63. Berlinalenin en iyi film ödülüne Romanya'lı Cãlin Peter Netzer'in yönettiği Çocuk Pozu (Pozitia Copilului) adlı eser layık görüldü.
Bosna'daki bir Roman ailesinin başına gelen gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilen Danis Tanoviç'in Demir Toplayıcısının Hayatından Bir Kesit (Epizoda u zivotu beraca zeljeza) Jüri Büyük Ödülünü alırken yapımda kendini oynayan Nazif Mujiç'e de en iyi erkek oyuncu ödülü Gümüş Ayıyı kazandırdı.
İspanya - Şili ortak yapımı Gloria'nın başrolündeki Paulina Garcia en iyi aktris payesine uygun görülürken Jafar Panahi Perde ile en iyi senaryo, David Gordon Green Prince Avalanche ile en iyi yönetmen ödüllerini aldılar.
Romanya'nın başarısı
16 Şubat akşamı Berlinale Palast'ta yapılan kapanış törenine Altın Ayı'ya hak kazanan filmin yönetmeninden çok yapımın prodüktörü Ada Solomon teşekkür konuşmasıyla damgasını vurdu.
Bu seneki festivalde gösterilen birçok filmde olduğu gibi Romanya filminde de güçlü bir kadın ön plandaydı: Solomon'a göre başı belada olan oğlunu kurtarmak için elinden geleni ardına koymayan Cornelia rolünde izlediğimiz ve Cristian Mungiu filmlerinden de tanıdığımız tecrübeli oyuncu Luminita Gheorghiu ödülün gerçek sahibesiydi.
Solomon bu seneki festivalde kadın yönetmenlerin ve prodüktörlerin de adlarından başarıyla söz ettirdiğini belirtti. Sinemanın ülkeleri tanıtım misyonunda ne kadar etkili olduğunun devlet otoritelerince farkına varılması gerektiğine de değinen Solomon ayrıca yedinci sanatın seyircilere ulaşmasını sağlayan tüm ekip ve oluşumlara da teşekkür borçlu olduğumuzu hatırlattı. Çocuk Pozu'nda en başta polis ve adalet sistemi olmak üzere Romanya'nın yaşadığı sosyal çürümüşlük ülkenin ekol haline gelen gerçekçi sinema tarzıyla ortalığa saçılıyor.
Bosna'da Roman olmak
1600 kişinin davetli olduğu kapanış töreninde Wong Kar Wai'nin başkanı olduğu jüri, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın hız kesmediği Avrupa'da Romanlara uygulanan ayrımcılık için özür diler gibiydi.
2001 yapımı Tarafsız Bölge adlı ilk filmiyle başarıyı yakalayan Tanoviç'in son eseri gerçek bir olaydan yola çıkarak parasızlık yüzünden tıbbi yardım alamayan bir ailenin dramını birebir perdeye yansıtıyor.
Üçüncü çocuğuna hamile olan Senada ve kocası Nazif sağlık kartına sahip olmadıklarından gittikçe riskli hale gelen bir durumla baş etmeye çalışırken, savaş sonrasında ülkede insanlıktan eser kalmadığı adeta gözümüze sokuluyor. Başlarından geçen olayları aynen canlandıran aile dağlık bölgedeki fakir köylerinden dünyaya acı çığlıklarını bir belgesel gücüyle duyuruyor.
Gloria'nın hikâyesi
Yarışmada gösterildiği ilk andan itibaren film eleştirmenlerinin favorisi olan Gloria 58 yaşında, kocasından ayrılmış bir kadını anlatıyor.
Yalnız kalmaya niyeti olmayan kahramanımız çeşitli bekâr partilerine katılıp mutluluğu ararken birçok hayal kırıklığı yaşıyor.
Paulina Garcia'nın başarıyla canlandırdığı karakter umduğunu bulmuş gibi görünürken kendi karanlık sırlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Sebastián Lelio'nun yönettiği traji-komedide karışık duygular içindeki Gloria'nın bağımsız bir kadın olma yolundaki mücadelesine Şili'nin kırk yıllık tarihinde gezinerek tanık oluyoruz.
Kanada'da önyargılara eleştiri
!f İstanbul'un programında da yer alan Denis Côté'nin yönettiği Vic+Flo Bir Ayı Gördüler Festivalin Kurucusu Alfred Bauer adına verilen ödülü kazandı.
Yeni perspektifler açan eserlere verilen bu ödül gerilim filmi olduğu kadar bize sıcak anlar da yaşatan bu yapıma pek yakıştı. Hapisten çıktıktan sonra ormanlık bir bölgeye yerleşen Victoria rolündeki Pierette Robitaille ve biseksüel Florence'ı canlandıran Romane Bohringer lezbiyen çifti canlandırıyor.
Kanada sinemasının yıldızlarından Marc-André Grondin'in de arzıendam ettiği, eğlenceli olduğu kadar düşündürücü yapımda ülkenin taşrası tüm sertliğiyle yansıtılıyor. Eşcinsel evliliğin resmî olduğu ülkede bile tutucu kesimlerin önyargılarına ve ayrımcılığa maruz bırakılan lezbiyen çift mutluluğu yakalamaya çalışırken epey hırpalanacatır.
Yanık ormanda erkek muhabbeti
1988 yılında ABD'nin Teksas eyaletinde çok geniş bir bölgeyi etkileyen orman yangınından sonra iki kafadar yol şeritlerini tekrar boyamak ve trafik işaretlerini yerleştirmek üzere gayet ıssız mıntıkada işbaşı yapmaktadır. Toplumdan yalıtılmış ortam hem ilişkilerini hem de iç dünyalarını sorgulamak için gayet uygun bir zemin yaratırken iki genç erkek birbirinden gülünç durumlara düşer.
Yönetmen David Gordon Green çok basit görünen bu hikâyeyi çeşitli anekdot ve esprilerle süsleyerek ABD'li genç erkeklerin dünyasına bir kez daha göz atmamızı sağlarken, zengin görsel malzemeyi felsefi bir yol filmi gibi algılanabilecek eğlenceli seyirliğe fon olarak kullanıyor. 1975 Little Rock, Arkansas doğumlu Green ilk yıllarında çektiği bağımsız sinema örneklerine yaklaşan son filmi Prince Avalanche ile Berlinale'de en iyi yönetmen ödülünü aldı, başroldeki Paul Rudd ve Emile Hirsh'in performansları da övgüyü hak ediyor.
Yılmaz Güney'e saygı
İran'da çeşitli mahkûmiyetleri olan Jafar Panahi'nin filmi Perde'ye en iyi senaryo ödülü verildi. Ülkedeki katı rejim yüzünden Almanya'nın başkentine gelemeyen başarılı sinemacı son filmini Kamboziya Partovi ile yönetmişti.
Berlin'e filmin baş aktrisi Maryam Moghadam ile gelen Partovi, ödülü alırken baskının sanatçıların yaratma gücüne engel olamayacağını belirttti ve bu bağlamda çeşitli sinemacıları sayarken Yılmaz Güney'i anmayı da ihmal etmedi.
Kazakistan sinemasının temsilcisi Uyum Dersleri Aziz Zhambakiyev'in başarılı kamera kullanımı sayesinde sanatsal katkı ödülünü kazanırken politik ve sosyal içerikleriyle, Gus Van Sant'ın Vaadedilen Toprak'ı ve Güney Afrika yapımı Layla Fourie de özel mansiyona layık görüldü.
Kadınların ağırlığı
Bu seneki Berlinale'ye katılan başarılı kadın sinemacılardan bahsederken yılların aktrisi Catherine Deneuve'ü anmadan edemeyeceğim. Emanuelle Bercot'nun hem senaryosunu yazdığı hem de başarıyla yönettiği Elle S'en Va adlı eğlenceli yol filminde, bir zamanlar Bretanya güzeli olup yetmişlerinde Fransa'nın taşrasında restoran işleten Bettie rolündeki tecrübeli oyuncu yaşının izlerini rahatlıkla teşhir ederken kendiyle dalga geçmekten de geri durmuyor.
Festivalde unutulmaması gereken bir diğer katkı ise 1935'te Cezayir'de Fransız bir erkek çocuğu olarak dünyaya gelip Paris'te ünlü revü yıldızı Bambi'ye dönüşen Marie-Pierre Pruvot'nun hayat macerası.
Cinsiyet değiştirmeden önce cinselliğini erkeklerle yaşayan Bambi ameliyattan sonra tercihini kadınlardan yana kullanıp Ute'yle halen sürmekte olan ilişkisine ağırlık verecektir. Zamanında sahnelerden çekilmeyi bilip Fransız Milli Eğitim sisteminde öğretmenlik yapmaya başlayan kahramanımız renkli geçmişinin başına bela olacağından hep korkmuş fakat otuz sene boyunca mesleğini başarıyla icra ettikten sonra emekli olmuş. Bambi'nin özellikle değişim sürecinde şahsen çektiği otobiyografik görüntülerle destekli film yönetmeni Sébastien Lifshitz'e LGBT konulu eserlere verilen Teddy'lerden en iyi belgesel ödülünü kazandırdı. (MT/HK)