Gerek Güneydoğu'da patlama ve çatışmaların, gerekse turistik bölgelerdeki bombalı saldırıların yoğunlaşmasıyla, Türkiye siyaset sahnesinde hakilerin bir kez daha ön plana çıktığına tanık olduk.
Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ, hükümetin pasifliğinden ve sessizliğinden de yararlanarak, Ankara'da gösteri yanı güçlü bir "basını bilgilendirme" toplantısı yaptı.
Apoletli Medya da bu toplantıyı manşetlere taşımayı ihmal etmedi.
Mesele medyada sınırötesi operasyon, sıcak takip gibi teknik görünümlü olarak sunulsa da, gelişmeler hem Ankara-Washington ilişkilerindeki krizi hem de Ankara'nın Ortadoğu-Irak-PKK politikalarının bir kez daha çıkmaza girdiğini gizleyemiyor.
1 Mart'ın intikamı
Ankara-Bağdat-Washington ilişkileri aslında 2003 başından bu yana sorunlu. 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından reddedilmesiyle başlayan kriz süreci, stratejik ittifak olarak nitelenen Türkiye-ABD ilişkilerinde derin bir yara açtı.
AKP hükümetinin aslında utanç verici ve özür niteliğindeki ikinci tezkeresi TBMM'den ABD'nin istediği şekliyle geçmiş olmasına rağmen, bu kez Washington, hem siyasi hem de askeri olarak Irak'ta Türk askeri varlığını istemediği için, herhangi somut bir etki ortaya çıkmadı.
Irak'taki Amerikan askerlerinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin elit bölüğüne mensup askerleri başına çuval geçirip gözaltına alması yarayı iyice deşti.
Başta Türk Apoletli Medyası olarak üzere, Türkiye'deki ABD yanlısı neo-liberal kesimlerin tüm propaganda ve çabalarına rağmen, Ankara, Irak'ta ABD'nin tam olarak peşine takılmadı.
Ne var ki tutarlı alternatif bir politika da geliştiremedi. Yine de, Başbakan Erdoğan olsun, Dışişleri Bakanı Gül olsun, Amerikancı çizgiden neredeyse hiç uzaklaşmadılar.
Hatta son Washington ziyaretinde Erdoğan, bir yandan ABD'nin muhalefet etmesine rağmen, Ankara'nın Suriye ve İran'la ilişkilerini geliştirmesini savunurken, bir yandan da Washington'un Büyük Ortadoğu Projesine önderlik etmeye, daha doğru bir deyişle muavinlik etmeye kalkışmıştı.
Kısa bir süre sonra Ankara, sivil bir girişim de olsa, İstanbul'da Bush'u yargılayan mahkemeye müdahale etmedi hatta göz yumdu, bu durum da kuşkusuz Washington'da kayıtlara geçti.
Sonuç olarak ABD, Ankara'nın istikrarsız ve tutarsız politikalarından tutumlarından rahatsız.
Ankara, Müslüman komşusu Irak konusunda muğlak bir politika güdüyor. AKP'nin tabanı, laik anti-amerikancı kesimlerin baskısı ve ABD yanlılarının propagandası altında bocalayan Erdoğan, Irak konusunda net, berrak, tutarlı, uzun vadeli bir perspektif oluşturamamış durumda.
Türk Silahlı Kuvvetleri de Irak ve ABD konusunda AKP'yi yıpratmanın fırsatlarını aradığı için sessizce farklı bir ABD yanlısı tutumu sürdürüyor. Son olarak Soçi'deki görüşmede Putin'in Erdoğan'a, "Sizin Irak politikanızı merak ediyoruz" mealinde bir soru yöneltmesi, diplomatik kayıtlara önemli bir başarı olarak geçmedi herhalde.
Irak hatta Ortadoğu'nun yanlış tercümesi: PKK
Ankara'nın -AKP'nin değil- önemli sorunlarından biri de PKK. Bu sorun o kadar önemli ki, Irak hatta Ortadoğu politikaları bile PKK'ye endeksli. Ankara'nın ve bu arada AKP'nin bölgesel bir politikası yok. Ankara, Irak'a ve Ortadoğu'ya at gözlükleriyle bakıyor. Resmi makamların bu yöredeki neredeyse tüm politikaları ve esas amaçları PKK'yi zayıflatmaya yönelik.
Ne var ki bu hatalı perspektif son açıklama ve gelişmelerle bir kez daha karaya oturmuş durumda: Türk Silahlı Kuvvetleri Irak'ı işgal eden, dolayısıyla siyasi ve askeri olarak denetimi altında tutan ABD'nin, Irak'taki PKK varlığına karşı hiçbir operasyon yapmamasından neredeyse iki yıldır yakınıyordu.
Orgeneral Başbuğ, son açıklamasında ABD'nin Irak'daki PKK liderlerinin tutuklanması için doğrudan emir verdiğini açıkladı ama aradan 24 saat geçmeden Amerikan Dışişleri sözcüsü böyle bir gelişmeden haberdar olmadığını söyleyerek, Başbuğ'u nazikçe tekzip etti.
Başbuğ'un ABD'yi yoklama, cesaretlendirme girişimi başarısızlıkla sonuçlanırken, sınırötesi operasyon konusunda daha da vahim bir yenilgiyi kayıtlara geçirdi.
ABD, çok da fazla diplomatik söyleme gereksinim duymaksızın Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'a giremeyeceğini ilan etti.
Lider kadronun tutuklanması konusundaki emrin 6 ay önce verilmiş olduğunu ileri süren kaynaklar var. Koskoca ABD, 6 ayda Irak'daki 10 lideri hala tutuklayamadı mı? Can Dündar'ın dağın yamacında PKK'li yöneticilerle hasbıhal eden bağdaş kurmuş anonim Amerikalısı ne yapıyor?
ABD'nin Irak'taki konumunu genel hatlarıyla izleyen herhangi bir gözlemci, ABD-PKK ilişkilerini kavramakta güçlük çekmez. 2003 Mart'ından itibaren, zaten yasadışı ve gayrımeşru bir saldırı olan Irak işgali, ABD'nin müttefik kaybetme ve gerileme açısından en başarılı operasyonudur.
İspanya, seçimlerden sonra Irak'tan askerlerini geri çekerken, Londra, kendi askerlerini savaş suçu işledikleri iddiasıyla yargılıyor, İngiltere başkentinin bombalanmasının ardından Bush'un yakın dostu Berlusconi bile asker çekmekten sözediyor.
Irak'ta ABD'nin çevresi boşalıyor. Üstelik, Bush'un "Saddam sonrası daha güvenli olduğunu" iddia ettiği dünyada ve Irak'ta, bombalı saldırı ve ölü-yaralı sayısı her geçen gün artıyor. Demokrasi söylemleri, işgal altındaki seçim, Talabani'nin Cumhurbaşkanı seçilmesi, yeni hükümetin kurulup faaliyete geçmesi de ABD'nin Irak'taki çöküşünü önleyemedi.
İşte bu ittifak yoksulluğu ve gerileme ortamında, Barzani-Talabani ikilisi, bir başka deyişle Iraklı Kürtler, ister taktik densin ister stratejik densin, Washington'un tek müttefiki haline geldi.
Üstelik, gelecekte ABD'nin Irak'tan asker çekmesi olasılığı gündeme geldiğinde, ABD'ye yine en fazla ihtiyacı olan ve olacak kesim yine Irak Kürtleri oluyor.
Kürtlere Amerikanca öğretmek
ABD açısından PKK'nin iki anlamı var:
* PKK, Barzani-Talabani ile çatışmaya girmediği sürece, ayrıca doğrudan ABD'ye karşı çıkmadıkça -ki 2003 Mart'ından bu yana her iki koşul da yerine getiriliyor- hem Bağdat'ta hem Erbil'de iktidara geçen Iraklı Kürtlerin himayesine girmiş durumda.
ABD, Barzani-Talabani'nin onayını almadan PKK'ye karşı herhangi bir saldırıda bulunamaz. Barzani-Talabani ikilisi, zayıflamakta ve dağılmakta olsa da, PKK'yi kendi yanlarında bir yedek güç olarak görmek istiyor. Iraklı Kürtler hem yıllarca süren Kürtlerarası çatışmaların yeniden alevlenmesini istemiyor, hem de Ankara ile olası anlaşmazlıklarında PKK'yi kendi yanında görmek arzusunda.
Öte yandan, ABD de, Irak'ın nispeten en güvenlikli -daha doğru bir deyişle en az çatışmalı- bölgesi olan Kuzey Irak'ta, PKK'nin ne Barzani-Talabani ile, ne Türk Silahlı Kuvvetleriyle sonuç olarak ne de Amerikan askerleriyle çatışmasından yana.
* İkinci boyut, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi adını verdiği orta vadeli saldırı planlarıyla ilgili. Türkiye ve Irak'ın yanı sıra İran ve Suriye'de de zayıf da olsa belirli bir kitle desteği, temeli hatta sempatisi olan PKK, özellikle Suriye'de ABD'ye hizmet edebilecek bir silahlı güç olarak devreye girebilir.
PKK'nin dar, milliyetçi yaklaşımları, böylesine olumsuz bir rolü üstlenebilmesi için müsait zemin hazırladı bile. Bugün PKK'den hatta siyaset dünyasından ayrılmış olsa bile, Osman Öcalan, ABD'nin Irak'a yönelik saldırısını "Demokratik İşgal" olarak nitelemişti. Siyaset bilimi terminolojisine talihsiz bir katkı!
Duran Kalkan, Murat Karayılan, Nizamettin Taş gibi PKK yöneticilerinin yerli ve yabancı basında çıkan demeçleri, ABD'yi Ortadoğu'da bir demokrasi rehberi olarak algılıyor, Kürtlerin bu sürece daha fazla katılmalarını talep ediyor.
Erdoğan, Başbuğ, Gül ya da Aksu, yerli ve uluslararası medya ve platformlarda istedikleri kadar, PKK'ye ve terörizme karşı mücadelenin gerekliliğinden, global dayanışmadan söz etsinler hatta sınırötesi operasyon yapılabileceğini filan ima etsinler, tüm bu açıklamalar Washington duvarına çarpıyor.
Ankara'daki yetkililer, metal mi teneke mi ne, fırtına senaryosunu herhalde okumuşlardır. Terörizme karşı mücadele şart da, "who is the real terrorist?" (Gerçek terörist kim). (RD/EÜ)