Seyir Derneği tarafından Ayvalık Belediyesi işbirliğiyle 17-22 Eylül tarihleri arasında düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali dün (22 Eylül) sona erdi.
Festivalde toplam 70 film gösterildi. Cannes başta olmak üzere uluslararası festivallerde prömiyer yapan 20 film Türkiye’de ilk kez Ayvalık’ta seyirciyle buluştu.
Festival, Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden yönetmenler, oyuncular, yapımcılar, basın, sinema sektörü temsilcileri ve öğrencilerden oluşan 200’ü aşkın konuğu ağırladı, 10 binden fazla izleyici salonları doldurdu.
Festivalin direktörü Azize Tan ile bağımsız bir film festivali düzenlemenin zorluklarını ve iyi yanlarını konuştuk.
Ayvalık Uluslararası Film Festivali sona erdi. Bu seneki festival sürecinizi nasıl değerlendirirsiniz? Bağımsız bir festival düzenlemenin zorlukları ve size keyif veren tarafları nelerdi?
Bu çok güzel bir soru, çünkü genellikle hep zorluklar soruluyor. Tabii ki festivali sürecinin zorlukları var ve bunlar herkesin malumu. Ancak festival yapmanın güzel yanları da var. Öncelikle iyi taraflarından bahsetmek istiyorum.
Seyir Derneği'ni 2022’de, festivalde çalışan ekip arkadaşlarımla birlikte kurduk. Bu sayede festival emekçileri olarak hayal ettiğimiz gibi bir festival düzenleme şansına eriştik. Benim 30 yılı aşkın bir festival tecrübem var ve bu deneyimle festivalin her adımını kendimiz şekillendirdik. Uzun yıllar boyunca uluslararası festivallerde çalıştım ve bu süreçte işin nasıl yapılması gerektiğini öğrendim. Ayvalık gibi küçük bir şehirde festival düzenlemenin, şehri nasıl dönüştürebileceğini görmek beni her zaman heyecanlandırdı. Burada şehrin festivali, festivalin de şehri dönüştürdüğü bir dinamik oluştu.
Tabii, bağımsız bir film festivali düzenlemenin zorlukları da var. Bağımsız ve özgür bir şekilde istediğimizi yapmanın bedelleri ağır. Küçük bir ekiple, kısıtlı bütçelerle çalışıyoruz. Çoğu zaman her ekip üyesi bir değil, üç kişilik iş yapmak zorunda kalıyor. Evet, ekip küçük olduğu için birbirimizi tamamlayabiliyoruz, işler bu sayede daha hızlı yürüyor; ancak çok yoruluyoruz.
“Daha fazla kaynağa ihtiyacımız var”
Bu yıl sınırlarımızı biraz zorladık. Festivalin yükü, ekibin kaldırması güç bir ağırlığa ulaştı. Bu nedenle festivalin kapasitesinin sınırlarına geldiğimizi düşünüyorum. Daha fazla büyümemiz de festivalin ruhunu kaybetmesine neden olabilir. Örneğin, Saraybosna Film Festivali yıllar içinde çok büyüdü ve bu büyüme, festivali neredeyse bir canavara dönüştürdü. Bizim festivalimizin küçüklüğü ve samimiyeti, sokaklarda sinemaseverlerin birbirleriyle karşılaştığı, oturup sinema sohbetleri yapabildiği bir ortam yaratıyor.
Bu sorunları aşabilmemiz için destek konusunda daha fazla kaynağa ihtiyacımız var. Evete, şu ana kadar çok sayıda küçük destek aldık; fakat artık ana bir sponsora ihtiyacımız var. Buradan bunun açık çağrısını da yapmak istiyorum. Büyük firmaların biraz daha cesur olup bu festivale yatırım yapmaları gerekiyor. Ayvalık gibi küçük bir şehirde böyle bir festivalin yapılması, sanıldığının aksine çok büyük bir potansiyele sahip. Kurumsal sponsorlar, burada yapılan kaliteli işi destekleyerek ülkede daha iyi işler üretilmesine katkı sağlayabilirler.
Biz festivalciler olarak işimizi nasıl yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz; fakat Ayvalık’ta altyapı sorunları var. Şehirde bir sinema salonu bile yok. Bizler her şeyi sıfırdan kuruyoruz ve bunun büyük bir maliyeti var.
“Yorulduk ama işimizi severek yapıyoruz”
Bu sorunun çözümüyle ilgili bir planınız var mı?
Bu yılın sonunda festivalin geleceğini tekrar değerlendireceğiz. Festivalin ruhunu koruyarak, işleyişini yeniden yapılandırmamız gerekecek. Amatör ruh ve profesyonel standartların birleştiği bu noktada, festivalin daha fazla büyümesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak, daha fazla kaynak ve destek bulamazsak bu mümkün olmayacak. Yorulduk ama işimizi severek yapıyoruz. Bu festivali bir eziyete dönüştürmek istemiyoruz, bu hem organizasyonun kalitesini hem de katılımcıların keyfini olumsuz etkiler. O yüzden önümüzdeki yılın başında festivali daha ileriye taşıyacak adımları atmak için gerekli kaynakları bulmalıyız.
Herkesle ve sektörle sürekli temas halindeyiz, nabız tutmaya çalışıyoruz. Sinema sektörü de bizi fazlasıyla destekliyor. Dizi yapımcıları, oyuncuların Ayvalık’taki festivale katılabilmesi için çekim takvimlerini değiştirdiler. Reklam desteği sağlıyorlar, finansal anlamda da katkı sunuyorlar. Bu desteklerin kıymetini çok iyi biliyoruz. Sektörün, bu festivalin yaşaması ve devam etmesi gerektiğinin farkında olduğunu düşünüyorum.
Ayvalık'ın kendine özgü bir ruhu var. Örneğin, “Rodakis” filmini burada gösterdiğinizde mübadele konusu farklı bir anlam kazanıyor. Yerel izleyiciler, bu tarz filmleri daha çok sahipleniyor. Çevre ve doğa konusunda da aynı ilgi var. Örneğin, Reha Erdem bu sene festivalimize katıldı ve “Dünyalar Oluşturmak” filmi etrafında inanılmaz katılımcı bir etkinlik gerçekleştirdik.
Bu tür etkinlikler festivali nasıl besliyor?
Ayvalık seyircisi çok özel, bunu defalarca söylemişimdir ve tekrar söylemek istiyorum. Film gösterimleri kadar söyleşilere de büyük önem veriyoruz, çünkü bu etkinliklerin ziyadesiyle faydasını görüyoruz İzleyicilerin soruları ve tartışmaları, gelecekte yapmayı düşündüğümüz birçok şeyin fitilini ateşliyor.
Yapay zekâyla ilgili bir konuşma gerçekleştirdik örneğin, son derece güncel bir konu. İki akademisyenle birlikte konuyu tartıştık ve anlamaya çalıştık. Sanat da bu değil mi? Etrafımızdaki dünyayı ve kendimizi anlamlandırma çabası. Festival programını oluştururken de bu sorulara yanıt arıyoruz. Program danışmanımız Fatih Özgüven ile programı hazırlarken derin tartışmalar yürütüyoruz. Fatih zihnimizi açıyor ve bize yeni yollar gösteriyor. Festivalin alışılmış kalıplar dışında bir karakteri olmasını istiyoruz; daha esprili, daha kışkırtıcı, belki de daha farklı yaklaşımlar sunmaya çalışıyoruz. Daha fazla uluslararası konuşmacı davet etmek ve yeni projeler gerçekleştirmek istiyoruz. Ancak, az evvel de dediğim gibi, kaynak yaratmak için bu kadar vakit harcamak zorunda kalmasak çok daha fazlasını yapabiliriz.
“Doğru bir iş yapıyoruz”
Festival programına baktığımızda izleyicilere duygusal açıdan temas eden filmler de seçtiğinizi görüyoruz. Örneğin, "Cadılar" filminin gösterimi esnasında neredeyse tüm salon ağladı. Böyle bir geri dönüş almak size nasıl hissettiriyor?
Festival başlamadan önce kâğıt üzerinde hayal ettiğimiz şeylerin gerçeğe dönüştüğünü görmek, doğru bir iş yaptığımızı anlamak insanı gerçekten tatmin ediyor. Aldığımız bilinçli kararların sonuçlarını izleyicinin tepkilerinde görmek bu tatmini katlıyor. Her festivalin kendine özgü bir karakteri olmalı. İstanbul Film Festivali, Antalya, Adana, hepsi farklı. Biz Ayvalık’ta kol kola, omuz omuza bir festival yaratmaya çalıştık. Sinema bize birbirimizle konuşmak için inanılmaz bir alan sunuyor.
Bu yıl kısa filmlere de büyük ilgi vardı, o yüzden programı ikiye çıkardık. Seyircinin ilgisini ve nabzını tutmaya çalışıyoruz. "Maşallah!" filmini bir Güney Amerika filmi öncesinde gösterdik. Türkiye'deki kadınların gündelik kaygılarına odaklanan "Maşallah!"ın ardından gösterilen filmde de dünyanın öbür ucundaki kadınların benzer sorunlar yaşaması ele alınıyordu. Sanat, dünyanın dört bir yanındaki ortak dertlerimizi görmemizi sağlıyor.
İzlanda'daki bir genç insanın yasla nasıl başa çıktığını ya da Mumbai'deki üç hemşirenin ayakta kalma mücadelesini izlerken, evrensel insan hikâyelerine tanık oluyoruz. Bu filmler izleyicileri derinden etkiliyor ve festival boyunca bu hikâyeler üzerinden derinlemesine tartışmalar yapıyoruz. Sinema festivalleri, filmler üzerinden konuşulmalı, kırmızı halı ya da ünlüler üzerinden değil. Venedik Film Festivali’ni takip ederken kırmızı halıda kim ne giymişten öteye geçilemiyor. Bizim amacımız farklı, biz filmleri ve onların düşündürdüklerini merkeze koyuyoruz.
Tüm bunları yaparken gençlere ve çocuklara da alan açıyorsunuz...
Evet. Genç Sinema programımız kapsamında gençlere özel atölyeler ve film gösterimleri düzenliyoruz. Bu ülke gençlere ve çocuklara çok iyi fırsatlar sunmuyor; ama biz bu eksikliği bir nebze olsun kapatmaya çalışıyoruz. Gençlerle birlikte çalışmak beni çok tatmin ediyor. Onlardan çok şey öğreniyorum, dünyayı nasıl gördüklerini ve geleceğe dair ne düşündüklerini anlamaya çalışıyorum. Sürekli genç jenerasyondan şikâyet eden biri olmak istemiyorum. Bence biz yetişkinler, gençlere karşı mahcup hissetmeliyiz. Onlara çok iyi bir dünya ve gelecek sağlayamadık. Festivalin organizasyonunda gençler de bize yardımcı oluyorlar. Bu festivali birlikte kol kola gerçekleştiriyoruz.
Onlara olabildiğince çok şey öğrenebilecekleri, deneyim kazanabilecekleri bir ortam sağlamaya çalışıyoruz. Onların bizim eşitimiz olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de beni en çok rahatsız eden şeylerden biri, sadece gençler söz konusu olduğunda değil, genel olarak toplumdaki hiyerarşik yapılanma. Ne yazık ki, ilişkilerde hep bir üstünlük algısı var, halbuki eşit ilişkiler kurmamız gerekiyor.
Bu yıl ilk defa yurt dışına açıldık ve ileride öğrencileri yurt dışındaki festivallere göndermeyi planlıyoruz. Çeşitli fonlarla bu hayalimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Gelecek sinema kampı düzenlemek ve derinlemesine eğitim programları hazırlamak gibi daha büyük hayallerimiz var. Ancak tüm bunlar kaynaklara bağlı. Gençler bu ülkenin geleceği, eğer onlar için bir şeyler yapmazsak ülkenin geleceği ne olacak? Şu an Türkiye’de inanılmaz bir beyin göçü yaşanıyor. Bu parlak zihinlere burada da yapılabilecek şeyler olduğunu göstermek istiyoruz. Belki hep birlikte bu düzeni değiştirebiliriz. Ne kadar başarılı oluyoruz bilmiyorum, ama görünen o ki, gençler mutlu.
Geçen yıl çocuklar için bir günlük bir etkinlik düzenlemiştik, bu yıl ise bu programı iki güne yaydık. Amacımız onları sanatla tanıştırmak, kendilerini ifade edebilecekleri ortamlar yaratmak. Çocuk etkinliklerini daha geniş bir alana yaymak ve örneğin civardaki köylerden servislerle çocukları getirmek istiyoruz. Ancak tüm bunların hepsi birer maliyet ve planlama gerektiriyor. Ne kadar destek alabilirsek, o kadar büyüyebiliriz.
Festivali önümüzdeki sene neler bekliyor?
Festivalin geleceği için aklımızda daha pek çok fikir var. Karşımız Midilli Adası. Onlarla daha organik bir ilişki kurmak istiyoruz. Keza yine Selanik Film Festivali ile ortak çalışmalar yapmayı planlıyoruz. Ayrıca belediyelerle görüşmelere devam ediyoruz, çünkü daha fazla mekâna ve altyapıya ihtiyacımız var. Basit bir örnek olabilir; ama bizim sandalyeye dahi ihtiyacımız var. 550 tane rahat sandalye ihtiyacımız var ve bu ciddi bir maliyet. Belediyeler sağ olsun, imkânlar dâhilinde ellerinden geleni yapıyorlar; ama daha fazlasına ihtiyacımız var.
Son olarak, bir izleyici olarak da festival sizin için nasıl geçti, bunu merak ediyorum. Bu yıl izlediğiniz filmler arasında favorileriniz hangileriydi?
Bu yıl özellikle “Hiperboreanlar”, “Noksan”, “Traugott” ve “Bina” gibi filmleri çok sevdim. Sophie Fillières’in ölmeden kısa süre önce çekimlerini tamamladığı filmi “İşte Benim Hayatım” bir kadının orta yaş bunalımını üç perdede anlatan bir komedi-trajedi- aydınlanma hikâyesi. Benim için özel bir yeri var bu filmin. Çok fazla film var elbette, çünkü her film sizde farklı farklı pencereler açıyor.
Sinemanın güzelliği, her birimizin aynı salonda oturmasına rağmen bambaşka duygular yaşaması. Bu, insan olmanın güzelliği ve sinemanın birleştirici gücü. Bir filmi izlerken hissettiğiniz duygular, hemen yanı başınızdaki insanda da uyanıyor. Siz filmdeki duygusal bir sahnede gözyaşlarınızı tutamazken, yanınızdaki size bir mendil uzatabiliyor. Bu anların etrafında buluşmak insana inanılmaz bir tatmin sağlıyor. Yaşadığınız için mutlu oluyorsunuz. Bütün zorluklara karşı, iyi ki yaşıyoruz dediğimiz anlar belki de bu anlar. Ve bu anları sinema vasıtasıyla paylaşmak son derece mutluluk verici. (TY)