Bu utancı, yerin dibine geçmişliğin utancını, yok sayılmanın utancını anlatmaya yetecek "dil" yoktu oysa.
Kadınların yazgısını ulussuz, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dille anlatmayı başarmış; "iktidar" olanın eleştirisini harfiyen yansıtmış olan ödüllü mü ödüllü Daire filminin İranlı yönetmeni Cafer Penahi'nin, yaşadığı duygular, tasfiye edilecek gibi değildi, bunları anlatacak dil yoktu.
O, hem kendi diyarında onca sansürden geçtikten sonra deniz aşan, okyanus geçen bir yönetmendi, hem de filmi New York'un göbeğinde gösterilir ve pek beğenilirken, New York JFK Havaalanı'nda eline kelepçe vurulan bir İranlıydı.
Uçak değişikliğinden parmak izine
New York'da on saat , hem de hiçbir neden gösterilmeksizin göz altına alınmıştı. Tarih15, Nisan 2001'di . Hong Kong Film Festivali yeni bitmiş, Montevideo ve Buenes Aires'teki yenileri için 30 saatlik yeni bir yolculuk başlamıştı. Uçak değişikliği için New York'ta, havaalanında iki saatlik bir bekleme söz konusuydu.
Ne olur ne olmaz deyip, birçok yerden sormuş soruşturmuş ve hep aynı yanıtı almıştı yönetmen: Böyle bir durum için transit vize gerekmiyordu. Oysa JFK'ye varır varmaz Amerikan polisi kendisini bir odaya çekmiş ve şöyle demişti ona:
"Parmak izinizi alacak ve fotoğrafınızı çekeceğiz. Lütfen bizimle gelin!"
"Neden", diye sorunca da İranlı oluşunu gerekçe olarak göstermişti polisler.
Festival davetiyelerini göstermiş, kim bilir belki Daire'den bahsetmiş ve belki de o anda filmdeki yerli polisli keskin enstantanelerden birini hatırlamıştı.
Tuhaf, acı bir tebessüm yüzüne oturmuş, sonra da susmuştu, muhtemelen.
On saatin bedeli
Yönetmen, parmak izinin alınmasını ve cephe-profilden fotoğraflarının çekilmesini reddetmişti. Bu onun on saatine mal olmuştu. On saat boyunca havaalanının ücra bir köşesinde, kendisiyle benzer kaderi paylaşan Meksikalı, Perulu, Doğu Avrupalı, Hintli, Pakistanlı insanlarla birlikte ayaklarından zincire vurulmuş, sonra da kir pas içindeki bir banka sucuk gibi bağlanmış bir halde beklemiş, beklemişti.
On saat boyunca tek kelime etmesine izin verilmemiş, tercüman isteği reddedilmiş, telefon etme talebi geri çevrilmişti. Ancak ertesi gün, Columbia Üniversitesi'nden İranlı bir profesörü arama izni verilecekti kendisine.
"N'olur" demişti telefonun öbür ucundan, "N'olur onları ikna et. Ben aradıkları her kimse, o değilim."
İki saat sonra bir polis gelmiş, fotoğrafını çekmişti. Onu zincirler içinde havaalanının öbür ucuna götürmüşler ve bir uçağa -tekrar Hong Kong'a giden bir uçağa- bindirmişlerdi.
Aşağıda: Özgürlük Anıtı
Yolcuların şaşkın bakışları arasında yerine oturmuş ve az sonra havalanan uçağın yuvarlak penceresinden, aşağıda Özgürlük Anıtı'nı görmüştü.
Onun özgürlük dışındaki anıtsallığını görmüştü.
Daire filminde kadınları bulan o yazgı, perspektifini genişlettiğinizde, bütün insanları bulabilecek millet, millet diye direten sınır tanımaz bir yazgıydı; birinden kurtulduğunuza sevinirken ve aşarken onu, bir diğer çeperin içine girip habire yuvarlanıp durduğunuz...