2002 Kopenhag zirvesinde önü açılan genişleme, aynı zamanda gerek AB'nin bütünü gerekse yeni üye olan ülkeler açısından yeni birtakım gelişmeler anlamına geliyor. 10 yeni ülkenin tarihi, ekonomik ve sosyal yapılarının değişik özellikleri, AB içindeki etkileşim konularını AB Genişleme Uzmanı ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Cengiz Aktar'a sorduk.
Kıbrıs Cumhuriyeti için "normalizasyon"
Cengiz Aktar 10 yeni AB ülkesinin özellikleri konusundaki değerlendirmesini, önce iki adadan, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Malta'dan başlattı:
* Kıbrıs'la ilgili söylenecek olan ve altının çizilmesi gereken nokta, bu ülkenin muazzam ekonomik atılımının doğrudan AB ile alakasının olmadığı. Kıbrıs'ın güneyi koskoca bir para aklama makinesiydi. Miloşeviç ve eski Sırp yönetimi Yugoslav savaşlarını buradan finanse etti. Rus mafyasının "off-shore" bankalardaki hesapları buradan geçti. Bu anlamda Kıbrıs'ın güneyinin AB'ye girişi bir anlamda "normalizasyon" ifadesi.
* Malta'ya gelince: Malta nazlı bir adaydı. Önce aday oldular, sonra adaylıklarını çektiler, yine aday olalım dediler. Üstelik 400 bin kişinin yaşadığı küçük bir ada. Kısacası AB üyesi olsa da olmasa da herhangi bir fark yaratmayacak bir ülke.
Mazlum halkların özgürlüğü
AB Genişleme Uzmanı ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Cengiz Aktar, "Kıbrıs ve Malta'yı bir kenara bırakırsak diğer ülkeler ilginç bir durum yaratacak," diyor ve diğer ülkelerin durumunu kuzeyden başlayarak şöyle değerlendiriyor:
* 3 Baltık ülkesi, Estonya, Letonya, Litvanya var. Bunlar için muazzam bir rövanş aslında AB üyesi olmaları. Tarih boyunca Lehler, İskandinavlar,Ruslar ve Almanlar arasında sıkışıp kalmış; kurda kuşa yem olmuş. Bunlar aslında özgürlüklerine hiçbir zaman tam anlamıyla kavuşamamış mazlum halklar.
* Hitler ve Stalin'in 1930'larda oraları nasıl paylaştığını hatırlasak yeter. Bu çerçeveden bakıldığında, tabii ilk kez yarından itibaren bu kadar özgürlükçü ve güvenlikli bir ortamda olacaklar.
Ayrılan halklar AB'de birleşiyor
* Çekler ve Slovaklar için şu söylenebilir: Ocak 1993 de kendi rızalarıyla ikiye ayrılıp 11 yıl sonra yarın tekrardan bir çatı altında ve belki eskiden olduğundan daha güçlü bir birlik içinde olacaklar.
* Aynı şey, yani ayrılıp birleşme süreci eski Yugoslavya'dan doğan 5 ülke için de geçerli. Ama şimdilik yalnızca Slovenya ile işe başlandı. Hırvatların müzakereye başlama kararı Haziran'daki zirvede resmileşecek. Onlar da hızla AB üyesi olacak. Makedonların adaylığı da kabul edildi.
Yeni ve eski üyeler arasında sorunlar
* Macarlar, herhalde bu genişleme sürecinin Slovenler ile birlikte en başarılı talebesi. Macaristan'ın müktesebata uyum ve müktesebatı uygulama konusundaki sicili, AB'nin en eski üye devletlerinden bile iyi. Ve zaten bu çok yakından bir gelecekte sorun olacak aralarında.
* Sorun çıkması şu bakımdan beklenebilir: AB aday ülkelerinin müktesebata uyumu konusunda o kadar çok koşul getirildi ki, 1 Mayıs itibarıyla özellikle iktisadi ve hukuki konularda yeni üyeler eski üyelerden daha Avrupalı bir görünüm arz ediyor.
Cengiz Aktar bu gözlemini, "Brüksel'de çıkan ortak kararları, 'eski' üye ülkelerin iç hukukuna uyarlamaları gerekiyor ama çoğu 'eski' ülke bunu sallıyor," diye ifade ediyor ve ekliyor: "Halbuki yarın, resmen AB üyesi olacak ülkeler, Brüksel'den çıkan kararları adaylık sürecinde içselleştirdi..."
AB'de zorlanacak ülke: Polonya
Cengiz Aktar'ın ele aldığı sonuncu ülke Polonya. "Lehlere gelince..." diyor Aktar ve şöyle sürdürüyor değerlendirmesini:
* Polonya, AB'ye ayak uydurması çok zor olacak bir ülke. Bir kere son derece kirli antisemit tarihi ile hesaplaşmış bir ülke değil. Öte yandan AB sürecinde her zaman en büyük kayıpları veren kitle olan köylülerin durumu, geleneksel tarımın tasfiyesi sürecinin beraberinde gelen muazzam işsizlik, ülkenin önündeki en büyük sorun. İşsizlik oranı yüzde 17-18. Üstelik geleneksel tarımın tasfiyesi ile ortaya çıkan muazzam işsiz yığınının Polonya'da başka bir şekilde istihdam edilmesi de mümkün değil.
* Bu anlamda Türkiye'nin Polonya'nın değişim sürecinden çıkarması gereken çok ders var: Aynı şeyin Türkiye'nin de başına gelmesi mukadder; Avrupa Birliği ile veya AB olmadan Türkiye'de de aynı süreç bu şekilde yaşanacak. Ama Türkiye'nin başka avantajları var. Tarımsal kesimde işsiz kalan nüfusu başka yerde istihdam etme açısından Türkiye daha şanslı; bu nüfusu turizm alanında ve organik tarımda istihdam edebilir.
Sosyal korumanın zayıflaması
AB Genişleme Uzmanı ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Cengiz Aktar, AB'nin yeni üye ülkelerinin genel anlamda çok yaşlı bir nüfusa sahip olduğunu, ikinci olarak da yüzde yüz sosyal koruma adetlerinden gelen bir toplum yapısına sahip olduklarını vurgulayarak "şimdi AB içinde, bu oranda bir sosyal korumanın artık mümkün olmadığı bir ortamda yaşayacaklar," diyor ve ekliyor:
* Yaşlı nüfus, bu nüfusun bakımı, emeklilik, emeklilik sigortası anlamına geliyor. Bu konularda bu ülkeler büyük zorluk içindeler ve bu zorluklar artacak tabii. Bunun siyasete yansıması da sol veya sağ popülizmde ifadesini bulacak.
* Bir de tabii bu ülkeler ekonomik olarak baktığımızda kapitalist ülkelere oranla çalışma etiği ve disiplininin çok zayıf olduğu yerler. Çok az işin yapıldığı ve herkesin saat 5.00'de kaçar gibi işinden ayrıldığı bir düzenden geliyorlar.
* Son 10 yıl içinde bu ülkelerdeki ekonomik hareketlilik muazzam tabii. Bu ekonomik hareketlilik, 27-28 milyar doların oradaki beyin gücünü kullanarak ve çok kısıtlı bir istihdamla belli sektörlerde yaptığı yatırım sonucu oluştu. Ancak bu yatırım genellikle servis yani bankacılık, sigorta gibi hizmet sektöründe oldu. Yoksa iktisadi altyapıda muazzam bir değişiklik yok. Yani Polonya'nın bir köyünün bugünkü hali ile, 30 yıl önceki köy arasında pek bir fark yok.
* Bütün bunlara rağmen 1 Mayıs'ta fiiliyata dökülecek olan gelişme bir başarı öyküsü. 1945'de Avrupa için Yalta'da açılan parantezin kapanması anlamına geliyor ki bu çok önemli bir gelişme. (YS/BB)