Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan çıkan Sessizliğin Sesi serisinin üçüncü kitabı Ankaralı Ermenilerin sesini duyuruyor.
İstanbul, Ankara, Fransa ve Avusturya’da yaşayan Ankaralı Ermenilerle yapılan sözlü tarih çalışmalarının yer aldığı kitabı Ferda Balancar derledi. Raymond H. Kevorkian’ın Ankara’daki Ermenilere ilişkin makalesiyle başlayan "Sessizliğin Sesi III: Ankaralı Ermeniler Konuşuyor" kitabının son sözü Özgür Bal’a ait.
Serinin Türkiyeli Ermeniler ve Diyarbakırlı Ermenilere dair çalışmalarının ardından hazırlanan üçüncü kitap Ferda Balancar’ın katılımıyla Cezayir Toplantı Salonu’nda tanıtıldı.
Kitap, proje için görüşülen 40 Ermeni’den 10’unun hikayesini içeriyor. Altısı kadın dördü erkek Ankaralı 10 Ermeni’nin hikayesi “Ankara’da Ermeni Var mı?” önyargısını kırıyor. Balancar’ın sunumuyla onbinlerden, yüzlere inen sayıları ile Ankaralı Ermenilerin hikayelerini dinliyoruz.
Ermeni alfabesiyle Türkçe
“Istanoz’a Türkçede Zir diyorlar. Zir, Farsça çukur demektir. Istanoz da Rumcada çukur anmaına geliyor. Yani Istanoz’un adı Rumcadan geliyor. Ermeniler, yüzyıllar önce 30-40 hane olarak gelmiş Istanoz’a…”
Raymond H. Kevorkian’ın kitapta yer alan makalesine göre Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde Ankara sancağında 28 bin 858, Ankara merkezde ise 11 bin 246 Ermeni vardı, Ermeni nüfusun yüzde 70’i Katolikti.
Balancar ise hedefledikleri Ankaralı 40 Ermeni’ye ulaşmanın ve konuşmaya ikna etmenin zor olduğunu anlatıyor.
“Ankara’da günümüzde 300 civarında Ermeni’nin yaşıyor, bunların 250’si Katolik, 50’si Ortodoks. Kitapta hikayeleri yer alanlar ise bu genel dağılımdan farklı olarak çoğunlukla Ortodokslardan oluşuyor, bunun özel bir nedeni yok.”
“Ankara tarihsel olarak Katoliklerin merkez üssü olmuş. Ankara’da şu anda Fransız Katolik Kilisesi var sadece. Ermeniler düğünlerini, ibadetlerini burada yapıyorlar.”
“Azınlığın azınlığı olmaktan gelen bir tepki var; ‘Katoliğiz, Ermeni değiliz’. Yüzyıllardır Türkçe konuşmaya özen göstermişler, yazı dilinde Ermenice harfli Türkçeyi kullanmakla beraber, konuşma dilinde Türkçeyi benimsediklerini anlatıyor Kevorkian.”
“Katolikler ile Ortodokslar arasında sınıfsal da bir fark vardı. Katolikler daha zengin, Ortodokslar ise alt, orta sınıftan insanlardı.”
“Sel gider kum kalır”
“Babamın adı Ermeniceydi ama çevresinde ona hep ‘Katip’ diye hitap ederlerdi. Bize de hep Türk isimleri verdi…”
Balancar, özellikle Ankara’da yaşayan Ermenilerin mülakat konusunda çekingen olduklarını anlatıyor.
“En çekingenler ise gençler. Ankara’da yaşamak isteyenler, iş bulma, başvurusunun reddedilmesi gibi kaygılar taşıyorlar. Gençleştikçe korkular artıyor. Hemen hemen hepsinin iki ismi var, önemli bir çoğunluğuna Türkçe isim verilmiş.”
“Diyarbakır’da insanlar daha rahat konuşuyordu, Ankara’da ise geçmişe göre daha özgür bir ortam olduğunu belirtiliyor ama ‘Sel gider kum kalır’ diyerek daha çekingen duruyorlar.”
Başkent, bürokrasi
Ankara başkent ve bürokrasi kavramlarıyla eşleşmiş. Kitabın ilk hikayesi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde Melih Gökçek dönemine dek fiilen Özel Kalem Müdürlüğü yapan bir Ermeni’ye ait.
“Ermeni isen sistemin içinde kendine çok sınırlı bir yer bulabiliyorsun” başlıklı hikayenin kahramanın Ankara’da oto-kontrolün herkes için çok güçlü olduğunu eklediğini anlatan Balancar, bu nedenle insanların “ne olur ne olmaz” diyerek konuşmaya yaklaşmadığını belirtiyor.
“Hiç olmazsa Hıristiyan”
“Kızım da, şimdi Istanozlu ama Ermeni olmayan biriyle evli. Kocası Hıristiyan da değil. Damadın bir damarı Yörük, bir damarı Balkan muhaciri ama fikren fazla kafatasçı değil. Evlenmelerine başta itiraz ettim ama sonra yumuşadım.”
Ankaralı Ermeniler arasında sosyal bağların zayıf, sosyalleşme alanının Fransız Kilisesi olduğunu, oraya da rahiplerin Fransa’dan atanmasından doğan zorluklar yaşandığını anlatıyor Balancar.
“Karma evlilikler var. Katolik ve Ortodoks evlilikleri istenmezdi ama Hıristiyan olmayanlarla evlilikler artınca Ortodoks ve Katolik evlilikleri de ‘Hiç olmazsa Hıristiyan’ diye görülüyor." (BK)