İktidar partisinin yanına Milliyetçi Hareket Partisi'ni de (MHP) alarak “düzenleme”ye çalıştığı başörtüsü ya da isim babasının da söylediği gibi zorlama bir tanımlama ile yerlileştirilmeye çalışılan "türban" konusu, yirmi yıldır gündemden düşmüyor.
Konu adeta birilerinin ekmeği suyu olmuş durumda. En üzücü olan da savunanın da, karşısında duranın da aynı sığlığı günden güne artırıyor oluşu. Siyasi simgedir, değildir, tartışmalarının ortasında anladık ki, birey seçme seçilme hakkına sahiptir fakat siyasi görüşünü, hayat tarzını vs. ifşa etme hakkına sahip değildir.
Tabi burada, örtü bir siyasi simge olarak nitelik kazanıyorsa karşısına ne koymalıyız, sorusu çıkıyor. Örtüyü tercih etmemek de siyasi bir duruş haline gelmez mi bu durumda? (Biliyorum bu tarz bir düz mantıkla bile tartışma zemini bulamayız.)
Tartışacak muhatap yok
Yasağın başladığı günden bu yana, yaşanılanlar, içselleştirmeler, hayatın bir kenarında kendi kuytusuna çekilmeler, travma olarak yaşayanlar, atlatamayanlar, atlatanların dışında sorunun sadece kadının üzerine yıkılması en ağırı oldu.
Şimdi hazır kalemi elime almışken, artık içimi dışımı bulandıran bu sorunu, kadın üzerinden inceleme lüzumu hissetmiyorum. Zira hiçbir kelimemin karşılığının olmayacağını bilecek kadar umutsuzum artık. Yasağın eril bir zihniyet ürünü olmasından öte bir ideoloji problemi olduğu da ortada.
Ne ortak yaşam, ne çoğulculuk üzerinden bir savunma yapma gereği duymuyorum. Zira aynı zeminde tartışacak bir muhatap yok!
Kadınlar tartışmada yok sayılıyor
“Düzenleme”ye gelirsek, evet bir şeyin farkındayım, ya da farkında olanlar vardır benim dışımda.
Siyasi iyi niyete inanmak safdillik olsa da, bir iyi niyet olabilir. Gerginliği azaltmaya yönelik, ya da Müslüman kadını birilerinin sınırlarınca kamusal yaşama sokma çabası olarak görülebilir.
Evet, rahatlama olacaktır, okul kapılarında mideye saplanan ağrılarla yaşanılan gerilimlerin bir nebze önü alınabilir.
Peki ben şimdi çıkıp, bu “düzenleme”nin “tüm iyi niyetliliğine” rağmen yasağı derinleştiren boyutunun daha güçlü olduğunu düşünürsem çok mu art niyetli görünürüm? İyi niyet, düzenleme komisyonunda hiçbir kadın, hiçbir örtülü kadın olmamasını izah etmiyor bana. Örtünmeyi tercih eden bir kadının, inandıkları, hissettikleri, düşündükleri üzerinden erkekler karar veriyor.
Yıllarca birisi başörtüsü ile türban arasındaki farkı göstersin dedik, ses çıkmadı. Şimdi bu yapılıyor. “Çene altından” bağlayınca “Anadolu’daki başörtüsü” oluyor, başka türlü –mesela nasıl?- bağlanınca türban olduğu artık siyasiler tarafından belirlendi. Demek ki özgürlük anlayışımızda, zaten sizin olanı size verirken, kendi sınırları, belirlemeleri ile size sunarken özgürlükçü olmak varmış.
Eril zihniyet pekişiyor
Bu durumda bir kadın olarak ne hissetmeliyim? Bu durumda Müslüman biri olarak ne hissetmeliyim?
Yasağın artık adı konularak derinleştirilmesi ve benim örtümü çene altında bağlamadığım sürece “siyasi bir simge”yi taşıyor oluşumun mimlenmesinden başka, kadın olarak aşağılanmamın, belirlenmemin, nesne haline getirilmemin, üzerimden tanımlar yapılmasının, konuşulmasının travmasını mevcut yasakla zaten yeterince yaşamadım mı?
Türbanın tanımı netleşerek, zaten kendilerini bir iki sloganla ifade eden yasakçı zihniyetin alanını genişletmediler mi? Kamusal yaşamda biraz daha “ötekileştirilerek” hem eril zihniyete biraz daha katkı sağlanıyor bu düzenleme ile hem de sözünü ettiğimiz sığlık pekiştiriliyor.
Bu noktada kendisini Müslüman olarak tanımlayan ya da tanımlamayan herkes söz konusu kadın olunca birleşiyor: Bizim izin verdiğimiz kadarı ile var oluşumuzu, cinsiyetinizle, düşüncenizle, inancınızla, kılık kıyafetinizle tehdit etmediğiniz sürece kamusal yaşamda var olabilirsiniz!
Yasağı destekleyen kadınlar, üniversiteler
Bilhassa yasağı destekleyen kadınların, sosyal hayattan el çektirilen kadınlar üzerinden kendilerini bina ettiklerini düşünüyorum. Kendi biricikliklerini, farklılıklarını “diğeri” üzerinden pekiştirmek için yasağın devamını istiyorlar.
Zira birilerinin ekmeği suyu olan örtü, aynı zamanda bir nitelik halini almıştır. Örtülü olanı cahil ve öteki olarak tanımlarken, kendisini onun muadili olarak sunmayı başarmıştır yasakçı zihniyet.
Fakat sadece kadınlar değil, laftan başka bir şey üretmeyen üniversiteler, bu üniversitelerin “bilim adamları", siyasiler, köşe yazarları vs. kendilerini bu “diğeri” üzerinden bina ederek, bu inşaya başka bir katkıda bulunma ihtiyacı hissetmediklerinden bu yasağa muhtaç durumdalar.
Paranoid aklın ürünü olarak her gün yeni bir senaryo ile ortaya çıkanlar, özgürlüğün sadece örtü ile olacağını sanıp, diğer özgürlük alanlarına el atmayan, ses çıkarmayan herkes bu yasak üzerinden kendini var ediyor. (Cumhuriyetin temellerine yapılmış saldırı, laik düzenin sonu, İran teşbihleri gibi akla seza konulara girme lüzumu dahi hissetmiyorum.)
Özgürlük alanı kısıtlanıyor
Gündemde olan “düzenleme” ile kendisine bir yaşam tarzı belirleme yaşına gelmiş lise çağındaki gençlere ve “yüksek öğrenim” sonrası çalışma hayatında olmak isteyen kadınlara kapı kapatılmış olmaktadır.
Bu uygulama aslında hem iktidar partisine hem de ona destek olan muhalif partiye oldukça uygundur.
Zira geleneksel akıl kendisine sadece yasak üzerinden değil “iyi yetişmiş anne” üzerinden de kadını belirleme rolü veriyor. Nasıl ki “çene altından” bağlamayı uygun gördülerse bu da uygundur kendilerince.
Burada iyi niyetli yaklaşımlarla “bu kadarı oldu ya gerisi de olur” tarzı yaklaşımlara söylenecek tek bir söz var: Daha ne kadar? Neden belirleyen, sınırlayan, beni bana rağmen tanımlayan bir zihniyete ortak olayım?
Önce kadın olarak, sonra örtüyü tercih eden bir kadın olarak şunu söylüyorum: Varolan yasağı pekiştiren, sınırlı, eril akla dayanan, özgürlük taleplerini kısırlaştıran, sadece yüksek öğrenimle sınırlı kalan ve diğer özgürlük alanlarını yok sayan hiçbir “özgürlük lütfunu” kabul etmiyorum!(GK/EÜ)