülmüştü ve "bu kamyonların arkasına asılan yazılara benziyor" demişlerdi. Dolayısıyla isim değişti ve "Yitik Bir Aşkın Gölgesi" haline geldi. "Evin" Kürtçe'de çok çok güçlü, sıcak, dolu bir sözcüktür....Peki "aşk" neyi ifade ediyor? Birisi gelse ve sana "aşık oldum" dese herhalde gülersin...
Bunun nedeni olarak Türkçe'nin deforme olmasını mı gösteriyorsunuz?
Evet, Türkçe çok fazla aşınmış... Ben ilk başlarda Kürtçe yazarken çok zorluk çektim. Fakat şimdi Kürtçe yazmak benim için bir avantaj haline geldi.
Nedir o avantajlar?
Kürtçe, son derece duru, yalın, ekonomik bir dildir. Çünkü sadece insani ihtiyaçlara cevap veriyor. Kürtçe bir pazar dili, devlet dili, güçlü ideolojilerin dili olmadı. O yalınlık, duruluk, sadelik Kürtçe'de hala çok güçlü. Bu büyük bir avantaj... İkinci olarak da Kürtçe'de sözcüklerin samimiyeti var...
Kitaplarınızda daha çok tarihi olayları işliyorsunuz, özellikle de Kürt aydınlarını yazıyorsunuz... Tarihi, roman diliyle aktarmayı seçmenizin özel bir nedeni var mı? ve tarihi olayları roman diliyle aktarmanın handikapları yok mu?
Ben tarihi romanlar yazmıyorum... Benim yazarlığımı o kategoriye oturtursanız yanlış olur. Ama benim romanlarımda tarihi bir arka plan da vardır. Yani ben bugüne ait romanları yazmaya çalışıyorum ve bunu yaparken de hiçbir kategoriye ait olmamaya özen gösteriyorum. Beni ne modernist, ne postmodernist, ne sürrealist, ne tarihi roman, ne de sosyal realist bir kategoriye koyamazsınız. Ben kendime özgü bir roman sanatı yaratmaya çalışıyorum. Benim romanlarım için gerekli olan bütün bu özelliklerden yararlanmaya çalışıyorum.
Romanlarımda, sözünü ettiğim bütün akımları yer yer bulabilirsiniz. Elbette bu romanları yazarken benim ahlaki, entelektüel kaygılarım var. Bunlardan birisi de romanın mutlaka yazdığım dilden dolayı farklı olmasına özen göstermek. Benim romanım farklı olmalı, farklı bir tarihi, farklı insani öyküleri, farklı kaderleri anlatmalı. Ben yazarken, özellikle bastırılmış, yok edilmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte çok fazla güçlük çekmiş insanların yaşamlarına ilgi duyuyorum. Onları yazmaya çalışıyorum, resmi tarih benim ilgimi çekmiyor.
Kürt yazınında şu anki üretimi yeterli veya "olması gerektiği ölçüde" görüyor musunuz?
Ne yeterlisi, neredeyse hiçbir şey yok... Çok çok yetersiz.
Bunu neye bağlıyorsunuz. Kimileri meseleyi yasaklamalarla açıklamaya çalışıyor. Sizce bu yeterli bir gerekçe mi?
Bunu ben de iki şeye bağlıyorum; bir, devletin politikası.. Devlet politikası yanlış ve son derece tahammülsüz. Bu politikanın değişmesi gerekiyor. İkincisi de Kürtlerin bu konulara ilgi duymaması. Sadece devlet politikasının yanlışlığına bağlarsak bence de yanlış olur. Her şeye rağmen ben yapabiliyorum işte. Benim romanlarım da yasaklanmıyor artık...
Peki niye Kürtler yapmıyor, çünkü Kürtlerin böyle bir projesi, böyle bir duygu dünyası, entelektüel dünyası yok henüz. Kürtler çok fazla başka şeylerle meşgul. Bütün hayatlarını başka şeylere vakfetmiş durumdalar... "Kötü mü o şeyler..." ben onu demiyorum. Elbette o da önemli ve gerekli. Ama bir halkın, özellikle de mazlumsa, atardamarları edebiyatıdır, kültürüdür, dilidir, kimliğidir, tarihidir. Kürtler bu konularda çaba sarf etmiyor, kendi dillerini geliştirmek, kendi dillerine kıskançça sahip çıkmak, dilleriyle edebiyat, müzik yapmak, kendi dilleriyle bir entelektüel dünya yaratmak konusunda son derece başarısızlar.
Bunun bütün Kürtler için mi geçerli olduğunu düşünüyorsunuz yoksa söyledikleriniz Türkiye'deki Kürtlerle mi sınırlı?
Türkiye dışındakiler için de az çok geçerli. Ama mesela Irak'ta her şey serbest olduğu için üniversitede bile Kürtçe okunuyor. Ama şimdi sözgelimi Kürt yazarlarının eserlerinin dünya çapında büyük eserler olabildiklerini göremiyoruz. Hatta bunu kendi ülkelerinde bile göremiyoruz. Çünkü Kürtler kapalı yaşıyorlar, Kürtlerin entelektüel bir dünya yaratabilmeleri için uygar bir yaşama sahip olmaları gerekiyor. Kürtler son derece kapalı yaşıyorlar ve son derece dünyadan kopuk işler yapıyorlar. Kendileri içinde belki o çalışmalar önemli ama dünya ölçeğinde çok büyük eserlerin yaratıldığını ne yazık ki göremiyoruz...
Bu açıdan baktığınızda sürgünde olmanın avantajlarının da olduğunu düşünüyor musunuz?
Sürgün hem avantajdır hem dezavantajdır. Sürgüne nasıl baktığınızla ilgilidir. Esasında sürgün insanı yok eden bir mezarlıktır. Çünkü sürgün bir cezadır ve buradaki amaç sizi yok etmektir. Sürgünde siz büyük oranda kaybetmeye mahkumsunuz. Sürgüne giden insanların neredeyse yüzde 95'i kayboluyor.
Entelektüel, kültürel olarak kayboluyor. Burada gazeteci iken oraya gidip pizzacı, garson oluyor. Bu sadece Kürtlerle ilgili bir durum değil, her sürgün için geçerli... Çok hasret dolu bir vakadır sürgün... Acıdan ve hasretten yaratıcı bir ürünü nasıl çıkartabilirsin? Bu çok büyük bir hünerdir. Ancak bunu başarabildiğin durumda sürgün avantajlı bir hale gelebiliyor.
Dicle'nin Yakarışı kitabınızda Kürtler'in Keldanileri katletmesinden bahsediyorsunuz... Bunu vurgulama gereği hissetmenizin nedeni neydi?
Benim romanım bir muhasebe romanıdır. En başta kendime ve herkese yazılmış bir muhasebe romandır. Kürtler açısından böyle bir ahlaki muhasebe yapmanın zamanıdır.
Böylece "mazlumların da" başka mazlumları ezdiğini görebiliyoruz...
Elbette. Ortadoğu bu tür örneklere çok fazla tanık olmuş bir coğrafya. "Mazlum" baskı uygulamaz diye bir şey yok. Bunlar çok fazla olmuştur. Keldaniler de çok defa bunu yapmışlardır. Yani mazlumun da bir "ötekisi" vardır. Bunları günlük politik hesapların ötesinde ahlaki bir muhasebeye tabi tutmamız lazım.
Okurlarınızla olan ilişkiniz nasıl...Siz nasıl görüyorsunuz okur potansiyelinizi...?
Benim yazarlığım farklıdır, ben farklı bir yazarım. Benim konumumu öteki yazarlarla karıştırmamak lazım. Türkiye'de benim durumumda olan bir tek yazar bile yoktur. Ben yasak bir dilde yazıyorum. Ve bu benim yazdığım her türlü sözcüğe yansıyor. Ben o ruh haliyle yazıyorum. Ben bu dili 18 yaşında cezaevinde öğrendim. Musa Anter bana öğretti. Ve bin bir güçlükle bir edebiyat dili kurdum.
Bir yazarın sahip olması gereken, yazarlığın sürdürülebilmesi için zorunlu olan hiçbir şeye sahip olmayan biriyim. Ne benim devletim oldu, ne kütüphanelerim, ne üniversitelerim, ne iletişim kanallarım, medyam oldu ne de okuyucularım. Bütün bunları yaratmak gerekiyordu.
Bir Türk yazarı "ben roman yazacağım" dediğinde kurulmuş bir dil var, o dilin olgunlaşmış bir edebiyat dünyası var. Medyası, üniversitesi, okuru, bir derneği, binlerce kitap, binlerce yazar, binlerce edebi ses var. Yapması gereken tek şey kendine ait bir ses. Ben bunların hepsinden mahrumum. Ama ben kendimi herkesten fazla güçlü de hissediyorum. Bunun nedeni de benim okuyucum. Ben okuyucumu çok seviyorum. Onu çok takdir ediyorum, ona çok saygı gösteriyorum. Ben, ruhu zedelenmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte çok güçlük çeken insanların yazarıyım. Onlarda da bana karşı çok büyük bir coşku görüyorum. Dünyada hiçbir yazarın buna nasip olacağını zannetmiyorum. Dünyanın en mutlu yazarı benim, artık ölsem de gam yemem. Dolayısıyla ben zaman zaman okuyucumla birlikte olmak, onlarla sohbet etmek, onlarla tartışmak, onların önerilerini almak istiyorum.
Türkiye dışındaki Kürtlerle ilişkiniz var mı, onlar sizi ne kadar tanıyor... Kitaplarınız oralara da ulaşıyor mu?
Elbette onlarla da ilişkim var. Onlarla ilişkim var ama ben her yere gidemiyorum. Ne yapayım, keşke Saddam Hüseyin gibi benim de beş-altı tane dublörüm olsaydı da her tarafta görünür olabilseydim. Ama mümkün değil... Bir kere bu romanların yazımı benim korkunç zamanımı alıyor. Ben çok tenha yerlerde yazıyorum. Ve son derece de yalnızım. Böyle bir yaşam tarzını arzuladığımdan değil, bunun bir zorunluluk olduğunu düşündüğümden. O nedenle beni düğünde seyranda çok fazla göremezsiniz... Ben Kürtlerin toplantılarına da istemediğim için değil, roman yazdığım için gidemiyorum... O romanları yazabilmek için son derece yalnız bir yaşam sürüyorum ki bu romanlar çıksın. Unutmayın, bunlar yasak bir dille yazılıyor.
Kürtler içinde sizin bu yaşam tarzınıza anlam veremeyerek eleştiren, suçlayan oluyor mu?
Oluyor tabii. Çünkü Kürtler buna alışkın değil. Kürtler çağırdıkları halde beni bir yerde görmediklerinde kırılıyorlar, sinirleniyorlar. Ben onlara "roman yazıyorum" dediğimde onlar başka bir şey anlıyorlar. Çünkü romanı işten saymıyorlar. Bir de Kürtlerin dünyasında belirli bazı ölçüler var. O ölçüler bana uygun değil.
Benim edebiyat dünyama, yazarlık dünyama uygun değil. Ama ben onlara saygı da duyuyorum. Ben onları üzmek, kırmak, zor durumda bırakmak istemiyorum. Elimden geldiğince yardımcı da oluyorum. Fakat ben büyük bir kıskançlıkla bu yarattığım dünyayı korumak ve yaratıcı olmak zorundayım. Yoksa yazamam ben, mümkün değil...
Müzik ile olan ilişkinizi de sormak istiyorum. Cıwan Haco'nun yorumladığı Destana Egidek'i ile de biliniyorsunuz...
Bu "Havara Dicleyi" bitirdim ben de bittim... O nedenle bu tür çalışmalara biraz ara vermek istiyorum. Ama ileride müziğe yönelik olarak da bir kaç çalışmam gündeme gelebilir...
Cıwan Haco'nun Destana Egideki'yi yorumlayışını beğenmiş miydiniz?
Çok iyiydi... Ben Cıvan Haco'yu çok takdir ediyorum. Kürt müziğinde çok önemli bir yeri var. Yaşam tarzı, siyasal, kültürel, sanatsal yönden Kürtlerin bir modernizasyon hamlesi yapması lazım. Bu kapsamda Cıvan Haco'nun yeri çok önemlidir. Cıvan Haco böyle bir yenilenmeyi yaratıyor...
Onunla aranızda bir özdeşlik kuruyor musunuz?
Tabii ki... Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Cıvan Haco'nun bu anlamda ismi, varlığı çok önemli. Onun her yaptığını takdir ediyorum çünkü onun çalışmaları düşünülmüş bir yenilenme çabasıdır...
Derya albümünü sevdiniz mi? Bazılarına "değişik" gelmişti...
Çok beğendim, bu albümün olması gerekiyordu...
Mehmet Uzun'un kitapları:
Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, Kader Kuyusu, Sen, Yaşlı Bir Rind'in Ölümü, Evdale Zeyniki'nin Günlerinden Bir Gün, Nar Çiçekleri, Aşk Gibi Aydınlık - Ölüm Gibi Karanlık, Dicle'nin Yakarışı, Dicle'nin Sürgünleri(HA/BB/NK)