Normalde, iki kişi arasındaki özel, duygusal, mahrem bir ilişki olan aşk, yurttaşları doğru, çok yanlı, hızlı, inanılır-güvenilir ve kamu yanlısı bir şekilde bilgilendirmesi gereken medyanın da, önce hafta sonu, bilahare hafta içi köşelerine gelip yerleşti. Tamamen özel bir konu olarak...
Köşe yazarlarının aşk gibi ulvi, felsefi, psikolojik ve seksolojik bir konuda inceleme araştırma yapıp, okurlarını bilgilendirmesi -ki bu daha çok, yerine göre felsefecilere ya da sağlık köşelerinde jinekologlara ya da çeşitli boy, tür ve cinslerdeki Güzin Ablalar'ın işidir- doğal karşılanabilir. Ancak, Türk medyasında, aşk, kadın, erkek, cinsellik, cinsel ilişki konularında aslında hiç bir uzmanlığı olmayan -zaten onlar hiç bir konuda uzman değil ki!- köşe yazarlarının her şey özelleşirken, farklılaşma yaratıp, özel aşklarını kamulaştırıp köşelerine kelime, satır ve paragraflarla döktüler. Kuşkusuz bu "kamuya, vatandaşa hizmet aşkıyla" yapılmadı.
Aşk yazılarının büyük yönetmeni
Cumhuriyet gazetesinde Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal'in hem kendisini hem de gazeteyi sevdiği dönemlerde, yurtdışı muhabirlerine "Pazar Yazıları" sipariş edildi.
"Uçun, istediğinizi yazın, mini-denemeler olabilir, müzik, tarih, turizm, seks... çevrenizde ilginç olan, haberleştiremeyeceğiniz ne kadar konu varsa hafif bir şekilde işleyebilirsiniz" mealinde bir talep geldi.
Cemal, haklı olarak Pazar'ın farklı bir gün olduğunu belirleyip, biraz da Anglo-saksonların Pazar gazeteleri ve eklerinden etkilenip, böyle ilginç bir uygulama başlatmıştı. Aslında hafif kopya olsa da, Türkiye toplumu ve medyası açısından yeni bir liberallikti bu girişim.
Türk medyasındaki aşk yazılarının kökeni işte budur...Daha önce köşelerde, haberlerde, hatta röportaj ve söyleşilerde bile, gazetecinin açık ya da dolaylı bir şekilde bizzat kendi aşk hayatından, aşk maceralarından söz ettiği pek görülmüş bir şey değildi.
Bir Sabiha Sertel'in ya da Ahmet Emin Yalman'ın ya da Yunus ve Nadir Nadi'nin aşk yazılarını bulamazsınız. Belki de Abdi İpekçilere kadar sürdürülmüş olan ciddi, kamu yanlısı gazetecilik tarihinde yazarların kendi aşklarını kaleme aldıkları vaki değildir.
Bu türe, "Pazar Yazıları" dendi önce, sonra sağ olsunlar Cumhuriyet'in yurtdışındaki bazı muhabirlerinin bu konuda doktora yazmış uzman bilgeliğiyle kız arkadaşlarını, sevgili ya da eşlerini ballandıra ballandıra anlatmaları, türün adını "Aşk Yazıları" olarak değiştirdi.
Bu "Pazar" ya da "Pazarî Aşk" yazıları bir aralar o kadar revaçta idi ki, birinci sayfada sağ tarafta tek sütun üzerinden, tam sayfa yayınlanan Pazar Yazılarının özel bir okur kitlesi oluştu.- Pardon, ben de bu dönemde Cumhuriyet'in Londra muhabiriydim, haber atladığım olmuştur mutlaka ama, Pazar Yazısı atladığımı hatırlamıyorum!
Pazar yazılarının popülaritesini en iyi anlatan örneklerden biri de, Türkiye'deki bazı muhabirlerin hatta anlı-şanlı yazarların bile, sırf Pazar Yazısı yayınlayabilmek için, iki günlüğüne Sofya ya da Atina gibi kentlere özel seyahatler düzenledikleri bilinir. Buna da herhalde "Pazar Yazısı Aşkı" dense gerek...
Hakiki aşk değil maço tutku
Yurtdışı muhabirlerinin - Nilgün Cerrahoğlu hariç hepsi erkekti- başlattığı bu akımı çok daha sonra Türkiye'deki bazı köşe yazarları, röportaj yazarları da izledi. Bunların arasında Ayşe Arman'ın özel bir yeri var. Çünkü kendisi aşklarının yanı sıra, nişan-nikah-ilk gece ve regl günleriyle; hamilelik dönemlerini de tüm ayrıntılarıyla okurlarına aktardı. Tam teşekkülatlı bir sağlık merkezinin güncesi. Üstelik gözyaşı, kan, sevinç hatta aşk, nefret de var. 32 kısım tekmili birden. Komple gazeteci yani. Hayatın bizzat kendisi!
Ahmet Altan, farklı bir konumdan, romancı olarak aşk konusundaki bilgi ve tecrübelerini hem kitaplaştırdı hem de haftalık yazılarına, daha çok bir edebiyatçı kalemiyle yansıttı.
Aşktan çok seks konusunda sapkınlık düzeyinde tutkulu olduğu anlaşılan Serdar Turgut, esas olarak ABD'den döndükten sonra Hürriyet'deki köşesinde penis konusundaki bilgi ve fikirlerini mizahi bir üslupla yazdı.
Ayşe Arman, belki de kendi açısından haklı bir yaklaşımla, "Erkekler penis hakkında yazabiliyorsa ben de vagina hakkında yazabilmeliyim" diye haklarını talep etti ve egemen Türk basını bir seksoloji panayırını andırmaya başlamıştı. 12 Eylül'ün kanlı yaraları henüz sarılmamışken, Özal döneminin vahşi liberalizm rüzgarları eserken olup bitiyordu tüm bu seksi medyatik üretimler...
Serdar Turgut'tan söz ediyordum. Ahmet Altan'ın çok satan aşk romanları karşısında gerilmiş olsa gerek, "Madem Altan kadınlardan bu kadar iyi anlıyor, o zaman kadın okulu açsın" dedi.
Aşkın seksin, Türk egemen medyasına hep eril tarzda çekilen fiillerle girdiğini hatırlatmak gerek.
Aşk/meşk seks/meks konularında uzmanlaşan yazarların çoğunun bireysellik adı altında toplumsal, kamusal sorunlardan çok uzaklarda yüzdüğünü de bu araya sıkıştıralım. Onlar, kendilerini dünyanın merkezine koymuşlardı. Ve en iyi bildikleri tek şeyi yazıyorlardı: Kendilerini...
Önce yediklerini, içtiklerini yazdılar, sonra ev ve eşlerini ya da sevgililerini anlattılar; eve gelen temizlikçi kadın makale konusu oldu kimi zaman; mobilyalarını, elektronik araçlarını da anlattılar. Belki de reklam karşılığı yazmışlardı bu yazıları. Her halükarda tüm yazıları reklam ya da özreklamdı.
Aşk yazılarının kahramanları yüzeysel bir şekilde kategorize edilse bile, yukarıda sözünü ettiğim anatomik ve toplumsal cinsiyet açısından yapılan ayrımcılığın yanı sıra sınıfsal bir ayrımcılık da yapılıyor bu yazılarda. Yoksulların, mülksüzlerin aşkları bile yoktur egemen Türk medyasında. People/Magazin basınında yer alan aşklar da hep ünlülerin, güçlülerin, zenginlerin kısacası iktidar sahiplerinin aşklarıdır. Türk egemen medyası, 60'lı-70'li yılların Yeşilcam sineması kadar bile adil olamamıştır aşk konusunda.
İçi seni dışı beni
İşin gazete sayfalarına da yansıyan bu aşk-meşk muhabbetinin maalesef gazete binalarının içinde çok daha trajik bir görüntüsü var.
Sevgiliye hitaben mektup yazan köşe yazarları, gerçek ya da olası kız arkadaşlarına şifreli Pazar yazısı döktürenler, dünya aşk şiirleri antolojisinden Pazar yazısı çıkaran yazarların aslında ortak bir niteliği var: Hepsi de iktidarda. Ve köşe yazılarını bir iktidar aracı olarak kullanıp kamusal alanda kişisel serenatlarını, göz kırpmalarını ya da edebi flörtlerini yazıya döküyorlar.
Bunlar, özel hatıra defteri ya da kişiye özel yazılan mektupla, gazete köşesini birbirlerine karıştırdılar ve karıştırmaya da devam ediyorlar. Ertuğrul Özkök, her ne kadar "Köşeler babamızın malı mı?" diye bir uyarı yaptıysa da, bizzat kendisi köşesini kimi zaman şifreli ve kodlu olarak karşı cinsten özel bir kişiye mesaj için, çoğu zaman da kendi çıkarı uğruna kullandı. Toplumsal sorunlar, politika, ekonomi özelleşirken, mahrem hayat, yatak hikayeleri kamusallaştı.
İkitelli'de, genel yayın yönetmeninin gözdelerinden biri olduğu için iyi haberlere, yurtdışı gezilerine gönderilen genç kızlar, tırabzanın başında intihardan kurtarılan ihanete uğramış genç kız öykülerini çok duyduk.
Tanzimat zamparası kılıklı bir başka köşe yazarının alenen "3-5 yıl daha, bir kaç çıtır götürsem fena mı?" dediğini de duyan çok sayıda gazeteci vardır bu mikrokozmosta. Kendisine röportaja gelen genç kadın muhabirlere alenen sarkıntılık edenlerle, işe almak için özel koşullar öneren genel yayın yönetmenlerinin kalesidir İkitelli.
Natali mi Nataşa mı bir ara Babiali'de bir fırtına esmişti. Gazeteci ve Rus olduğunu öne süren cingöz bir kız, medyatik iktidar sahibi bir sürü meslektaşı peşine takıp bol bol eğlendi bir süre. Bir satır yazısını bile görmemiş haber müdürleri, yazı işleri müdürleri ve tabi ki genel yayın yönetmenleri paylaşamamıştı bu kızı. Hepsi de iş teklif ediyordu. Artık kızı gazetesine alınca gazetenin tirajı mı artacak, yoksa başka bir şey mi olacak orasını siz çıkarın...
Gazete sayfalarına, ekranlara yansımayan, medyatik iktidarın arabuluculuk ettiği nice buluşmalar, birleşmeler vardır. Bunlar künyede de yazmaz ama, eskiden telefon santrali memuresi olup sonradan muhabir olanlarla, Yazı işleri müdürünün sekreterliğinden başlayıp röportajcı olan 'meslektaşlarımızı' da tanımıyor değiliz. Medyatik iktidar zaman zaman özellikle de kişisel hayatlarda cinsel iktidarın bir köprüsü haline gelebilmektedir.
Yurttaşların ya da çeyrek/yarım/dörtte üç sahne yıldızlarının özel hayatlarına, mahremiyetlerine fütursuzca giren muhabir ya da köşe yazarları, kendi özel hayatlarında medyatik iktidar sayesinde elde ettikleri haksız kazanç ve gayrımeşru ilişkileri ellerinden geldiğince gizlerler.
Kendi çalıştığı medya organı zaten böyle şeyler yazmaz. Rakipleri de yazamaz. Çünkü o rakip kurumda da benzeri konumda bir sürü gazeteci vardır. Suç ortaklığının gizlenmesi gerekir. Ayrıca da zaten mesele Ahmet ya da Ayşe'nin iktidara dayalı özel hayatını teşhir etmek değildir, mesele o yapıyı, o mekanizmayı, Piere Bourdieu'nün 'Gazetecilik Alanı' adını verdiği kurumu ve iç dinamiğini teşhir etmektir.
Güzel kız/çirkin adam
Bu aşk-meşk/medya ilişkileri konusunda rahmetli Ercan Arıklı ve sonraki ortağı Dinç Bilgin'in temsil ettikleri anlayış da zarar vermiştir bu mecraya: "Dergimde/gazetemde çirkin kız çalıştırmam". Adam sanki dergi/gazete patronu değil güzellik yarışması organizatörü. Üstelik "güzel kız" kavramını da kendisi tayin ediyor.
Eee, böyle bir zihniyet egemen olunca, dergi/gazetelerde mesela spor servisinde çalışan yaşlı-başlı adamlar bile, manken avcılığına başlamak için yeşil ışığı görmüş oluyorlar tabii.
Babıali'nin son dönemlerinde ve İkitelli'de adı "arabulucu"ya çıkmış sarı basın kartlı şahsiyetleri tanımayan yoktur. O kadar sık ekrana çıkıp o kadar çeşitli konularda fikir yürütürler ki, çarkın dışındaki okur-izleyici bu adamları makbul ve makul insan sanar. Türk medyasının bu yönünü hoş çizgi ve esprilerle "Press Bey" pek de iyi betimlemekte ve sergilemektedir.
Medyatik iktidarın cinsel buluşma aracı
Aşk yazıları sonuç olarak bahanedir. Medyatik iktidarın cinsel buluşma aracı olarak kullanılmaktadır o çiklet kağıdına yazılı mani tadındaki aşk yazılarıyla. İznik'in kurtuluşundan Saint Valentine Day'e kadar her fırsat mubahtır, bu maço yazar taifesi için.
Öte yandan, ortak çalışma alanlarında, ast-üst ilişkisi olmadan, nice güzel aşklar da yaşanmıştır, yaşanmaktadır medyada. Aşk, emektir, örgütlenmektir, nar ağacıdır, zeytinyağlı fasulyedir, her şeydir. Yalnız bir tek şey değildir: İktidar!
Yurttaş, köşeleri bilgi ya da fikir edinmek için okur normalde. Köşe yazarının ruh halini, kız ya da erkek arkadaşıyla olan olumlu ya da olumsuz ilişkilerini öğrenmek için değil... Aşk yazarları, köşelerini kamusal, toplumsal konuları irdeleyenlere bırakıp, şiir, öykü, roman gibi türleri deneseler medya için çok hayırlı olur! (RD/AD)