Ankara kulislerinde ki Ankara galiba dev bir kulisten ibaret- konuşulanlar, tartışılanlar medyaya ya hiç yansımıyor ya da çok az yansıyor. Bu durum, Mehmet Altanın bir saptamasını doğruluyor: Türkiyede gazete yazıişlerinde konuşulanların yarısı gazetelere yansısa yurttaşlar çok daha bilgili olur.
Herkes Süleymaniye olayları nedeniyle yeniden alevlenen Türk-Amerikan gerginliği üzerinde yoğunlaşmışken ben Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetiminin 8. ayında, iktidar-medya ilişkilerini öğrenmeye ve değerlendirmeye çalıştım. Bu sitede 6 Kasım 2002 tarihinde yayınlanmış olan AKP ve Medya başlıklı yazıda yeni hükümetin olası medya siyasetleri hakkında değerlendirmeler yapmış, bazı öngörü ve önerilerde bulunmuştum. 8 aylık süreci şimdi gözden geçirmekte yarar var.
Başbakan Tayyip Erdoğan, bugün Ankarada, eski Istanbul Belediye Başkanı Erdoğan ve Başbakan olmadan önceki AKP lideri Erdoğandan farklı bir kimlik sergiliyor. Konuşmaları, hali, tavrı ve tabi ki siyasi-ideolojik tercihleri çeşitli gözlemci ve yorumcular tarafından değerlendiriliyor. Ben Erdoğanın nezdinde yeni hükümetin ve iktidar partisinin medya ile ilişkilerinde geçirmekte olduğu değişim sürecini aktarmaya çalışacağım. Bu alanda meseleye iki boyutta bakmaya çalışalım:
Medya gruplarıyla ilişkiler
Koalisyon hükümetleri dönemine kıyasla, bugünkü hükümet, medya işverenleriyle ilişkilerini neredeyse minimum düzeye indirmiş durumda. Aydın Doğanın kendi evinde günlük giysileriyle Mesut Yılmazı ağırladığı fotograf tamamen solmuş durumda. Hatta o karedeki Doğan da Yılmaz da artık görünmez derecede silik. Başbakana yakın bir kişi, Erdoğanın benimsediği mesafeli bir tutum sayesinde medya holding patronlarının Erdoğana yaklaşmakta bile büyük güçlükler çektiğini söylüyor. Çok sayıda alanda faaliyet gösteren medya holdinglerinin patronları eski hükümetle kurdukları yakın ilişkileri AKP hükümetiyle kuramamaktan şikayetçi.
Bu arada yeni hükümetin, İslamcı holding olarak bilinen gruplara özel bir yakınlık göstermediği, onlara herhangi bir imtiyaz sağlamadığı AKP yanlılarının övünerek aktardığı bir bilgi. Böylelikle eski egemen medya, manşet, köşe yazısı ya da haber silahını kullanarak yeni ihale alma ya da iktidarı yönlendirme girişimlerinde önemli bir darbe yemiş durumda.
Son olarak Uzan grubunun televizyonlarına karşı uygulanan sert yaptırımlar sadece ve özel olarak Star grubunu hedeflemiyor başkalarına da mesaj veriyor. Sırada başkaları da var. Bekleyin göreceksiniz. Bir süre sonra Türkiye Medya Manzarasında önemli değişiklikler olacak. diyor aynı kişi.
Kamuoyunda Uzana karşı uygulanan yaptırımların, ekonomik ve hukuksal gerçekler ve gerekçelerden çok siyasi bir rakibe gözdağı olarak algılanmasına karşı, AKPliler, içinde darbe sözcüğünün de geçtiği komplo öyküleri anlatıyor.
Hükümet, Uzan grubuna karşı siyasi ve ideolojik alanda gerekli ve yeterli mücadeleyi veremediği için şirketlerine el koyuyor, medya organlarını susturuyor. Bu yaklaşım orta vadede Genç Partiyi güçlendirebilir şeklindeki itiraz ise AKP çevrelerinde pek rağbet görmüyor. Onlar varsa yoksa Parlamentodeki çoğunluğa güvenerek Bizi bir tek darbe alaşağı edebilir görüşünde israr ediyorlar ki...pek tutarlı değil.
AKP hükümetinin sadece medya ile ilişkilerinde değil ama Ordudan, ABye, ABDden ekonomiye kadar çok farklı alanlarda benimsediği garip bir tepeden inmeci ve alaturka yöntem var. Aslında hem Osmanlı hem de jakoben Cumhuriyet geleneklerine uygun düşen bu yaklaşım, sorunları kimi zaman doğru kimi zaman yanlış, ama çoğu zaman kamuoyunu yeterince bilgilendirmeden, toplumu işin içine katmadan, tam olarak yasal ve meşru olmasa da bir açık kapı yaratarak çözüyor, ya da çözmeye çalışıyor.
Bu yöntem, AKPnin sağcı, muhafazakar, milliyetçi ideolojik temelinin bir gereği olsa da Meclisin ve halkın çoğunluğunun desteğini kazanmış olan bir partinin geleceği açısından olağanüstü sakıncalı bir yötem. YÖK yasası bu açıdan önemli bir örnek. TRT Genel Müdürünü atamak için Başbakanın kafasındaki formülde de, açık ve kamu destekli bir mücadele değil, yasal değişikliklerle muhalefetin direniş ve itirazlarını kırmak var. Neredeyse küçük bir derneğin yöneticisinin benimseyebileceği yöntemler bunlar.
Umut veren önemli bir gelişme ise, Başbakanın medya konusunda bilgi sahibi olduğu sanılan bir kurmayının ağzından çıkanlar: Bu patron gazeteciliğine son vermek gerek. Adam iş adamıysa tamam işini yapsın, bankacıysa bankacılığını yapsın, cep telefoncusuysa o işi yapsın, o zaman medya işine girmesin. Bunun hukuki ve mesleki zemini hazırlayacağız. Medya mülkiyetinde şeffaflık ve belki de medyanın özerkliği ve bağımsızlığı, yani medyanın her türlü siyasi, endüstriyel, mali ve ticari baskıdan azad edilmesi, gerçekten de Türkiye Medya Manzarasını kökten değiştirecek bir adım olacak. Ne var ki, bu doğru hedef de AKPnin klasik, kapalı kapılar ardında iş kotarma yöntemi ya da bir takım hukuki canbazlıklarla değil, kamu oyunun bilgi ve desteğiyle yapılmazsa, olumlu sonuç vermez.
Bu hedef meslek örgütlerinin de desteğini alırsa, Türkiyede sadece gazeteciler değil okurlar yani yurttaşlar açısından da büyük destek görecek. Başbakanın özel görüşmelerde, Türk medyasının inanırlık ve güvenirlik açısından eksilerde seyrettiğini savunduğunu, o çevreye yakın bir sürü insan söyledi. Bu durum, AKPnin Meclis ve kamuoyundaki desteğiyle birleşir ve doğru yöntemler uygulanırsa, Türkiye uzun zamandır özlemini çektiği nispeten özgür, bağımsız ve kamu yanlısı bir medyaya kavuşmak için önemli bir başlangıç gerçekleşebilir.
Ankara temsilcilerinin değişen konumu
Türk egemen medyası yani Apoletli Medyanın önemli niteliklerinden biri devletin resmi tezlerini savunmanın yanısıra yönetimdeki iktidar partisi ya da partileriyle yoğun ilişkilerdi. Turgut Özal zamanında başlayan ve daha sonra da dozajı artırılarak geliştirilen bu medya-iktidar ilişkisi, medyanın haber, bilgi ihtiyacını karşılamaktan çok, medya gruplarının hükümeti yönlendirme girişimi ve medya gruplarının özel çıkarlarını siyasal iktidara kabul ettirme çabasıydı. Başbakan ya da Cumhurbaşkanının yatak odasına kadar giren gazeteciler, iç ve dış gezilerde Başbakanın yanından ayrılmayanlar, her sabah yüzünü yıkamadan önce telefona sarılıp kırk yıllık dostuyla konuşurmuş gibi Başbakanla muhabbete dalanlar artık işsiz.
Bu eski resmi gazeteciler, bir başka deyişle gruplarının hükümet nezdindeki iş elçilerinin adı, bugün Başbakanın Özel Kalem Müdürünün randevu talep listesinde haftalardır, aylardır sabit bir şekilde duruyor. Ulaklar, Başbakana yakın her danışman ve milletvekiline hep aynı talebi iletiyor: Sayın Erdoğandan benim için bir randevu ayarlasanız... Oysa, eskiden bazen milletvekilleri bile Genel Başkanları, Başbakanla görüşebilmek için gazetecileri araya koymaya çalışırdı.
Türk medyasını izleyenler Erdoğanın uzunca bir süredir kimseye özel röportaj vermediğini biliyor. Bırakın Ankara temsilcilerini, koskoca gazetelerin Genel Yayın Yönetmenleri bile Başbakanlığın alt düzeydeki memurlarıyla bir yemek yiyebilmek için akıl almaz dümenler çeviriyor. Başbakanın bu tutumu telefon görüşmelerinde, Bizim karton fabrikasının teşviki türünden cümleleri telaffuz etmek için bile olağanüstü cüret gerektiriyor.
AKPli bir yetkili, düşüncemi öğrenmekten çok, olumlu bir yanıt vermem için ilginç bir soru yöneltti: Bu 61 yaş sınırı basın sektöründe de uygulansa nasıl olur?. Çok sayıda emeklilik ve veda partisini büyük bir memnuniyetle izlerim, dedim içten bir gülümsemeyle.
Ankaralı bir gazeteci ise Davosda meydana gelen bir olayı örnek olarak gösteriyor: Başbakan, otelden çıkarken, büyük gruplardan birinin bir televizyon muhabiri Erdoğana yanaşıp, Efendim, 2 dakika sonra canlı yayına girebilir miyiz? dedi. Erdoğan kapıda saatlerdir bekleyen kalabalık muhabir grubunu göstererek Ama hanımefendi meslekdaşlarınıza haksızlık olur diyerek bu talebi redetti. Küçük ama önemli bir örnek.
Bu durum gazete sayfalarına, ekranlara nasıl yansıyor? Bir zamanlar Erdoğana hakarete varacak derecede saldıranlar, bugün süt dökmüş kedi kılığında. Ellerine bir koz geçse, Başbakana ve AKPye saldıracaklar. Ama koz henüz yok. Bir umutla halen hükümeti desteklemeye devam ediyorlar çünkü holdinglerin ekonomik-mali durumları pek parlak değil.
Sonuç olarak, edindiğim izlenimlere göre, Başbakanın çevresinde, aslında medya konusunda iyi niyetli bir çevre var. Medya-iktidar ilişkilerinde önemli bir değişiklik yapmak niyetindeler. Şimdilik bazı önemli olumsuz girişimleri önlemişler. Eskinin yoz, çürümüş uygulama ve anlayışlarını bir ölçüde kırmışlar. Uzun zamandır daha çok defansif oynuyorlar. Kafalarında orta ve uzun vadeli bir proje olup olmadığı belli değil. Ya da ben öğrenemedim. Oysa, yakın geçmişte bence yetersiz, hazırlıksız hatta olumsuz bir İletişim Şurası örneği var. AKP hükümeti, başta meslek kuruluşları ve okurların da dahil olduğu geniş bir çevreyi bir araya getirerek, tüm sivil toplum örgütlerini de davet ederek, akademisyenlerle de birlikte, somut projeler üzerinde çalışmalı.
Aşçı mutfağa gireli çok oldu. Eh, malzemeler de az çok hazır sayılır... İnsanlar masa başında yemeği bekliyor. (RD/EK)