Ben de büyük bir gururla meyhane baskısını getirmiştim eve. Semih abi o dönem Kemal Ilıcak'ın Tercüman gazetesinde çiziyordu. Ama o bir profesyoneldi, üstelik de Tercüman'ın muhafazakar hatta anti-komünist yayın çizgisiyle hiç mi hiç uyuşmuyordu.
Semih abi, ben daha gazeteyi çantamdan çıkarmadan 'Hayırlı olsun' demişti. Sonra gazeteyi inceledi. Özellikle de Erhan'la Köksal'ın karikatürleri üzerinde biraz durdu.
Cemiyet ve sendikanın da yöneticisi ve aktif üyesi olduğu için, usta gazeteci çaylak gazeteciye önce bir takım sorular sordu, sonra da bir-iki konuda çok dolaylı tavsiyelerde bulundu.
Mutfak farkı
Gazetecilik kariyerimin ilk gününde Semih abi ile yaptığımız bu konuşmayı hiç unutmam. Çünkü bu görüşmede Semih abi bir ara sormuştu:
- Mutfakta kaç kişi çalışıyorsunuz?
Ben de özgün formülümüzü uzun uzun anlatmıştım:
- Her gün annelerimizden biri nöbetçi, yazı işlerinden bir, idareden bir kişi de rotasyonla yamaklık yapıyor, alış-verişi filan da yapıyoruz...Toplam üç kişi, iki öğün yemek çıkartıyoruz, deyince...
Semih abi o ünlü kahkahalarından birini patlamıştı. Çünkü ben daha o zaman meslek jargonunu bilmiyordum ve 'Mutfak' sözcüğünün Babıali'de Yazı İşleri anlamında kullanıldığından habersizdim. Semih abi bu açıklamam üzerine:
- Yahu bu Maocular işi azıtmış, anneleri de redaksiyona dahil etmişler, demişti....
Yarın cekette ne var?
Gerçi çok daha sonraları bu meslek jargonunun inceliklerini öğrenip gazetedeki kıdemli meslektaşlarımızın bilgilerini test edecek kadar cüretkar davrandığımı hatırlıyorum.
Mesela bir keresinde Yazı İşleri Müdürümüz Mehmet Ataberk'e (Ki Galatasaray mezunudur ve hafiften Yves Montand'a benzeyen müthiş kaliteli bir gazetecidir) 'Abi, yarın ceket de ne var?' diye sormuştum.
Babıali'de az insan, az sayıda sayfa sekreteri kullanır ama 'ceket', gazetenin birinci ve sonuncu sayfası...
Gazete bir insan ise, ceket de onun örtüsü, kılıfı, kabı ya... Ataberk, bin yıllık ağırbaşlılığıyla 'Yakaya bir şey bulursak birinci sayfa tamam da, omuz şimdilik boş' deyip tevazuu içinde ağzımın payını vermişti.
İnce ince makara
Semih abi, aile dostumuz. 1960'lı 1970'li yıllardan bu yana nadir de olsa, rahmetli Ruhi Su, Prof. Edip Çelik, Prof. H. Nail Kubalı ile eşleri ve çocuklarının da katıldığı yemekleri, sohbetleri bulanık da olsa anımsıyorum.
Semih abi, hep güler yüzlü, hep güldüren insan olarak kalmış belleğimde. Ve hep çok şık giyinir, çok temiz konuşur, çok iyi de taklit yapardı. Kimseyi incittiğini, kimse aleyhinde konuştuğunu hatırlamıyorum.
Ama ince ince makaraya sarardı saçma sapan adamları, kadınları ve kurumları. Karikatür ile genel olarak mizah arasındaki farkı herhalde bir çok insan Semih abiden öğrenmiştir.
Çok komik fıkralar anlatmasına rağmen, aklına bir karikatür geldiğinde hemen kaleme kağıda sarılır, çizer bize gösterirdi.
Cezaevinde
Semih abi, döviz ve hürriyet eksikliği günlerinde, yani yurttaşların ancak iki yılda bir yurtdışına çıkabildiği dönemlerde, Balkanlarda, Avrupa'da, Avustralya'da karikatür sergileri açmış, ödüller kazanmış, ödül jürilerinde bulunmuştu.
Memleket meseleleri üzerine kofa yoran bir aydın olarak, emekçi-solcu perspektif her cümlesinde, her hareketinde doğal olarak içine sinmiş bir insandı Semih abi.
12 Mart döneminde, o 'Gece' günlerinde arkadaşları, yakınları haksız yere tutuklanıp cezaevlerine gönderildiğinde derin bir üzgünlük vardı cemalinde.
Bu kara bulutları dağıtmanın herhalde biricik yolu barbarları tiiye almaktı ve generalinden politikacısına, işkencecisinden gardiyanına kadar tüm suçluları amiyane tabiriyle 'itin kıçına tıkardı'.
"Nazım'ı da severiz, Kazım'ı da"...
Bize ev hediyesi olarak çok anlamlı bir karikatürünü armağan etmişti ki hala duvarda asılıdır: Mahpusanenin demir parmaklıklı minicik penceresinden sızan güneş ışınları, hücrenin taş karolarını berhava etmiş...
Semih abinin hiçbir karikatüründe, hiçbir çizgisinde, hiçbir satırında iktidar yanlılığı göremezsiniz. O, mizahın muhalefet olduğunu en iyi bilen ve uygulayan sanatçılardan biriydi.
Lüksle, şatafatla, tantanayla üç çizgiyle gırgırını geçer, gecekonduların sefil perişan haliyle empati kurabilirdi. Onun derin insan sevgisi, 'Nazım'ı da severiz, Kazım'ı da' türünden oportünist bir hümanizmaya hiç yaklaşmadı.
Şeytanın kafası karışacak
Semih abiyi en son geçen hafta Sıdıka Su'nun Teşvikiye camiindeki cenazesinde görmüştüm. Dinç ve sağlıklıydı. Selamlaştık. Ilgın'ı sordu. Sanki bir acelesi vardı.
Onu 30 Ekim Pazartesi günü Zincirlikuyu'dan Cemal Nadir'in yanına uğurluyoruz.
Şeytanın kafası karışacak, kendini tutmaya çalışsa da gülmek zorunda kalacak. Sinirlenecek.
Meleklerle Daumier'den Mim'e herkeste bir gülümseme... (SON/RD)