Bunları sorgularım kendi kendime ara sıra.
Haberciler, yılbaşı çekilişinden önce Milli Piyango bayilerinin önünde kuyruğa girenlerle röportaj yaparlar. TV ekranlarından, bu sorulara muhatap vatandaşlarımızın hayal dünyalarına erişiriz:
- Büyük ikramiye size çıkarsa ne yaparsınız?
Klasik yanıt şöyledir:
- Kendime bir ev alırım Bir de lüks araba alırım. Sonra da dünya seyahatine çıkarım.
Yaşamı kısıtlı, hayat anlayışı yavan olan insanların hayalleri de kısıtlıdır. Mesela:
- 'Önce bir yat alırım, denizlerde yelken basarım' yanıtını vereni henüz duymadık.
- 'Uzaya çıkmak isterim' diyen de olmadı..
-'Mısır piramitlerinin gölgesinde Patricia Kaas dinlemek isterdim. Onu Mısır'a davet eder ve piramitlerde bir konser düzenler, bu konserden keyif alacak insanları oraya davet ederim' yanıtını veren bir kişiyle de karşılaşmadık örneğin.
Peki Türkiye'de böyle hayalleri olan insanlar yok mu? Elbette var. Hatta bu hayallerini gerçekleştirenler de var. Mesela 'Bu memlekete hizmet borcum var. Onu ödemeye çalışıyorum.' diyen Asım Kocabıyık ve oğlu Ahmet Kocabıyık.. Borusan Filarmoni Orkestrasına hayat veren baba oğul.
***
Dünya seyahatine çıkmak elbette güzel ama insan fazla bir şey bilmeden ve öğrenmeden, heybeyi sırtına vurup memleket memleket gezerse o dünya seyahati acaba yeterli olur mu? Sadece gezmek ve birtakım yerleri seyahat acentalarının düzenlediği turlarla görmek midir dünyayı tanımak?
Gidilecek ülkelerin kültürünü yansıtan sanat eserlerini, müzeleri, sanat galerilerini, konserleri, tiyatroları, heykelleri ve arkeolojik bölgelerini gezip görüp dinleyip tanımadan sadece bize gösterilenlerle yetirmek yeterli mi dünyayı gezmek ve öğrenmek için?
***
Eğer çok zengin olursam yaparım diye düşündüğüm bazı hayallerim vardı ki, hiç de zengin olmadığım halde o büyülü ortamlara, yaşamımın çeşitli anlarında erişebildim. Bunlardan biri de tabiatın ortasında, doğanın güzellikleri içinde bir orkestradan klasik müzik dinlemekti. Bu hayalime de ulaştım geçen gün. Anlatayım..
Bu hayali ilk kez yıllar önce Harran Ovasını gezerken kurmuştum. Henüz Atatürk Barajı su tutmamıştı. Harran ovasını kendi kullandığım bir araba ile geçip Baraj inşaatına gidiyordum.
Kilometrelerce uzanan ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir ova. Gökyüzünde sapsarı bir tekerlek gibi güneş. Gözümün görebildiği o geniş dümdüz arazi tümüyle sapsarı ekinlerle kaplanmış. Sanki sarı bir okyanusun ortasındayım..
Bu el değmemiş gibi salınan başakların arasında ilerlerken birdenbire müthiş bir klasik müzik ihtiyacı ile sarsıldım. Sonra gözlerimin önünde serap gibi bir orkestra geldi. Sapsarı ekin denizinin ortasında simsiyah smokinleri ve tuvaletleri ile sanatçılar, ellerinde enstrümanları ile konsere hazırlanan bir orkestra. Sonra kemanlardan, üflemeli çalgılardan büyülü sesler yükseldi ..
Sapsarı bir güneşin kavurduğu, sadece sararmış otların kapladığı, sarının tüm tonlarını içeren göz alabildiğine tek düze arazinin tam ortasından yükselen notalar.
Ta ta ta taaam...
Kreşendo'larla yükselen, zaman zaman ince fısıltılar gibi sararmış ekinleri okşayıp geçen bir konser ve muhteşem bir 'kadans..' Beethoven'in 5. senfonisi..
Mozart... Çaykovski. Yol boyu kulaklarımda senfoniler, konçertolar, suitler...
Sapsarı ekin okyanusunun tam ortasında ilerlerken, gözümün önüne getirdiğim orkestra hayalimin gerçeğe dönüşmesini şiddetle istedim..
İşte bu hayalim 20 yıl kadar sonra gerçek oldu.. Hem de büyük ikramiye filan çıkmadan. Zaten bu hayale erişmek için büyük ikramiye yeterli olmazdı. Bu güzel olayın gerçekleşmesi için bu ortama koşa koşa gelecek sevgi dolu müzisyenler ve onları davet eden bilinçli yöneticiler gerekiyormuş.
***
Ani antik Meryemana katedrali
İki yıl önce Borusan Filarmoni orkestrasını Urfa'da yani Harran Ovasına 40 - 50 kilometre uzaklıkta dinlemiştim ama onu hayalimin gerçekleşmesi olarak saymıyorum, çünkü o konser kapalı salondaydı.
Açık havada Diyarbakır'da surların dibinde, Mardin'de bir meydanda da dinledim Borusan Filarmoni Orkestrası'nı. O muhteşem Mardin ovasının yamacında yükselen, oymalı taş evlerin sarmaladığı bir alanda, Gürer Aykal yönetimindeki gece konseri de unutulmazdı. Mardinlilerin ilk kez bir orkestrayı bu meydanda görmenin ve dinlemenin verdiği şaşkınlıkla açılmış gözlerini unutmuyorum. Bir de benim 'Mardin'deyim ve Borusan Orkestrasından klasik müzik konseri dinliyorum' diye kendimi sık sık bu anın farkındalığına davet edişimi.
Ama 20 yıl önce Harran ovasını geçerken hayal ettiğim atmosfere ve konsere ancak Kars'ın Ani Antik Kenti'nde kavuştum.
***
Ani'deki konser yıllar önce hayal ettiğim ve çok istediğim konserin tıpatıp benzeriydi.
Doğu Anadolu'nun en geniş platosunda, yüzlerce yıllık tarihi eserlerin ortasında, sıcak bir güneşin altında, sararmış otlarla bezeli bir arazide, açık havada..
Orkestra yarı yıkılmış kale duvarlarına yaslanmış yüzünü sararmış otlara ve platonun uçsuz Bucaksız geniş arazisine dönmüş. İlerde akan Arpaçay buradan görünmüyor. Bu müthiş geniş bomboş arazide sadece sararmış otlar ve onların ortasında yükselen, yarı yıkılmış tarihi kilise, cami ve kent kalıntıları var..
Vee Brahms'ın Macar dansları ile başlayan, Muammer Sun'un Bahar Şenliği'ni yansıtan, Ferit Tüzün'ün Söyleşi'lerini fısıldayan, Bülent Tarcan'la Zeybeğe dönüşen, Çaykovski'nin Arap dansının egzotizmini ve Rus danslarının renklerini yansıtan ezgileri. Beethoven'in 5. senfonisi..
Ta ta ta taaam..
Ünlü bestecilerin en güzel, en tanınmış eserlerinden bir potpori.
***
Ani Antik kentinin yakınındaki, antik kentten daha harabe yapılarla donanmış Ocaklı Köyü'nün ilk kez senfonik müzik dinleyen insanları da hayretle açılmış gözlerle izliyorlar orkestrayı. Ne yazık ki Kars'tan gelmiş bazı organizasyon görevlileri, kendilerini fazlası ile işlerine kaptırmışlar, konserde olduklarını unutmuşlar. Sürekli çalan cep telefonları ile konuşuyorlar.
Şef Gürel Aykal her zamanki nezaketi ile cep telefonlarının kapanması durumunda müziğin zevkine daha iyi varılacağını belirtiyor ama aldırmıyorlar.. Bu tür aykırı seslerin etkisini azaltmak ve sadece orkestrayı dinlemek için kalabalıktan uzaklaşıp az ötedeki yarı yıkılmış katedrale doğru yürüyorum.
İşte tam hayal ettiğim manzara. Çevrede kimseler yok, sarı deniz gibi sararmış otlar, antik kent kalıntıları ve orkestradan yükselen büyülü sesler. Tanrım.. Ben doğaya veya insanlığa ne gibi bir büyük iyilik yaptım ki, sen de bana bu hayalimi gerçekleştirerek böyle güzel bir armağan veriyorsun? Bu ne muhteşem görsel ve işitsel şölen.. Bu ne büyük bir duygusal zenginlik.. İşte dünyanın en zengin insanlarının bile zor ulaşacağı bir hayalim gerçek oluyor..
Ben şu anda dünyanın en zengin insanıyım..
Yazık, orkestranın finansörü Ahmet Kocabıyık bile dinleyemedi bu konseri.. Ama ben dinlemek mutluluğuna eriştim. Bu doğanın ortasında sürüp giden ve hiç bitmemesini istediğim anlarda neler düşündüm, neler hissettim anlatamam ki. Çünkü dağarcığımdaki kelimeler duygulanımlarımı anlatmaya yetmeyecek gibi geliyor bana.. Alabildiğine uzanan bir platoda ve muhteşem bir müzikle baş başa..
Katedralden eski camiye doğru yürüdüm. Surların oradan ileriye doğru bakınca hiç belli olmayan doğal ve büyük bir yarıkla ikiye ayrılmıştı bu muhteşem plato ve aşağıda kıvrıla yemyeşil renkte Arpaçay nazlı nazlı akıyordu.. Bir de yıkılmış bir antik köprünün ayakları vardı nehrin kıyılarında.
Karşı kıyı ise Ermenistan.. Sınır bölgesi burası.. Türkiye'nin doğudaki en uç noktalarından biri..
Arpaçay
Konserden yükselen Mozart'ın notaları Arpaçay'a değiyor, bin yıllık katedralin yıkılmış kubbesinden içeri doluyor, Selçukluların 1072'de inşa ettikleri ilk cami Menu Cehr'in dört köşe taş minaresinde yankılanıyor.
Ani harabeleri, Kars'a tam 45 kilometre... Buğday hasadı yapılmış tarlaların ortasında yükseliyor surları. Arpaçay ile surlar arasında kurulan antik kent, doğa ile insan emeği karışımı bir koruma çemberine alınmış geçmiş yıllarda. 'Ani' Ermenice'de bir kız adıymış.
İpekyolu üzerinde kurulan bu kent bir dönem ünlü bir ticaret merkezi olmuş. Kentin geçmişi 5 bin yıllık bir tarihe uzanıyor. Urartular, Huriler, Moğollar, İskitler, Sakalar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Gürcüler (200 yıl) Ermeniler (70 yıl), Selçuklular ve Bizanslılar ve Osmanlılar ve Ruslar dahil 20 devletin buralara hükmetmiş tarih boyunca.
İşte bu tarihi atmosferde muhteşem bir konser dinlemek mutluluğuna eriştim. Konser süresince böyle bir ortamda bulunmanın verdiği varoluş keyfinin sonsuza dek sürmesini istiyordum. Yaşamın güzelliği ve insana kattığı mutluluk işte böyle anlarda daha iyi duyumsanıyor.
Teşekkürler Borusan Filarmoni Orkestrası..
Teşekkürler bu konseri planlayan ve Borusan Filarmoni orkestrasını ve bizleri buraya davet eden Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu.
Teşekkürler, bu davete hemen olumlu yanıt veren Borusan Kültür Sanat yönetmeni Sami Caner.
Teşekkürler, 'Biz buraya her yıl geliriz yeter ki siz isteyin' diye içten bir mesaj veren şef Gürer Aykal.
Teşekkürler güneş altında yanıp kavrulurken notaların en güzellerini seslendiren tüm orkestra sanatçıları..
Teşekkürler bu orkestraya hayat veren Borusan..
***
Bu arada bir yanlışı da düzeltmek isterim. Yanlış bana ait değil ama medyada çıktığı için yazmak zorundayım. Bazı gazete ve TV'lerde haber şöyle çıktı.
"Ani Harabeleri'nde Kars Kent Kurultayı'nın ikinci gününde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın verdiği konseri, Ermenistan'dan gelen dozer sesleri gölgeledi. Sınırı çizen Aras Nehri'nin birkaç yüz metre ötesindeki Ermeni taşocaklarında çalışan dozerlerin gürültüsü, konseri izlemeye gelen yerli ve yabancı turistleri rahatsız etti. "
Bu haber doğru değildi. Sözü edilen taşocakları konserin olduğu yere 5 kilometre kadar uzaktaydı ve bizim orada bulunduğumuz gün karış kıyıdaki taşocaklarında hiçbir faaliyet görünmüyordu. Yani konseri hiçbir ses bozmuyordu.
Basındaki bazı arkadaşlar, daha önce yazdıkları Ermenilerin taşocaklarının faaliyetini konu eden haberlerini yinelemek istemişler ve konseri bahane etmişlerdi. O muhteşem arazide konser boyunca sadece Borusan Filarmoninin sesleri yankılandı. Bir de münasebetsiz birkaç cep telefonu zırıltısı.. Ermenilerle bir sorunumuz varsa bunu gidermenin yolu konseri bahane etmek olmamalı. (FÖ/BA
* Borusan Filarmoni Orkestrası konseri Ani antik kenti konseri 25 Eylül 2004'te gerçekleşti.