Bendit'le Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesi, müzakerelerin ucunun açıklığı, hükümetten memnuniyet, Türkiye'nin politikacıları, Kürtler, Almanya'daki işsizlik, Yeşillerin askeri müdahalelere yaklaşımı, Fischer'le ilişkiler, Fischer'in Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği, Filistin, İsrail, Şaron, "Almanya ve Göç" ile "Kızıl Dany" üzerine konuştuk.
İlerleme Raporu açıklandıktan sonra "Rhein Mucizesi ve Oder Mucizesi'nden sonra sıra Boğaz Mucizesi'ne geldi" açıklamasını yaptınız. Türk basını sıcak sözleri okurlarına aktardı. Ancak, çok kısa geçildi. Bunu bizim için açar mısınız?
"Rein Mucizesi" iki Dünya Savaşı'ndan sonraki uzlaşma, "Oder Mucizesi" ise Avrupa'nın yeniden birleşmesi, Prag ya da Varşova'daki Sovyet ya da Rus askeri işgalinin sona ermesiydi. "Boğaz Mucizesi" ise Avrupa'nın Müslüman bir ülkeyi entegre etmeyi başarabilmesi, İstanbul ve Ankara'nın Müslüman-demokrat bir "Mekke" olabilmesi. İşte bu yüzden bir mucize olacak. İslam dünyasında demokrat bir ülke yok, bir Türkiye'de o doğrultuda işaretler var. Ancak gerçekte henüz tam değil.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önceki seçim kampanyasını tüm Avrupa sathında sürdürdünüz. Sadece Almanya'da değil, Fransa, Hollanda, İtalya, Slovenya... Birçok ülkeye gittiniz. Bir gün de Türkiye'de, İstanbul ya da Diyarbakır'da Avrupa seçimleri sürdürmeyi düşünür müydünüz?
Ben kendim değil. Bu 10 ya da 12 yıllık perspektif. O zaman ben milletvekilliği için aday olmayacağım. Ama 10-12 yıl sonra Türkiye'de de Avrupa seçimi kampanyası gerçekleştirileceğine inanıyorum. Ancak bunun yolunun engebeli olduğunu biliyorum. Bunları görmezlikten gelemem. Türkiye her şeyi yaptık, her şey tamam diye düşünmemeli.
Son zamanlarda sık sık Türkiye'yle ilgili tartışma toplantılarında genellikle bir coğrafya, tarih ya da politika dersi gibi başlıyor. Hep şu soru soruluyor. Türkiye coğrafi, tarihi ya da politik olarak Avrupa'ya ait mi?
Bu soruya öyle bir yanıt verilemez. İstanbul kesinlikle Avrupa'ya aittir. Diyarbakır ise tartışılır. Türkiye büyük bir ülke. Bir bölümü ekonomik olarak güçlü ve bu bölümü Avrupa'nın bir parçası. Büyük bir kısmı, ekonomik olarak zayıf Asya'ya ait. Asıl zor soru Türkiye'nin entegrasyonu.
Türkiye, sizce Avrupa'yla bütünleşebilir mi?
Politik olarak evet. Ben her zaman Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmasının kanıtı İstanbul ya da Ankara'da değil, Diyarbakır'da aramak gerektiğini söylüyorum. Eğer oradaki ilişkiler demokratikleşirse ve sadece bu değil sosyoekonomik durum olgunlaşmalı.
Türkiye'nin özellikle doğusuyla entegre olup, olamayacağını göreceğiz. Türkiye gelecek 10 yılda, üyelikten önce, özellikle ülkenin doğusunu batıdaki duruma getirmeli.
Bir de Diyarbakır'daki insanların durumu. Onların köylerine dönmesi değil tek sorun. Bu gelişmenin minimumu olmalı. Dahası, Kürtler kendini Kürt olarak iyi hissetmeli Türkiye'de. Bu sağlanmalı.
Gelecek 10 yıl bu nedenle zorluklarla dolu olacak. Örneğin politik entegrasyon dezentralizasyonu zorunlu kılacak. Benzer bir tartışma Fransa'da da var. Fransa merkeziyetçi bir devlet yapısına sahipti. Şimdi bölgesel yapılar daha fazla önem kazanıyor.
İspanya örneğine bakalım. Şimdi federal demokratik bir İspanya var karşımızda. Madrid merkez ama, bölgesel politik yapılar var. Katalonya, Bask ülkesi vs. Bütün bunlar Türkiye'nin daha da gelişmesi gerektiğini gösteriyor.
Örneğin seçim kanunu. Elbette şimdiki yüzde 10'luk baraj Kürtler için özellikle çok zor. Bunun değişmesi gerekiyor. Şimdiki özellikle Kürtler için çok zorluklar içeriyor.
Bu nasıl gerçekleşir bilmiyorum. Belki Almanya'daki gibi yüzde 5'lik seçim barajı olabilir. Böylece Kürtler parlamenter sisteme katılabilecek, parlamentoya 20-30 milletvekili gönderebilecekler, kendilerini politik olarak temsil ediliyor hissedecekler.
Müzakereler "ucu açık" olacak. Buna siz de sık sık vurgu yapıyorsunuz. Sizin ağzınızdan bunu duyduğumuzda, ne anlamamız gerekiyor?
Bununla Türkiye'yle müzakerelerin çok ciddi bir biçimde sürdürülmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Eğer Türkiye politik ve ekonomik olarak şimdiki durumunda kalırsa, sonuçta süreç iflasla sonuçlanacak.
"Ucu açık" benim için Türkiye'nin de dikkate alınması gerektiğidir. Bir örnek vermek isterim. Diyelim ki dört beş yıllık müzakerelerden sonra Türk hükümeti, ordu ve bürokrasi üyeliğin ne anlama geldiğini kavradı. Yani hakimiyetin paylaşılması gerektiğini. Ve bu paylaşmak istemiyoruz dediler.
Bunlar olabilir ve tartışılabilir. Sonuçta siyasal özgürlük söz konusu. Vazgeçmeye karar da verebilirler. Yani müzakerelerin "ucu açık" olması, sürecin mutlaka tam üyelikle sonuçlanamayabileceğine işarettir.
Eğer Türkiye, diyelim ki 20 yıl sonra, AB tarafından kabul edilmedi. Neler olabilir. Hıristiyan demokratların önerdiği gibi bir "imtiyazlı ortaklık" gündeme gelebilir mi?
Ben "eğer öyle olmazsa, şöyle olur" diyen politikacılardan değilim. 20 yıl sonra ben 80 yaşında olacağım. Bilemem. Bu gelecek kuşak politikacılara bırakmamız gerekecek.
Almanya'daki Hıristiyan demokratlar bir imza kampanyasıyla müzakere sürecini ve tam üyeliği önlemek istemişlerdi. Dışarıdan ve kendi içlerinden gelen direniş sonucu bundan vazgeçmiş gibi gözüküyorlar. Daha önce de bu konuyu halk oylamasına götürmek gerektiğini savunuyorlardı. Siz onları tanıyorsunuz. Son gelişme bir taktik manevra mı? Yoksa bu sağduyunun zaferi mi?
Sanırım Hıristiyan demokratların çoğunluğu bu girişimin Türkiye'ye değil, Türklere karşı olacağını gördü. Böylece aşırı sağı hareketlendireceklerini gördüler. Bu nedenle de bunu geri çektiler.
Ama bu arada içlerinde bu girişime karşı büyük bir direniş olduğunu da gözledik. Bu saygı duyulacak bir şey. Sonuçta sağduyu kazandı. Eğer Türkiye'de de gelişmeler sağduyulu olursa, sonuç sağduyulu olacak.
Diyelim ki Fransa'da ya da Almanya'da referandum gerçekleştirildi. Ve sonunda, Avrupa Parlamentosu'nun, AB devlet ve hükümet şeflerinin, AB Komisyonu'nun Türkiye'nin üyeliğini desteklemesine rağmen, halklar "hayır" dedi. Ne olacak?
Şimdiki anlaşmalara göre tüm ülkelerin bunu ratifiye etmesi gerekir. Ancak bu tartışmalar yeni. Biraz beklemek gerekiyor. Fransa'da bu referanduma karşı güçlü bir itiraz var. Bir ülkenin, bir başka ülke hakkında bu yolla karar vermesi doğru bir şey değil.
Siz ve partiniz genel olarak halk oylamalarını savunuyorsunuz. Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili bir halk oylaması sizin için söz konusu olabilir mi?
Bence asıl Türkiye'de gerçekten AB'yi istiyor muyuz diye bir halk oylaması yapılmalı. Ama burada bu konuda bir halk oylamasına ben karşıyım.
Siz geçmişte sık sık Türkiye'ye gittiniz. Aşırı sağcı, liberal, İslamcı, sosyal demokrat politikacılarla görüştünüz. Siz zor tartışmaların adamısınız. Şimdiki hükümet, Avrupa'nın her istediğini yapıyor gibi. Bu bazen size sıkıcı geliyor mu? Türkiye'de hangi kanattan politikacılarla yaptığınız görüşmelerden daha memnunsunuz?
Kişiden kişiye değişiyor. Erdoğan'ın partisinde inanmış Avrupalılar var. Baykal'ın partisinde de. Yılmaz da öyleydi. Hemen her partide böyle. En çetinleri, en çok karşı olanlar Ecevit'in partisindeki milliyetçilerdi. Bir de MHP vardı. Ancak onlarda bile kararsızdı. Maalesef Türkiye'de çok zayıf bir Yeşil parti var.
Bu hükümetten memnun musunuz?
Hükümetleri halk seçiyor. Ama olumlu gelişmeleri sağladıklarını söyleyebilirim. Sorun şimdi bu olumlu gelişmelerin ülkeyi nereye götüreceğini görmek.
Avrupa Parlamentosu'nda Leyla Zana'nın konuşmasını izlediniz. Siz Kürt sorunuyla yoğun olarak meşgul olan bir politikacısınız. Avrupa, bundan sonra ya da çoktan beri bir Avrupa sorunu "Kürt sorunu"nda neler yapabilir?
Parlamento konuşmasından önce de kendisiyle konuşmuştuk. Avrupa Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki yeniden yapılanma, köylere yeniden yerleşimi projelerine katkıda bulunabilir. Geçmişte çatışmalara yol açan gerilimlerin yumuşatabilir. Amerika'nın İrlanda krizinde oynadığı rol gibi.
Abdullah Öcalan yakalandığında siz de Frankfurt'taydınız. Tüm Almanya, Frankfurt ve özellikle sizin oturduğunuz Bockhenheim Mahallesi bir savaş alanına dönmüştü. O günlerde PKK sempatizanlarıyla polis arasında aracılık yaptınız. Ne gibi izler bıraktı bu sizde.
Elbette hatırlıyorum. Size başka bir örnek vereyim. Geçen cumartesi eşimle birlikte Bockhenheim'da dolaşıyorduk. Ona dedim ki, "Bak dünyada herşey nekadar değişti. 10-15 yıl önce burada her cumartesi günü bir gösteri oluyordu ve buların her ikisinden biri Kürtler tarafından gerçekleştiriliyordu.
Artık bitti. En son Kürt gösterisi ne zaman oldu, kim hatırlıyor? Durumlar değişti. Türkiye'de de burada da. Ve bu çok iyi bir şey.
O zaman Türkiye'nin PKK liderinin yakalamak, mahkemeye çıkarmak ve cezalandırmak istemesini anlayabiliyor muydunuz?
Bunu anlayışla karşılıyor ve haklı buluyorum. Fakat Türkiye'de Kürtlere yönelik politikayı, özgürlüklerinin kısıtlanmasını ise anlayışla karşılamıyorum.
Türkiye üye olsa bile serbest dolaşım sınırlı olacak. Bazıları ise Türkler için hiç olmayacak iddiasında. Ya da tarımsal sübvansiyonlar. Türkiye, bu olanaklardan yararlanamayacak. Yunanistan, Bu mu tam üyelik? Yoksa "imtiyazlı ortaklık" dedikleri bu mu?
Bu tartışmayı bir hayali bir tartışma olarak görüyorum. Her şeyden önce Türkler kendilerini Yunanlılarla karşılaştırmaktan vazgeçmeli. İşçi göçü ya da serbest dolaşıma gelince. Sakin sakin biraz bekleyelim, bakalım. 10-12 yıl sonra Avrupa'daki demografik gelişmeler belki de düzenli bir göçü gerekli hale getirecek.
Türkiye'nin de Avrupa'nın eşiğindeki bir ülke ya da AB'nin bir parçası olarak bu göçte önemli bir rol oynaması gerekebilir. Ama belki de bu süre sonunda Türkiye'deki sosyo ekonomik gelişmeler ülkeyi öyle bir noktaya getirecek ki, insanlar başka ülkelere göç etmek değil, kendi ülkelerinde kalıp, çalışmak ve yaşamak bile isteyebilecekler.
İşte Rüsselsheim, Opel. Burada da işler zor. Eğer her şey yolunda ise insanlar neden ülkelerini terk etsinler ki? O yüzden sakince bekleyelim, bakalım diyorum.
Tarım sübvansiyonlarına gelince. Türkiye'nin büyük bir tarım reformu yapması gerekli. Avrupa'nın katkıları değişen koşullar nedeniyle yeniden değerlendirilmeli. Ama Türkiye büyük bir ülke. Bununla gurur da duyuyor ve bence haklı da.
Gelişmeleri kuşkuyla izleyenler, Türkiye'nin tam üye olması halinde bile, AB'nin üç sınıflı bir topluluk olacağını savunuyorlar. Çekirdek Avrupa, çevre ülkeler (yeni üyeler, Yunanistan, İspanya vs.) ve Türkiye diye. Aralarında arkadaşınız Joschka Fischer'in yer aldığı bazı politikacılar, "Avrupa'da farklı hızlarda büyüme" önerileriyle sanki bunu destekler gibi.
Avrupa zaten şimdi farklı hızlarda büyüyor. Örneğin euronun para birimi olduğu ülkeler ve diğerleri. Bence Avrupa Türkiye'ye katkıda bulunacak.
Kendisi de Türkiye'yle birlikte büyük bir numara olacak. Avrupa'yı işleyen bir vücut olarak görelim. Sağlam bir kalbi olması gerekiyor, ancak bu sağlam kalbin işlemesi için de akciğerler gerekli. İkisi de çalışmalı.
Yeşiller üzerine
Partiniz bir süre önce 25.yaş gününü kutladı. Yeşillerin kısa sürede yok olacağı öngörüsünde bulunanlar yanıldı.
Tıpkı Türkiye gibi. Geçmişte sürekli bu partinin artık öldüğü ilan ediliyordu. Ama halen ayakta ve işliyor.
Ancak, bu arada parti de değişti. Kuruluştaki birçok önemli ilkeler, rotasyon, devlet ve parlamento görevlerinin ayrılması gibi birçok temel ilke, siz ve "realos" kanadının çabalarıyla ortadan kalktı. Yeşilleri diğer partilerden ayıran ne?
Diğer partilerden daha demokratik bir partidir.
Avrupa seçimlerinden önce bir Avrupa Yeşiller Partisi kurdunuz. Çalışıyor mu bu parti, yoksa sembolik bir tavır mıydı?
Sembolik bir tavırdı. Önümüzdeki süreçte çalışmasını sağlayacağız.
Böylece parti örgütünün Avrupa'yla bütünleşme sürecini başlattınız? Sizce diğer partiler de benzer bir yol izleyecek mi?
Evet, onların da bunu yapması gerekecek.
Partiniz aslında Alman ordusunun ülke dışında görevlendirilmesine karşıydı. Siz ilk kez Balkanlar'da ve daha sonra başka yerlerde bunu savundunuz. Bu gerçekleşti.
Alman ordusu Sırbistan'ın bombalanmasına katıldı. Alman askerleri en son II. Dünya Savaşı'nda oralardaydı. Savaşın bir dış politika aracı olması sizi korkutmuyor mu?
Balkanlardaki şimdiki Alman askeri varlığıyla, geçmiştekiler karşılaştırılamaz. Şimdiki Avrupa yönelimli bir ordu. Maalesef öyle zamanlar var ki, insanların yaşamlarını korumak için askeri müdahale gerekli oluyor. Burada kışkırtıcı bir şey de ben söylemek isterim. Ermeni sorunu yaşanırken de o öldürülen insanları korumak için keşke askeri müdahale edilseydi.
Almanya ve dünya
Arkadaşınız Fischer, Almanya'nın Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne daimi üye olarak alınması için çalışıyor. Bunu destekliyor musunuz?
Bunu doğru buluyorum. Aslında ben BM Güvenlik Konseyi'nde Avrupa Birliği'nin bir daimi üyeliği olmasını isterim. Ancak bu Fransa ve İngiltere'nin durumu nedeniyle önümüzde 10 yılda olacak bir şey değil.
Avrupa ve Almanya Filistin sorununun çözümü için neler yapabilir? İsrail'in saldırgan politikası Filistinlilerin tüm umutlarını ellerinden alıyor.
Almanya, tarihi nedenlerle, bu alanda ancak bir Avrupa inisiyatifi içinde bir şeyler yapabilir. Avrupa radikal bir biçimde hem İsrail yanlısı, hem de Filistin yanlısı olmalı.
Sanırım Avrupa bu konuda her iki tarafa da gerçeği söylemeli. İsraillere, "Bu koloniyal yerleşim politikanız, barışın en büyük engellerinden biri", Filistinlilere de "bir gün geri döneceğiz fikri, barışın en büyük engellerinden biri" demeliyiz. Her iki tarafı da bu konuda kurban vermeye ikna etmeliyiz.
Sizce Şaron, barış sürecine uygun bir cevap mıydı?
Buna seçmenler yanıt veriyor. Örneğin ben şimdi "Türkiye'nin AB'ye girmesinden yanayım. Ama Erdoğan'ın partisinin değil, ya da onun bunun" diyemem. Bunu dediğimde Türklerin demokratik haklarına saygısızlık yaparım.
Filistinliler kendi yönetimlerini seçmeli. Ama gerçekten seçebilmeliler. İsraillilerin demokratik seçimleri var. Halk Şaron'u seçti. Bush'tan ben de memnun değilim. Ama ne yapabilirim? Gidip yerine başkasını seçemem ki.
Filistin otonomi bölgesinde demokratik sistem işlemiyor. Arafat, bahşişlerle, binbir gece masallarındaki bir sultan gibi yaşıyor. Bu demokrasi değil. Bunu görmek gerekiyor. Demin söylediğim gibi biz Avrupalılar, hem İsrail'den, hem de Filistin'den yana olmalıyız.
Irak hapishanelerindeki işkence resimlerini ilk gördüğünüzde neler düşündünüz?
Ben çok daha önce de çok iğrenç resimler gördüm. Rus askerlerinin Çeçenlere neler yaptığını gösteren resimleri de gördüm..
Ama bu kez farklı değil mi? Bir tarafta batılı bir ülke sözkonusu?
Guantanoma, Amerikalıların Irak'ta yaptıkları, bunlar Amerikan demokrasi idealine uyan şeyler değil.
Irak sorunun çözümünde Avrupa'nın katkısı olabilir mi? Amerikan ve İngiliz varlığı barış sürecini engelliyor mu?
Önce ABD'deki seçimlerin sonuçlarını beklememiz gerekiyor. Savaşa karşıyız, ancak Irak'ta istikrarın sağlanmasını desteklemek gerekir. Avrupalılar, bu alanda bence Birleşmiş Milletleri güçlendirmeli.
Türkiye'de meclisin Irak savaşına katılmayı reddetmesini nasıl karşılamıştınız?
Bunu çok doğru bir tavır olarak gördüm.
Göçmenler ve Almanya
Avrupa seçimlerinde hayal kırılığına uğradınız. Fransa'yı Avrupa futbol şampiyonasının favorisi olarak görüyordunuz. Olmadı. Ama, Fransa'nın futboldaki başarısını, milli takımın göçmen çocuklarına açık olmasıyla bağlantılamıştınız ve Alman futbolunun içinde bulunduğu krizden çıkabilmesi için Fransa'yı örnek göstermiştiniz. Neden Alman milli takımında çok az göçmen çocuğu var?
Artık değişiyor. Milli takımdaki göçmenlerin sayısı artıyor.
Ama halen Türklere kapı kapalı gibi.
Evet. O da çifte vatandaşlıkla bağlantılı. Eğer kabul edilseydi, şimdi Türkler de olacaktı. Ama bu alanda gelişme var. Bence Altıntop kardeşler 10 yıl sonra Alman takımında olacaklar.
Avrupa politikacısı olmadan önce, Frankfurt'ta yerel politika yaptınız. Göçmenlerle ilgili ilk resmi kuruluşu, Çokkültürlülük Dairesi'ni kurdunuz, yönettiniz. Şimdi CDU'lular tarafından yönetiliyor. Takip ediyor, karışıyor musunuz? Bu daireyi kurarken neyi hedefliyordunuz?
Evet, ama karışmıyorum artık. Almanya'nın modern bir göçmen politikası olması gerekiyordu. Bu politikanın da, göçmenlerin önce göçmen olarak kabul etmesi gerekiyordu. Benim görevim bunu sağlamaktı.
Bunu kısmen sağladınız galiba. Birkaç ay sonra yeni Göç Yasası yürürlüğe girecek. Bunun için uzun süre mücadele edenlerden biri de sizsiniz? Memnun musunuz?
Hayır. Maalesef istediğimiz gibi olmadı. Almanya'daki politik aritmetik böyle bir uzlaşmayı getirdi. Ancak Almanya, son yıllarda vatandaşlık yasasını reformize ederek önemli adımlar attı.
Almanya'da Türkler yaralı. 1999'da çifte vatandaşlığa karşı CDU'nun yürüttüğü imza kampanyasının açtığı yara halen kapanmadı. Demokratik, gelişmiş bir ülkede, sadece böyle bir kampanyayla seçim kazanılması anlaşılır gibi değil. Türkleri anlayabiliyor musunuz?
Anlıyorum, ama maalesef demokrasilerde sadece doğru dürüst tartışmalarla değil, böyle tuhaf tartışmalarla da seçim kazanabilir.
Türkiye'de de tuhaf tartışmalarla seçimler kazanılabiliyor. Bence bu yaralarla yaşamayı öğrenmeliyiz. Hepimizin yaraları var.
Anne babanız Alman ve siz Fransa'da doğup, büyüdünüz. Futbolda Avrupa Kupası'nda Fransa'yı desteklediniz. Almanya'da yetişen Türk gençlerinin durumu da benzerlikler taşıyor. Türkiye-Almanya futbol karşılaşmasında, bu gençlerin ellerinde Türk bayraklarıyla, Türkiye'den yana olmalarını anlayabiliyor musunuz?
Elbette. Ancak Türk milli takımını son zamanlarda eskisi gibi iyi bulmuyorum.
Ama son olarak Danimarka'ya karşı çok iyiydiler.
Evet, 1-1 sonuçlandı. Ama bence, Dünya Kupası'nda çok daha iyiydiler.
Bir Alman gazetesinde kısa bir süre önce Almanya'daki Türk toplumunun, kültür, sanat, siyaset, bilim gibi alanlarda, bu ülkeyi etkileyebilecek starlar çıkaramadığından yakınıldı. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bence doğru değil. Örneğin son olarak bir Fatih Akın, Alman sinemasını öne çıkardı.
Kişisel
Türkiye'de "samimi", "dost" ve "doğru" bir insan olarak biliniyorsunuz. Peki siz bunu biliyor musunuz?
Öyle olmaya çalışıyorum. Evet, bunu bana orada söyleyenler oldu.
Türk solu, aydınları sizi eskiden beri tanıyor. Kitaplarınız Türkçe'ye çevrildi. Onlar sizden birşeyler öğrendi. Siz Türk aydınlarıyla ilişki kuruyor musunuz?
Evet. Avrupa seçimleri kampanyam sırasında örneğin burada düzenlediğimiz toplantıya Orhan Pamuk, Fatih Akın katılmışlardı. Gelecek hafta Türkiye'ye gittiğimizde aydınlarla yine görüşeceğim.
Onlarla ilişkiler sizin Türkiye'yle ilgili görüşlerinizi etkiledi mi?
Elbette. Onlar Türk kökenli Avrupalı aydınlar. Avrupa'nın kültürel ufuklarını genişletiyorlar.
Belki sizi kızdırıyor ama, siz halen "Kızıl Dany"siniz.
Saçımın renginden dolayı.
Ama, onun ötesinde de birşeyler vardı. Şimdi geriye gençlik yıllarınıza baktığınızda baktığınızda, o dönemki halinizi nasıl tanımlarsınız. Devrimci ve solcu, uyuyor mu?
Biz anti otoriter solcuyduk.
Politikacı ve aydın olarak ulaşmak istediğiniz herşeye ulaşabildiniz mi?
Bunu söylemek zor. Ama bir Avrupa politikacısı olarak halimden memnunum.
Zaman zaman eski ev ve kavga arkadaşınız Joschka Fischer'i kıskandığınız oluyor mu?
Onu kıskanmıyorum. Bir dışişleri bakanı yaşamı, bence yaşam değil. Kendimi onunla karşılaştırmam. Politikayı seve seve yapıyorum. Ama onun gibi olmak istemem.
Fischer'i Avrupa'da önemli bir makamda, Komisyon Başkanı gibi ya da dünyada, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri gibi bir görevde görmek ister miydiniz?
BM Genel Sekreterliği çok iyi olurdu.
Joschka Fischer artık Parlamentoda spor ayakkabısı giymiyor ve sürekli kravat takıyor. Ama siz hep aynı kaldınız. Hangisi gerçek bir yeşil tavrı?
Her ikisi de. Bunun yeşil olmakla bir ilgisi yok. Ben benim. O da o. Eğer ben de dışişleri bakanı olsaydım, olmak istemiyorum ama, eğer olsaydım, ben de onun gibi giyinmek zorundaydım.
Siz Frankfurt'ta yirmi yıldır aynı evde oturuyorsunuz. Alışverişinizi kendiniz yapıyorsunuz. Dışarı çıktığınızda yanınınızda korumalar olmuyor.
Korumaya hiç ihtiyacım yok. Kimse bana birşey yapmak istemiyor.
Politikacı olduktan sonra yaşamınız değişti. Yapmak isteyip de artık yapamadığınız şeyler var mı?
Elbette yaşamımda değişiklikler oldu. Ama yapmak isteyip de yapamadığım bir şey yok.
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?
Jogging yapıyorum, okuyorum, yemek yemeyi severim.
Türk mutfağını da tanıdınız mı?
Evet. Özellikle sebze yemeklerini severim.
Döner?
Döner de yerim. Oğlum bir döner fanatiğidir
Hala parkta futbol oynuyor musunuz?
Maalesef, dizim izin vermiyor.
Bir keresinde "Eğer bir film yıldızıyla bir akşam yemeği yemek durumda kalsanız, hangisini tercih edersiniz?" sorusunu "Duvara Karşı" filminin yıldızı Sibel Kekili olarak yanıtlamıştınız. Kekili, sizin neden ilginç?
Çünkü ona çok kötü davranıldı. Başarılı bir sanatçı. Ama Alman medyası, özellikle Bild gazetesi onun daha önce porno vs. çevirdiğini öne çıkardı. Haksızlık. Birçok başka sanatçı da bunu yapmış. Örneğin Till Schweiger. Sibel Kekili'inin onuruyla oynadılar. (GK/BA)
24